15 Aralık 2016 Perşembe

Umudu kesme yurdundan - ZEYNEP ORAL


Zülfü Livaneli Sempozyumu, yaşama tutunma günü oldu. Dün Tarabya Oteli’ndeydi. Sarıyer Belediyesi harika bir organizasyon düzenlemişti. “Barış ve Özgürlüğe adanmış bir yaşam: Livaneli”... Sempozyumun en ilginç yanı, barışın simgesi Kim Phuc’un aramızda bulunmasıydı. Kim Phuc, o ünlü fotoğraftaki küçük kız çocuğu. Hani Vietnam Savaşı’nda napalm bombasından ağlayarak ve haykırarak kaçan o minik kız çocuğu

İlkokul çocuklarına kin ve nefret aşılamak için idam ilmiği veren hasta ruhlu insanlarla; çocukları bombalardan korumak için canını veren kahraman insanlar arasında gidip geliyoruz. Kahrolduğumuz, lanetler okuduğumuz, birbirimize kenetlendiğimiz, umutsuzluğun en dibine gömüldüğümüz ama her gecenin sabahı olduğuna inancımızı bilediğimiz şu günlerde hepimiz yaşama tutunmaya çalışıyoruz. Zülfü Livaneli Sempozyumu, yaşama tutunma günü oldu. Dün Tarabya Oteli’ndeydi. Sarıyer Belediyesi harika bir organizasyon düzenlemişti. “Barış ve Özgürlüğe adanmış bir yaşam: Livaneli”... Farklı disiplinlerden konuşmacılar gün boyu sanatçının müzik, edebiyat alanlarındaki üretimini irdeliyor; dostluklar, anılar aracılığıyla onun kişiliğine ışık tutmaya çalışıyordu. Zülfü Livaneli’nin 50 yıllık sanat birikimi, her birimizin yaşamının bir parçasıydı. O hepimizin hayatına dokunmuştu.

Kim’in öyküsü: Affetmeyi öğrenmek

Sempozyumun en ilginç yanı, barışın simgesi Kim Phuc’un aramızda bulunmasıydı. Kim Phuc, o ünlü fotoğraftaki küçük kız çocuğu. Hani Vietnam Savaşı’nda napalm bombasından ağlayarak ve haykırarak kaçan o minik kız çocuğu. Bakmayın “Vietnam Savaşı simgesi” diye tanındığına, o bir barış simgesi bence. Çünkü affetmeyi, bağışlamayı öğrenmiş... Kim Phuc da Livaneli gibi UNESCO Barış Elçisi. Birlikte barış kültürünü yaymak için çalışmışlar. Arkadaşlar. Kim, sahnede bize kendi öyküsünü anlatırken etkilenmemek olanaksızdı. “Bedenin yaraları geçiyordu... Ama içimdeki yara, içimdeki öfke beni öldürüyordu...

” Evet, Vietnamlı doktorlar 17 ameliyat, çok özel bakımla onu kurtarmışlardı, yaşama döndürmüşlerdi. Ama içindeki yanıklar, içindeki öfke onu rahat bırakmıyordu... Hele onu okuldan, dersten alıp o toplantı bu toplantı “propaganda malzemesi” olarak kullanmaları yok muydu! Vietnam’da kalsaydı yaşamının sonuna dek propaganda malzemesi olacaktı. Savaşın simgesi olarak kalacaktı. Üniversiteye Havana’ya gitti. Orada iyileşmeye başladı. Ama yine de kendini “kafeste kuş gibi” hissediyordu. Orada eşini tanıdı. Orada Hıristiyan oldu. Ve bir yolculuk, bir havaalanı beklemesinde o an karar verip Kanada’ya iltica ettiler... O fotoğraf, üç yıl sonra Kanada’da da gelip onu bulacaktı. “Ama artık içimdeki yara da iyileşmeye başlamıştı... Öfkeyi yenmeyi öğrenmiştim. Affetmeyi öğrenmiştim. Çünkü özgürdüm...” Kim Phuc bunun kolay olmadığının bilincinde. Konuşmasının sonunda oradaki herkesten bir isteği vardı: “Birbirinize karşı daha cömert, daha yardımcı, daha şefkatli olun. Ve birbirinize sevgi gösterin...”

‘Faşist Türkiye’ nasıl ‘Yaşasın Türkiye’ oldu!

Nebil Özgentürk’ün “Zülfü Livaneli belgeseli”... Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Gazeteci Nazım Alpman’ın açış konuşmaları... Kim Phuc da dahil olmak üzere her konuşmacı yaşadığımız terör saldırısına değinecekti. Benim bir anım müzik, edebiyat, sinema, hem kişiliğiyle ilgiliydi, onu paylaştım: 12 Eylül faşist darbe günleri. Korsika’da Bastia kentinde “Akdeniz Sinema Şenliği”ndeyiz. Açılışı dev bir salonda Maria Farandouri – Zülfü Livaneli yapacak. Sahnede sunucunun “Ve Türkiye’den...” demesiyle: “La Turquie Fachiste! La Turquie Fachiste!” - İki bin kişi ayağa fırlamış “Faşist Türkiye!” diye tempo tutuyor. Burası Korsika! Milletin isyanı, başına vurmuş, direniş dendi mi gözleri kara. 12 Eylül hesabını oracıkta Zülfü’den ya da bizden sormaya kararlılar! Yanımda Abidin Dino, Arif Keskiner ve Atilla Dorsay var. Ne yapabilir ki şimdi Zülfü? Zülfü, elinde sazı, yüzünde gülümsemesi, çok sakin sahnenin ortasına geldi. Halkların değil, yönetimlerin faşizmine dair derli toplu bir konuşma yaptı... ve “Yaşasın halkların kardeşliği” diye bitirdi, bitirmesiyle şarkıya başlaması bir oldu! Birkaç şarkı sonra bütün salon ayakta “Yaşasın Türkiye” diye “Yaşa Zülfü!”, “Yaşa Maria” diye alkışlıyordu.

Müziğin yerelliği ve evrenselliği

İlk oturum müziğe ayrılmıştı: Alman müzisyen Henning Schmiedt aynı zamanda bir eğitimci. Livaneli’nin müziğini bilimsel nitelikleriyle ele alıp irdeledi; klaviyede verdiği örneklerle Batı ve Doğu arasında evrenselle yerel arasında nasıl bir sentez kurduğunu belgeledi. Müzik yazarı Murat Meriç ise bizleri tarih içinde tadına doyulmayan bir yolculuğa çıkardı. “Birçok şairi, birçok devrimcinin adını ben ondan öğrendim” diyerek, onun şarkılarıyla kendimizi, yakın ve uzak tarihimizi tanıdığımızı anlattı. Biz, bizi onunla öğreniyorduk. 70’lerin “Türkiye’den Devrim Şarkıları” tarihe düşülmüş bir nottu. Livaneli’nin edebiyatı üzerine konuşmalar başlarken ben bu yazıyı yazmak üzere sempozyumdan ayrılmak zorunda kaldım: Son söz Murat Meriç’ten: “Ne zaman umudu yitirsem onun şarkılarına sığınıyorum.” Zaten bu yazının başlığını da onun konuşmasından kaptım. “Umudunu kesme yurdundan”...

Zeynep Oral / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder