Bu kez işe yaramadı. Patronlar, hükümeti bir kez daha imdada çağırıp
20 Ocak sabahı Birleşik Metal-İş’in EMİS’e (Elektromekanik Metal
İşverenleri Sendikası) bağlı 13 fabrikada başlattığı greve birkaç saat
içinde yasak getirmeyi başardılar ama işçilerin işbaşı yapmasını
sağlayamadılar. Oysa grev yasaklanır yasaklanmaz işçilerin kuyruğunu
kıstırıp vardiyasına geleceğini, sonra da paşa paşa üretime
başlayacağını düşünüyorlardı.
Öyle olmadı. Grev yasağının ardından yapılan işbaşı çağrısına tek bir işçi bile uymadı. Hiç kimse arkadaşını satmadı, üç gün boyunca bir tanesi bile fabrikaya uğramadı. Vardiya saatleri geldiğinde tutanak tuttu patronun adamları. Tek tek isimlerini yazdılar işçilerin “bu vardiyada işbaşı yapmadı… Diğer vardiyada da yapmadı… Bugün de gelmedi…” diye.
Patronların işbaşı yapmaları için günlerdir beklediği işçiler nihayet üçüncü günün sonunda geldiler. Gece vardiyasında kartlarını basıp içeriye girdiler. İş elbiselerini giyip tezgahların başına geçtiler. Geçtiler ama ne bir makara sardı o tezgahlarda ne bir tornavida döndü. Saatler geçti, çıt çıkmadı üretim hollerinden. Tek bir makine sesi duyulmadı sabaha kadar. Sonra vardiya bitti. Üstlerini değiştirip çıkış turnikelerinden geçtiler ve ayrıldılar fabrikalardan. Sonra diğer vardiya geldi. Bir önceki vardiyada arkadaşları ne yaptıysa onlar da onu yaptı.
Deliye döndü patronun adamları. Öğlen saatlerinde dolaşmaya başladılar işçileri. Avukatlar sendika temsilcilerinden yazılı savunma istediler. Kimse ne bir kâğıda imza attı, ne de birbirine “eyvah” dedi.
Olmadı yani. İşçiler “grev yasağını tanımıyoruz” dedi ve üretmedi.
Sonra…
Sonrası deliye dönenlerin bu kararlılık karşısında mecburi geri adım atmasıdır. Bakan sendikayı arar, İki tarafı da görüşmeye çağırır ve o saate kadar burnundan kıl aldırmayan patron cephesi, işçilerin temsilcileri ile yeniden pazarlık masasına oturmak zorunda kalır.
Bu mücadele içinde pazarlıktan çıkan parasal sonuç önem sıralamasında en başta durmuyor ama bu noktada azımsanmayacak bir kazanım var. İşçiler grev yasağına meydan okuyarak 1 Eylül 2016 tarihinden itibaren ilk altı ay için ücretlerine ortalama 443-510 lira arasında net zam aldılar. Fazlası var ama daha önemlisi grev yasağına karşı kazanılmış büyük bir başarı var.
xxx
Erdoğan’a başkanlık getirecek anayasa değişikliği görüşmelerinin tozu dumanı arasında, iki gün arayla beş ayrı işletmede grevlerin Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanması, AKP iktidarının sınıfsal özünün en yalın görüntüsüdür. Ve aynı anlama gelmek üzere bu iktidar Türkiye burjuvazisinin eseridir.
Bu yasaklanan ilk grev değildi elbette. AKP iktidarının bu konudaki sicilinin hayli kabarık olduğu biliniyor. Lastik, cam, madencilik, metal işkolu, akla gelen hangi kritik sektör varsa, işçilerin toplu pazarlık hakkına patronlar çağırır çağırmaz müdahale etti bu hükümet. İktidarı boyunca yüze yakın işyerinde grev uygulamasını Bakanlar Kurulu kararlarıyla yasakladı. Yasaklamadıklarını ise kimi zaman doğrudan grev kırıcılığı yaparak engellemeye çalıştı. Çaykur’da grev başladığı gün binlerce mevsimlik işçiyi işe erken çağırarak, Darphane grevinde baskı makinalarını fabrikadan kaçırarak, THY grevinde polis sopasıyla greve katılımı engellemeye çalışarak bu kara sicile bir de grev kırıcılığını ekledi.
Siyasi ortam biraz mutedil olsa, şöyle mesela bir sosyal demokrat iktidar olsa grev hakkının bu denli baskılanmayacağına dair solda yaygın bir kanaat her zaman oldu. Oysa iki sınıf arasında yaşanan ve son derece güçlü bir çatışma olan grev söz konusu olduğunda sadece patronlar değil, onların siyasi temsilcilerinin de devreye girmesi sürpriz değil. Grev hakkının yasal çerçeveye kavuştuğu 1963 yılından 12 Eylül faşist darbesine kadar geçen süre zarfında patronlar muhatap kaldıkları grevlerde hükümetlere tam 252 erteleme kararnamesi çıkarttırdılar. Tamamına yakını da “milli güvenliğe aykırılık” gerekçesi taşıdı. 70’li yılların Karaoğlan’ının başbakanlığındaki üç Ecevit hükümetinin yasakladığı grev sayısı 48 idi. Sosyal demokrasi, en solda olduğu dönemde bile önceliği hep sermaye sınıfının ihtiyaçlarıydı.
xxx
Türkiye’de grev yasaklama burjuvazinin, kendi siyasi temsilcilerine bellettiği bir sınıfsal reflekstir. Özellikle 12 Eylül sonrasında imalat sanayinde neredeyse sıfır grev riski ile üretim yapma lüksüne sahip bir sermaye sınıfıdır söz konusu olan. Küçük bir bölümünü sendikalı bırakmış, onun da neredeyse tamamını kendi kontrolündeki sarı sendikalara teslim etmiş olan sermaye sınıfı, istikrarı işçilerin örgütsüzlüğünün sürekliliğinde yakalamıştır.
Şimdi metal işkolunda bu istikrarın sürmeyeceği ortaya çıkmış durumda. Bunu birinci olarak başa yazmak yerindedir. 2010’da sınırları zorlanan, 2015’de geleneksel patron örgütü MESS’in neredeyse parçalanmasına neden olan metal grevleri, 2017’de yine bir grev ertelemesine rağmen işçiler lehine sonuç veriyorsa buradan yürünecek sağlam bir yol açılıyor demektir. Bu açılan yolda metal işçilerinin elindeki mevcut sendikal örgütlülük, günün Türkiye’sindeki teslim alınmış, hatta sıfırlanmış sendikal hareket düşünüldüğünde güvenli bir liman aslında. Birleşik Metal-İş, bugün metal işçilerinin patronlar karşısında daha fazlasını zorlayabilecekleri çok önemli bir mevzi haline gelmiş durumda.
xxx
Bu grevin başka ve en az yukarıda aktardıklarımız kadar değerli kazanımları var. Grev, sağlam bir işyeri örgütlenmesidir. İşçinin üretimi nasıl yapıyorsa, gerektiğinde onu dilediği kadar düşürmeyi, gerektiğinde ise hiç yapmamayı, üstelik bunu tepesinde kılıç sallanırken yapabilmeyi becerebilmesi, işyerinde örgütlü olması demektir. Üretim mekanına hakim olmak örgütlü iştir. İşçilere yıllardır unutturulan özelliktir bu. Yeni örneklerinin ortaya çıkması çok ama çok iyidir.
Sonra başarılı grev işçiye kimlik verir. Yanındaki arkadaşına güvenmesini öğretir. Güvendiği arkadaşıyla beraber hareket ettiğinde elde ettiği muazzam gücü gösterir. Bu dönüşüm işçileri, üretim ya da hizmet alanındaki amaçsız kalabalıklar olmaktan çıkarır, sınıf yapar.
Memleketi karanlıktan çıkaracak tek güç budur. Bunun için işçi sınıfına güvenin.
Bu gücün içinde işçi sınıfının çıkarlarını başa yazan siyasetin inatla örgütlenmesi gerekir. Bunun için kendinize güvenin.
Alpaslan Savaş/ SOL
(Bu yazı Boyun Eğme Dergisinin 27 Ocak 2017 tarihli 63. sayısında yayınlanmıştır)
Öyle olmadı. Grev yasağının ardından yapılan işbaşı çağrısına tek bir işçi bile uymadı. Hiç kimse arkadaşını satmadı, üç gün boyunca bir tanesi bile fabrikaya uğramadı. Vardiya saatleri geldiğinde tutanak tuttu patronun adamları. Tek tek isimlerini yazdılar işçilerin “bu vardiyada işbaşı yapmadı… Diğer vardiyada da yapmadı… Bugün de gelmedi…” diye.
Patronların işbaşı yapmaları için günlerdir beklediği işçiler nihayet üçüncü günün sonunda geldiler. Gece vardiyasında kartlarını basıp içeriye girdiler. İş elbiselerini giyip tezgahların başına geçtiler. Geçtiler ama ne bir makara sardı o tezgahlarda ne bir tornavida döndü. Saatler geçti, çıt çıkmadı üretim hollerinden. Tek bir makine sesi duyulmadı sabaha kadar. Sonra vardiya bitti. Üstlerini değiştirip çıkış turnikelerinden geçtiler ve ayrıldılar fabrikalardan. Sonra diğer vardiya geldi. Bir önceki vardiyada arkadaşları ne yaptıysa onlar da onu yaptı.
Deliye döndü patronun adamları. Öğlen saatlerinde dolaşmaya başladılar işçileri. Avukatlar sendika temsilcilerinden yazılı savunma istediler. Kimse ne bir kâğıda imza attı, ne de birbirine “eyvah” dedi.
Olmadı yani. İşçiler “grev yasağını tanımıyoruz” dedi ve üretmedi.
Sonra…
Sonrası deliye dönenlerin bu kararlılık karşısında mecburi geri adım atmasıdır. Bakan sendikayı arar, İki tarafı da görüşmeye çağırır ve o saate kadar burnundan kıl aldırmayan patron cephesi, işçilerin temsilcileri ile yeniden pazarlık masasına oturmak zorunda kalır.
Bu mücadele içinde pazarlıktan çıkan parasal sonuç önem sıralamasında en başta durmuyor ama bu noktada azımsanmayacak bir kazanım var. İşçiler grev yasağına meydan okuyarak 1 Eylül 2016 tarihinden itibaren ilk altı ay için ücretlerine ortalama 443-510 lira arasında net zam aldılar. Fazlası var ama daha önemlisi grev yasağına karşı kazanılmış büyük bir başarı var.
xxx
Erdoğan’a başkanlık getirecek anayasa değişikliği görüşmelerinin tozu dumanı arasında, iki gün arayla beş ayrı işletmede grevlerin Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanması, AKP iktidarının sınıfsal özünün en yalın görüntüsüdür. Ve aynı anlama gelmek üzere bu iktidar Türkiye burjuvazisinin eseridir.
Bu yasaklanan ilk grev değildi elbette. AKP iktidarının bu konudaki sicilinin hayli kabarık olduğu biliniyor. Lastik, cam, madencilik, metal işkolu, akla gelen hangi kritik sektör varsa, işçilerin toplu pazarlık hakkına patronlar çağırır çağırmaz müdahale etti bu hükümet. İktidarı boyunca yüze yakın işyerinde grev uygulamasını Bakanlar Kurulu kararlarıyla yasakladı. Yasaklamadıklarını ise kimi zaman doğrudan grev kırıcılığı yaparak engellemeye çalıştı. Çaykur’da grev başladığı gün binlerce mevsimlik işçiyi işe erken çağırarak, Darphane grevinde baskı makinalarını fabrikadan kaçırarak, THY grevinde polis sopasıyla greve katılımı engellemeye çalışarak bu kara sicile bir de grev kırıcılığını ekledi.
Siyasi ortam biraz mutedil olsa, şöyle mesela bir sosyal demokrat iktidar olsa grev hakkının bu denli baskılanmayacağına dair solda yaygın bir kanaat her zaman oldu. Oysa iki sınıf arasında yaşanan ve son derece güçlü bir çatışma olan grev söz konusu olduğunda sadece patronlar değil, onların siyasi temsilcilerinin de devreye girmesi sürpriz değil. Grev hakkının yasal çerçeveye kavuştuğu 1963 yılından 12 Eylül faşist darbesine kadar geçen süre zarfında patronlar muhatap kaldıkları grevlerde hükümetlere tam 252 erteleme kararnamesi çıkarttırdılar. Tamamına yakını da “milli güvenliğe aykırılık” gerekçesi taşıdı. 70’li yılların Karaoğlan’ının başbakanlığındaki üç Ecevit hükümetinin yasakladığı grev sayısı 48 idi. Sosyal demokrasi, en solda olduğu dönemde bile önceliği hep sermaye sınıfının ihtiyaçlarıydı.
xxx
Türkiye’de grev yasaklama burjuvazinin, kendi siyasi temsilcilerine bellettiği bir sınıfsal reflekstir. Özellikle 12 Eylül sonrasında imalat sanayinde neredeyse sıfır grev riski ile üretim yapma lüksüne sahip bir sermaye sınıfıdır söz konusu olan. Küçük bir bölümünü sendikalı bırakmış, onun da neredeyse tamamını kendi kontrolündeki sarı sendikalara teslim etmiş olan sermaye sınıfı, istikrarı işçilerin örgütsüzlüğünün sürekliliğinde yakalamıştır.
Şimdi metal işkolunda bu istikrarın sürmeyeceği ortaya çıkmış durumda. Bunu birinci olarak başa yazmak yerindedir. 2010’da sınırları zorlanan, 2015’de geleneksel patron örgütü MESS’in neredeyse parçalanmasına neden olan metal grevleri, 2017’de yine bir grev ertelemesine rağmen işçiler lehine sonuç veriyorsa buradan yürünecek sağlam bir yol açılıyor demektir. Bu açılan yolda metal işçilerinin elindeki mevcut sendikal örgütlülük, günün Türkiye’sindeki teslim alınmış, hatta sıfırlanmış sendikal hareket düşünüldüğünde güvenli bir liman aslında. Birleşik Metal-İş, bugün metal işçilerinin patronlar karşısında daha fazlasını zorlayabilecekleri çok önemli bir mevzi haline gelmiş durumda.
xxx
Bu grevin başka ve en az yukarıda aktardıklarımız kadar değerli kazanımları var. Grev, sağlam bir işyeri örgütlenmesidir. İşçinin üretimi nasıl yapıyorsa, gerektiğinde onu dilediği kadar düşürmeyi, gerektiğinde ise hiç yapmamayı, üstelik bunu tepesinde kılıç sallanırken yapabilmeyi becerebilmesi, işyerinde örgütlü olması demektir. Üretim mekanına hakim olmak örgütlü iştir. İşçilere yıllardır unutturulan özelliktir bu. Yeni örneklerinin ortaya çıkması çok ama çok iyidir.
Sonra başarılı grev işçiye kimlik verir. Yanındaki arkadaşına güvenmesini öğretir. Güvendiği arkadaşıyla beraber hareket ettiğinde elde ettiği muazzam gücü gösterir. Bu dönüşüm işçileri, üretim ya da hizmet alanındaki amaçsız kalabalıklar olmaktan çıkarır, sınıf yapar.
Memleketi karanlıktan çıkaracak tek güç budur. Bunun için işçi sınıfına güvenin.
Bu gücün içinde işçi sınıfının çıkarlarını başa yazan siyasetin inatla örgütlenmesi gerekir. Bunun için kendinize güvenin.
Alpaslan Savaş/ SOL
(Bu yazı Boyun Eğme Dergisinin 27 Ocak 2017 tarihli 63. sayısında yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder