8 Ocak 2017 Pazar

Lozan’ı tartışmak değil, savunmak - ALİ SİRMEN

Numan Kurtulmuş’un, “hangi yanlışları, neden yaptıklarını açıklamadan” baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğunu düşündüğünü vurgulayan sözlerinin bir anlamı olmadığını söyleyen Ceyda Karan haklıdır.
Aynı şekilde, son yıllardaki girişimleri yalnızca Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğüne değil, ama aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin birliği ve toprak bütünlüğüne de yönelik olduğu artık iyice belirginleşmiş olan, radikal İslamcı ve de etnik kökenli terör örgütleri karşısındaki tutumunu netleştirmediği sürece, Ankara’nın Moskova ile birlikte Suriye’deki ateşkesin güvencelerinden biri olması da Ankara-Moskova ekseninin başarılı işbirliği sonucunda oluşan yeni durumun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden geçirilmiş olmasının da tek başına bir önemi olmadığını söyleyenler de haklıdırlar. 



Türkiye-Suriye konusunda olduğu kadar, tüm Ortadoğu’ yu kapsayan politikasında da tepeden tırnağa yeniden bir düzenleme yapmadığı, eski kahredici yanlışlıklarını düzeltmediği sürece Astana görüşmelerinden de Suriye’nin ve dolayısıyla kendi çıkarları doğrultusunda bir sonuç çıkmasını sağlayamayacaktır.

***
Oysa olayların bugün vardığı noktada, Suriye’deki gelişmeler yalnız Şam için değil, Ankara için de bir hayat memat meselesi haline gelmiştir.
Ne var ki, Ankara’daki iktidar uzun bir süre, Lozan ile tescil edilmiş, Türkiye’nin birliği ve toprak bütünlüğü güvencesinin artık kendi sınırları dışında, Halep’ten, Şam’dan, Bağdat’tan geçtiği gerçeğini de tıpkı Lozan’ın anlam ve önemini olduğu gibi kavrayamadığını birbirini izleyen davranışlarıyla tekrar tekrar gözler önüne sermişti.
Aslında başka türlü olmasını beklemek abes olurdu.
ABD Dışişleri Bakanlarından Condoleizza Rice, daha 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post’ta yayımlanan yazısında 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini açık açık söylüyordu. Sınırları değişecek, ülkeler içinde Türkiye’nin de bulunduğunu kavramak için arif olmaya gerek yoktu, gafil olmamak yetiyordu.
Türkiye ise bu durumda, Amerikan projesinin eşbaşkanlığına adaylığını koyduğunu iftiharla açıklıyordu.
Evet, Suriye’deki olaylardan çok önce, her şey Körfez Savaşı ile Irak’ta başlıyordu.
Türkiye için, yüzyıl başında ABD önderliğinde dizayn edilen ve erken seçimle iktidara yerleştirilen yeni oluşumun hikmet-i vücudu da bu projedeki eş güdüm göreviydi.
Körfez Savaşı ile Irak’ta başlatılan bölgenin istikrarsızlaştırılması ve Sykes-Picot’dan yüzyıl sonra sınırların yeniden oluşturulacağı bir ortamın yaratılması girişiminin Lozan’da tescil edilmiş olan Türkiye’yi de etkileyeceği aşikârdı. 

***
Bu durumda sırça köşkte oturanın “komşusunun camını taşlamaktan kaçınması zorunluluğunu” çok iyi bilmesi gereken Türkiye’nin aralarında IŞİD’in de bulunduğu Obama’nın Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından geçen gün bir kez daha açıklanmış bulunan radikal İslamcı terör örgütlerinden yana ağırlık koyup, Suriye’yi istikrarsızlaştırma politikasının baş aktörleri arasında yer alacağı yerde, bölgede istikrarı destekleyecek politikaları yeğlemesi beklenirdi.
Ama Ankara tam tersi yolu tuttu.
Bu yol bölgeyi Lozan’ı da tartışma konusu eden bir allak bullak edişe götürürdü, nitekim öyle de oldu.
ABD planının tekerine çomak sokan, bölgedeki yeni dengesizlikten rahatsız olan Putin Rusyası oldu. Neyse ki, bir zamanlar Rus uçağını düşürmekle iftihar eden Ankara, bu kez durumu iyi değerlendirdi.
Bu yeniden değerlendirme, ancak, Suriye’nin ve diğer bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerinin Türkiye’nin tapusunu da yakından ilgilendirdiğinin bilincine varılması ile bir anlam taşıyacak ve böylelikle Lozan da savunulacaktır.
Her şey açıkça gösteriyor ki, artık gün Lozan’ı tartışmak değil, savunmak günüdür.

Ali Sirmen
CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder