Donald Trump’ın başkanlığı birçokları için, Vietnam sonrası 1963’te çevrilen, Marlon Brando’nun da başrol oynadığı “The Ugly American” filmini çağrıştırır gibi.
Aslında Trump’ın yeni duruşu, Amerika’nın 1970’lerde hazırlayıp dünyaya sunduğu (dayattığı) “Washington Uzlaşısı”nın iflasıdır.
Washington Uzlaşısı o dönemde, “yeni küresel kapitalizmin” azgelişmiş dünya dahil, bir dayatması idi(*) Öyle ya, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin sinyalleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
İşin ilginç yanı, Washington Uzlaşısı’nı ilk uygulayan, 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye (ve Özal) oldu. Ancak 1961 Anayasası’na uymuyordu; “sosyal örgütlenmelerin ve hakların ortadan kaldırılması” ve elbisenin daraltılması sistem açısından zorunluydu.
12 Eylül 1980 darbesi bunun için yapıldı ve 24 Ocak kararlarının uygulayıcısı, yine işbaşında olmak zorundaydı. İşin ilginç yanı, 20 Aralık 1977’de Vehbi Koç’un, Turgut Özal’ın ve benim konuşmacı olarak yer aldığımız Ekonomik Hukuk Vakfı’nın Park Otel’deki toplantısında Özal, Washington Uzlaşısı’nı Türkiye’ye model olarak anlattı. Vehbi Koç dahil hepimiz çok şaşırmıştık. Ve 24 Ocak 1980 kararları darbeden sonra yürürlüğe kondu.(**)
Bugünkü yeni anayasa dayatması, “12 Eylül’de getirilen toplumsal örgütlenme yasaklarının, dini boyutlarıyla, otoriter bir rejimle yerleştirilmesi içindir”. İç siyasal gelişmeler ile küresel dayatmalar bu noktada örtüşmüştür. İşin kılıfı ise “Osmanlı’ya dönüş” olarak sunulmaktadır. Ilımlı İslam ve “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” pazarlamaları bunun için yapıldı.
Yeni başkanın çıkışı
Trump “yeni kapitalizmin” 1970’lerde önerdiği (ve dayattığı) Washington Uzlaşısı’nı reddetmek zorundaydı. Çünkü önerilmiş bulunan küresel kapitalizm içinde ABD, Çin ve Almanya karşısında rekabet edemez duruma geldi.
Çin, içerdeki otoriter rejimini küresel ekonomik ilişkilerinde bir araç olarak kullanarak, küresel yarışta üstünlük sağladı.
Dış ticarette büyük avantajlar sağladı, küresel sermaye ve yatırımları cezbeder hale geldi. Kısacası, “ABD’nin kendi üstünlüğü için yarattığı Washington Uzlaşısı, Çin’i avantajlı konuma sokmuştu”. Küreselleşmenin “dışsallıkları” Çin’in yararına çalışıyordu.
Yüzde 10’lara varan yıllık büyüme hızı, dev dış ticaret fazlası, küresel sermayenin kontrolü, dev şirketlerle sağlanan egemenlik son 25 yılda Çin’e üstünlük getirdi.
İşte bu nedenlerle Trump, ABD kapitalizminin kendi yarattığı “küresel kapitalist sisteme” karşı çıkıyordu. Roller değişmişti; Davos’ta olduğu gibi, Washington Uzlaşısı’nın yarattığı “ABD’nin küresel kapitalizmini, artık Çin savunur hale geldi”.
İstenen ne?
Trump ABD’nin ürettiği “küresel kapitalizmin” ABD’ye getirdiği olumsuzlukları ortadan kaldırmak istiyor.
-Dış ticarette ve sermaye hareketlerinde “müdahaleci ve korumacı” yöntemler uygulamak amacında.
-ABD’de Obama döneminde geliştirilmeye çalışılan sosyal hakları bile tamamen ortadan kaldırmak istiyor.
-Küresel kapitalizm ve liberalizmin yerine “müdahaleci ve korumacı” kapitalizmi öne sürüyor. Trump’a yeni Keynes demek yanlış olmaz.
- İthalat vergileri başta olmak üzere kısıtlamalar getirmeye çalışıyor. Ancak ortada, Amerika’nın uzun yıllardan beri mimarlığını yaptığı bir “düzen” var. Üstelik Almanya’dan Çin’e, Rusya’dan Hindistan ve Japonya’ya kadar çok güçlü ve etkili ülkeler bu sistemin bir parçası haline gelmişler.
Trump şimdi, “Ben bu oyunu oynamaktan vazgeçtim, kuralları değiştireceğim” diyor. Ve çoğunluk tarafından da “çirkin Amerikalı” olarak tanımlanıyor. Üstelik Trump kendi bölgesindeki Meksika ve Kanada ile de kavga ederek bunları yapmak istiyor, hem de çok hızlı bir kapitalist olarak.
Afro-Amerikan Obama’dan sonra gelen sarışın Avro-Amerikan Trump, 19. yüzyıl Avrupa’sını anımsatan bir strateji peşinde koşmuyor mu? “First Lady” bile yüzde yüz Avrupa’dan ithal...
Erol Manisalı / CUMHURİYET
(*) Doç. Dr. Arzu Azer, Anılarda Gizli Kalan Bir Aydının Portresi, Derin Yay., 2016, syf. 159-165.
(**) E. Manisalı, “Ortak Pazar’dan Avrupa Birliği’ne”, Cumhuriyet Kitapları, 2009, syf. 161-168.
Aslında Trump’ın yeni duruşu, Amerika’nın 1970’lerde hazırlayıp dünyaya sunduğu (dayattığı) “Washington Uzlaşısı”nın iflasıdır.
Washington Uzlaşısı o dönemde, “yeni küresel kapitalizmin” azgelişmiş dünya dahil, bir dayatması idi(*) Öyle ya, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin sinyalleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
İşin ilginç yanı, Washington Uzlaşısı’nı ilk uygulayan, 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye (ve Özal) oldu. Ancak 1961 Anayasası’na uymuyordu; “sosyal örgütlenmelerin ve hakların ortadan kaldırılması” ve elbisenin daraltılması sistem açısından zorunluydu.
12 Eylül 1980 darbesi bunun için yapıldı ve 24 Ocak kararlarının uygulayıcısı, yine işbaşında olmak zorundaydı. İşin ilginç yanı, 20 Aralık 1977’de Vehbi Koç’un, Turgut Özal’ın ve benim konuşmacı olarak yer aldığımız Ekonomik Hukuk Vakfı’nın Park Otel’deki toplantısında Özal, Washington Uzlaşısı’nı Türkiye’ye model olarak anlattı. Vehbi Koç dahil hepimiz çok şaşırmıştık. Ve 24 Ocak 1980 kararları darbeden sonra yürürlüğe kondu.(**)
Bugünkü yeni anayasa dayatması, “12 Eylül’de getirilen toplumsal örgütlenme yasaklarının, dini boyutlarıyla, otoriter bir rejimle yerleştirilmesi içindir”. İç siyasal gelişmeler ile küresel dayatmalar bu noktada örtüşmüştür. İşin kılıfı ise “Osmanlı’ya dönüş” olarak sunulmaktadır. Ilımlı İslam ve “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” pazarlamaları bunun için yapıldı.
Yeni başkanın çıkışı
Trump “yeni kapitalizmin” 1970’lerde önerdiği (ve dayattığı) Washington Uzlaşısı’nı reddetmek zorundaydı. Çünkü önerilmiş bulunan küresel kapitalizm içinde ABD, Çin ve Almanya karşısında rekabet edemez duruma geldi.
Çin, içerdeki otoriter rejimini küresel ekonomik ilişkilerinde bir araç olarak kullanarak, küresel yarışta üstünlük sağladı.
Dış ticarette büyük avantajlar sağladı, küresel sermaye ve yatırımları cezbeder hale geldi. Kısacası, “ABD’nin kendi üstünlüğü için yarattığı Washington Uzlaşısı, Çin’i avantajlı konuma sokmuştu”. Küreselleşmenin “dışsallıkları” Çin’in yararına çalışıyordu.
Yüzde 10’lara varan yıllık büyüme hızı, dev dış ticaret fazlası, küresel sermayenin kontrolü, dev şirketlerle sağlanan egemenlik son 25 yılda Çin’e üstünlük getirdi.
İşte bu nedenlerle Trump, ABD kapitalizminin kendi yarattığı “küresel kapitalist sisteme” karşı çıkıyordu. Roller değişmişti; Davos’ta olduğu gibi, Washington Uzlaşısı’nın yarattığı “ABD’nin küresel kapitalizmini, artık Çin savunur hale geldi”.
İstenen ne?
Trump ABD’nin ürettiği “küresel kapitalizmin” ABD’ye getirdiği olumsuzlukları ortadan kaldırmak istiyor.
-Dış ticarette ve sermaye hareketlerinde “müdahaleci ve korumacı” yöntemler uygulamak amacında.
-ABD’de Obama döneminde geliştirilmeye çalışılan sosyal hakları bile tamamen ortadan kaldırmak istiyor.
-Küresel kapitalizm ve liberalizmin yerine “müdahaleci ve korumacı” kapitalizmi öne sürüyor. Trump’a yeni Keynes demek yanlış olmaz.
- İthalat vergileri başta olmak üzere kısıtlamalar getirmeye çalışıyor. Ancak ortada, Amerika’nın uzun yıllardan beri mimarlığını yaptığı bir “düzen” var. Üstelik Almanya’dan Çin’e, Rusya’dan Hindistan ve Japonya’ya kadar çok güçlü ve etkili ülkeler bu sistemin bir parçası haline gelmişler.
Trump şimdi, “Ben bu oyunu oynamaktan vazgeçtim, kuralları değiştireceğim” diyor. Ve çoğunluk tarafından da “çirkin Amerikalı” olarak tanımlanıyor. Üstelik Trump kendi bölgesindeki Meksika ve Kanada ile de kavga ederek bunları yapmak istiyor, hem de çok hızlı bir kapitalist olarak.
Afro-Amerikan Obama’dan sonra gelen sarışın Avro-Amerikan Trump, 19. yüzyıl Avrupa’sını anımsatan bir strateji peşinde koşmuyor mu? “First Lady” bile yüzde yüz Avrupa’dan ithal...
Erol Manisalı / CUMHURİYET
(*) Doç. Dr. Arzu Azer, Anılarda Gizli Kalan Bir Aydının Portresi, Derin Yay., 2016, syf. 159-165.
(**) E. Manisalı, “Ortak Pazar’dan Avrupa Birliği’ne”, Cumhuriyet Kitapları, 2009, syf. 161-168.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder