AKP uzun dönem ekonomide bir başarı öyküsü olarak pazarlandı. Yabancı derecelendirme kuruluşları, bankalar ve fonlar, AB çatısı altındaki değişik kurumlar bu konuda öncülük yaptı.
ABD’nin Türkiye’ye yüklediği görevlerin meşrulaştırılabilmesi bakımından AKP’nin güçlü gösterilmesi, halkın ekonomiye yönelik memnuniyetinin pompalanması gerekiyordu.
Şimdi değerlendirmeler tersine döndü. Oysa değişen bir şey yok. En başından itibaren AKP kolay para bulmanın ve bu parayla para kazanmanın yollarını üretmekten ve bu plana burjuvazinin kimi sektörlerini ortak etmekten başka bir şey yapmadı.
Sonuç olarak ortaya bütün özel firmaların ve bireylerin borç yükünün giderek arttığı bir tablo çıktı.
Nitekim AKP iktidara geldiğinde Türkiye’nin toplam borcu 250 milyar Dolardı, şimdi 650 milyar Dolar. IMF’ye borçlu değiliz diye övünmelerinin hiçbir anlamı bulunmuyor. Çünkü artık IMF’den değil, yabancı fon ve bankalardan borçlanıyorlar.
Toplam borcun 400 milyarı dış borç ve bunun da 300’ü özel sektörün üzerinde. 2010 yılında özel sektörün döviz açığı 70 milyar Dolardı, şimdi 213 milyar oldu. Dolar’daki her 1 kuruşluk artış bu borç yükünün 2 milyar TL artmasına neden oluyor. AKP’nin dövize firen koyma telaşı buradan kaynaklanıyor.
Tam bir Dolar döngüsü içindeler. Doları durdurmak vatandaşa sattırıyorlar, dış borçlarını ödemek için aynı Doları alıyorlar.
Cari açığı milli gelire oranı 2002’de binde 3 kadardı, 2015’te %5.6’ya çıktı.
Kolay borçlanma, üretim yerine hazır parayla geçinme eğilimini öne çıkarınca üretimden kopuk bir ekonomik yapı belirdi. Cari dengedeki bozulmanın nedeni budur.
Üretimsiz, hazır parayla geçinmeye ilişkin bir diğer gösterge yatırımların milli gelire oranıdır ve bu AKP’li yıllar boyunca hep %20 düzeyinde seyretti.
Kolay borçlanılan bu dönemin bir başka çıktısı tasarrufların milli gelire oranındaki azalma oldu. 2002’de %19.9 iken, 2015’te %15.0’e indi. Türkiye borçla yaşayan, borcu tüketim için kullanan, ilave yatırım yapmayan, yatırımlarını tüketici sektörlere kaydıran, tasarruf oranı giderek düşen asalak bir toplumsal yapı halini aldı.
Ulusal ölçekteki bu verilerin hane halkı düzeyinde de yansımalarını bulabiliriz: Kredi kartı borçlarının milli gelire oranı AKP’li yıllarda %1’den %4’e, konut kredilerinin milli gelirdeki payı ise %1’den %7’nin üzerine çıktı.
2002’de hane halkı borcunun hane geliri içindeki payı %4 idi, 2015 yılında %50’ye yükseldi.
Herkesin herkese borç olduğu, tüketimin borca bağlandığı, sanal bir refah düzeni yaratıldı: Bankalar yabancı bankalara, vatandaş bankalara borçlu.
Dışarıdan alınan para yatırımların artırılması, sanayi ve tarımın geliştirilmesi için kullanılmış olsaydı, bu yapının kabul edilebilir olduğu iddia edilebilirdi. Oysa gerçek tamamen farklı.
Emperyalizm AKP aracılığıyla bir taşla iki kuş vurdu: Bir yandan dünyanın en yüksek faiz oranlarıyla Türkiye’yi borçlandırarak para kazandılar, bir yandan da bir daha neredeyse ayağa kalkamayacak biçimde Türkiye ekonomisinin içini boşalttılar. Türkiye’yi borçlanmaya mecbur hale getirdiler.
Bu işin taşeronu AKP’dir.
Mali oligarşi bu saadet zincirini iki koşul mevcutsa inşa eder: Ülke getirisinin yüksekliği ve bu getirinin devamlılığını garanti eden siyasi “istikrar”. ABD’nin faizleri artırmaya başlaması birinci, Erdoğan ve başkanlık faktörü ise ikinci koşulu geçersizleştirdi.
Türkiye artık iyi bir Pazar değil.
AKP çok uzun süre mali oligarşinin inşa ettiği bu sistemi Türkiye’nin şahlanışı olarak pazarladı. Para giriyor, herkes tüketiyordu. Bütün parametreler tersine dönünce ise aynı zemini bu kez Erdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik yabancı bir komplo olarak sunmaya başladı.
Alakası yok: AKP ile para kazandılar, bu nedenle AKP’yi pohpohladılar, her yekilde desteklediler, şimdi önlerini net göremedikleri için tedbir alıyorlar, paralarını daha güvenli gördükleri ülkelere çıkıyorlar.
AKP’nin vizyonu bunu değerlendirmeye yetmediği için ülke şimdi bu halde. Borçlu, sanayisiz, tarımsız, tasarrufsuz. Dolar bu nedenle yükseliyor, AKP bu nedenle çaresiz.
Kalkınmak için bağımsızlık, bağımsızlık için sosyalizm gerekir.
İlker Belek / SOL
ABD’nin Türkiye’ye yüklediği görevlerin meşrulaştırılabilmesi bakımından AKP’nin güçlü gösterilmesi, halkın ekonomiye yönelik memnuniyetinin pompalanması gerekiyordu.
Şimdi değerlendirmeler tersine döndü. Oysa değişen bir şey yok. En başından itibaren AKP kolay para bulmanın ve bu parayla para kazanmanın yollarını üretmekten ve bu plana burjuvazinin kimi sektörlerini ortak etmekten başka bir şey yapmadı.
Sonuç olarak ortaya bütün özel firmaların ve bireylerin borç yükünün giderek arttığı bir tablo çıktı.
Nitekim AKP iktidara geldiğinde Türkiye’nin toplam borcu 250 milyar Dolardı, şimdi 650 milyar Dolar. IMF’ye borçlu değiliz diye övünmelerinin hiçbir anlamı bulunmuyor. Çünkü artık IMF’den değil, yabancı fon ve bankalardan borçlanıyorlar.
Toplam borcun 400 milyarı dış borç ve bunun da 300’ü özel sektörün üzerinde. 2010 yılında özel sektörün döviz açığı 70 milyar Dolardı, şimdi 213 milyar oldu. Dolar’daki her 1 kuruşluk artış bu borç yükünün 2 milyar TL artmasına neden oluyor. AKP’nin dövize firen koyma telaşı buradan kaynaklanıyor.
Tam bir Dolar döngüsü içindeler. Doları durdurmak vatandaşa sattırıyorlar, dış borçlarını ödemek için aynı Doları alıyorlar.
Cari açığı milli gelire oranı 2002’de binde 3 kadardı, 2015’te %5.6’ya çıktı.
Kolay borçlanma, üretim yerine hazır parayla geçinme eğilimini öne çıkarınca üretimden kopuk bir ekonomik yapı belirdi. Cari dengedeki bozulmanın nedeni budur.
Üretimsiz, hazır parayla geçinmeye ilişkin bir diğer gösterge yatırımların milli gelire oranıdır ve bu AKP’li yıllar boyunca hep %20 düzeyinde seyretti.
Kolay borçlanılan bu dönemin bir başka çıktısı tasarrufların milli gelire oranındaki azalma oldu. 2002’de %19.9 iken, 2015’te %15.0’e indi. Türkiye borçla yaşayan, borcu tüketim için kullanan, ilave yatırım yapmayan, yatırımlarını tüketici sektörlere kaydıran, tasarruf oranı giderek düşen asalak bir toplumsal yapı halini aldı.
Ulusal ölçekteki bu verilerin hane halkı düzeyinde de yansımalarını bulabiliriz: Kredi kartı borçlarının milli gelire oranı AKP’li yıllarda %1’den %4’e, konut kredilerinin milli gelirdeki payı ise %1’den %7’nin üzerine çıktı.
2002’de hane halkı borcunun hane geliri içindeki payı %4 idi, 2015 yılında %50’ye yükseldi.
Herkesin herkese borç olduğu, tüketimin borca bağlandığı, sanal bir refah düzeni yaratıldı: Bankalar yabancı bankalara, vatandaş bankalara borçlu.
Dışarıdan alınan para yatırımların artırılması, sanayi ve tarımın geliştirilmesi için kullanılmış olsaydı, bu yapının kabul edilebilir olduğu iddia edilebilirdi. Oysa gerçek tamamen farklı.
Emperyalizm AKP aracılığıyla bir taşla iki kuş vurdu: Bir yandan dünyanın en yüksek faiz oranlarıyla Türkiye’yi borçlandırarak para kazandılar, bir yandan da bir daha neredeyse ayağa kalkamayacak biçimde Türkiye ekonomisinin içini boşalttılar. Türkiye’yi borçlanmaya mecbur hale getirdiler.
Bu işin taşeronu AKP’dir.
Mali oligarşi bu saadet zincirini iki koşul mevcutsa inşa eder: Ülke getirisinin yüksekliği ve bu getirinin devamlılığını garanti eden siyasi “istikrar”. ABD’nin faizleri artırmaya başlaması birinci, Erdoğan ve başkanlık faktörü ise ikinci koşulu geçersizleştirdi.
Türkiye artık iyi bir Pazar değil.
AKP çok uzun süre mali oligarşinin inşa ettiği bu sistemi Türkiye’nin şahlanışı olarak pazarladı. Para giriyor, herkes tüketiyordu. Bütün parametreler tersine dönünce ise aynı zemini bu kez Erdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik yabancı bir komplo olarak sunmaya başladı.
Alakası yok: AKP ile para kazandılar, bu nedenle AKP’yi pohpohladılar, her yekilde desteklediler, şimdi önlerini net göremedikleri için tedbir alıyorlar, paralarını daha güvenli gördükleri ülkelere çıkıyorlar.
AKP’nin vizyonu bunu değerlendirmeye yetmediği için ülke şimdi bu halde. Borçlu, sanayisiz, tarımsız, tasarrufsuz. Dolar bu nedenle yükseliyor, AKP bu nedenle çaresiz.
Kalkınmak için bağımsızlık, bağımsızlık için sosyalizm gerekir.
İlker Belek / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder