Ülkemiz “AKP” iktidarınca, daha yerinde bir deyişle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyib, hem de Başbakan Recep Tayyib tarafından -dünyanın fokur fokur kaynadığı şu sırada-“Referandum” sürecine sokuldu.
Halkın kanısını (kanaatini) “yoklama”, halka da kanısını “belirtme” olanağı sağlayan “Referandum”un, “demokrasi”nin temel kurallarından olduğu, “evet”, ya da “hayır” yanıtlarıyla “demokratik” hakkını kullandığı bilinir.
Kuşkusuz bu iki yanıtın “eşit” değerde olduğu da bilinir.
Bilinmesine bilinir de, toplumun değerlendirmesi istenen konu, “demokrasi”yi “yok” edecek bir içerikte olsa da yine “Referandum”a götürülmesi demokrasi gereği mi oluyor? Olmalı mı?
“Demokrasi”nin temel koşullarından olan “erkler ayrımı”nı, “yasama-yürütme-yargı” erklerini, “tek kişi”nin tasarrufuna bırakan “Başkanlık”, dahası hem “Başkan”, hem de “Partili Cumhurbaşkanı” olması istenen “tek adam rejimi” için de uygulanması “demokrasi” bağlamında kabul görür mü? Görmeli mi?
Bu durumda verilecek “evet” ya da “hayır” oyları eşit değerde olabilir mi?
Üstelik bu “üç erk”in de avucuna bırakılması istenecek o “tek kişi”nin dile getirdiği, “referansımız İslam, hedefimiz İslam Devleti” vurgusuyla “dinsel bir düzen” peşinde olduğu da bilinir.
Dolaysiyle istenen “Başkanlık”, Anayasasında “laik bir hukuk devleti” olduğu yazılı ülkemiz için, bir “rejim değişikliği” değil de nedir?
Öte yanda bu “üç erk”in, tek kişinin tasarrufunda olması, “Osmanlı Sultanları”nda -günümüzün “Pseudosultan”ı gibi değil “gerçek” Sultanlarında- bile görülmediği sık, sık dile getiriliyor; ayrıca onlar “16. yy” beri “Halife”dirler. Bu bağlamda en çok verilen örnek, “1808”den 1839’a dek Osmanlı Hükümdarı olan “Sultan İkinci Mahmut”tur.
Yüzyıllar boyunca “dinsel yasalar” (şeriat), “Padişah Yasaları” ile yönetilen “Osmanlı Devleti”nde, bu iki kaynağa dayanmayan yeni yasaların yapılması için “bağımsız” bir “kurul” oluşturur Sultan İkinci Mahmut.
Peki ne demekti bu?
Yeryüzünde “Allah”ın vekili olan “Halife”nin yetkisine iradesine şimdi bir kurul, “ortak” oluyordu...
Evet açıkça öyleydi. Oysa bugün, “laik, çağdaş” bir yönetimin geçerli olduğu “21. yy Türkiye”si, bu “erkler yarımı” düzeni yerine , bu “üç erk”i de bir kişinin avcuna bırakılması için bir “Referandum”a doğru koşturulmuyor mu?
Ne dersiniz?
Öte yandan, Erdoğan’ın, “Elhamdülillah şeriatçıyım!” ardından, “Müslümanım diyenlerin şeriatçıyım demesi de gerekir!” söylemleriyle dile getirdiği “şeirat”ın, Osmanlı Devleti’nde, “18. yy”da yavaştan yavaştan başlayan; “19. yy”da kimi konularda iyice beliren yenilenmesinin, “zamanın değişimiyle hükümlerin değişimi inkâr olunamaz!” gerçeğiyle ortaya konduğu da bilinir. (Mecelle, madde 39)
Dahası, İslam’ın doğuş yıllarında da -ister istemez- gitgide artan günlük yaşamın ihtiyaçlarını, Peygamber’in “Hadis”ler ile çözümlediği, bunların daha sonra da sürdüğü bilinir. “9. yy”da, “Hadis”leri toplamak isteyen din bilgini “Buhari” on binlercesiyle karşılaşınca şaşırır. (*) Bilindiği gibi bunların yedi biniyle ünlü “Sahihi Buhari”yi oluşturacaktır.
İslam kısa sürede, Asya’ya, Ortadoğu’ya, Afrika’ya yayılınca da buralardaki halkların geleneklerinin de dikkate alınması gereği yine “Mecelle”nin “45. maddesi”nde yer alacaktır.
Görüldüğü gibi değerli dostlar, “şeriat”ın güncel yaşamı düzenleyen “Fer-i Hükümler”i hep değişmiştir; çünkü temeli “değişim”e dayanan insan yaşamının, değişmezlerle düzenlemesi yüzlerce yıl boyunca olamadığı gibi bugün de olamaz; öyle değil mi?
Bugün bir “Arap Şeriat”ndan, bir “Afgan Şeriatı”ndan, bir “Katar Şeriatı”ndan söz edilebilir; bu ülkelerdeki yaşamlar ortada; dolaysiyle Erdoğan’ın istediği “şeriat” hangisi diye insan ister istemez düşünüyor...
Ne dersiniz?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
(*) Ord. Prof. S. Ş. Ansay, “İslam Hukuku”, Ankara (1953)
Halkın kanısını (kanaatini) “yoklama”, halka da kanısını “belirtme” olanağı sağlayan “Referandum”un, “demokrasi”nin temel kurallarından olduğu, “evet”, ya da “hayır” yanıtlarıyla “demokratik” hakkını kullandığı bilinir.
Kuşkusuz bu iki yanıtın “eşit” değerde olduğu da bilinir.
Bilinmesine bilinir de, toplumun değerlendirmesi istenen konu, “demokrasi”yi “yok” edecek bir içerikte olsa da yine “Referandum”a götürülmesi demokrasi gereği mi oluyor? Olmalı mı?
“Demokrasi”nin temel koşullarından olan “erkler ayrımı”nı, “yasama-yürütme-yargı” erklerini, “tek kişi”nin tasarrufuna bırakan “Başkanlık”, dahası hem “Başkan”, hem de “Partili Cumhurbaşkanı” olması istenen “tek adam rejimi” için de uygulanması “demokrasi” bağlamında kabul görür mü? Görmeli mi?
Bu durumda verilecek “evet” ya da “hayır” oyları eşit değerde olabilir mi?
Üstelik bu “üç erk”in de avucuna bırakılması istenecek o “tek kişi”nin dile getirdiği, “referansımız İslam, hedefimiz İslam Devleti” vurgusuyla “dinsel bir düzen” peşinde olduğu da bilinir.
Dolaysiyle istenen “Başkanlık”, Anayasasında “laik bir hukuk devleti” olduğu yazılı ülkemiz için, bir “rejim değişikliği” değil de nedir?
Öte yanda bu “üç erk”in, tek kişinin tasarrufunda olması, “Osmanlı Sultanları”nda -günümüzün “Pseudosultan”ı gibi değil “gerçek” Sultanlarında- bile görülmediği sık, sık dile getiriliyor; ayrıca onlar “16. yy” beri “Halife”dirler. Bu bağlamda en çok verilen örnek, “1808”den 1839’a dek Osmanlı Hükümdarı olan “Sultan İkinci Mahmut”tur.
Yüzyıllar boyunca “dinsel yasalar” (şeriat), “Padişah Yasaları” ile yönetilen “Osmanlı Devleti”nde, bu iki kaynağa dayanmayan yeni yasaların yapılması için “bağımsız” bir “kurul” oluşturur Sultan İkinci Mahmut.
Peki ne demekti bu?
Yeryüzünde “Allah”ın vekili olan “Halife”nin yetkisine iradesine şimdi bir kurul, “ortak” oluyordu...
Evet açıkça öyleydi. Oysa bugün, “laik, çağdaş” bir yönetimin geçerli olduğu “21. yy Türkiye”si, bu “erkler yarımı” düzeni yerine , bu “üç erk”i de bir kişinin avcuna bırakılması için bir “Referandum”a doğru koşturulmuyor mu?
Ne dersiniz?
Öte yandan, Erdoğan’ın, “Elhamdülillah şeriatçıyım!” ardından, “Müslümanım diyenlerin şeriatçıyım demesi de gerekir!” söylemleriyle dile getirdiği “şeirat”ın, Osmanlı Devleti’nde, “18. yy”da yavaştan yavaştan başlayan; “19. yy”da kimi konularda iyice beliren yenilenmesinin, “zamanın değişimiyle hükümlerin değişimi inkâr olunamaz!” gerçeğiyle ortaya konduğu da bilinir. (Mecelle, madde 39)
Dahası, İslam’ın doğuş yıllarında da -ister istemez- gitgide artan günlük yaşamın ihtiyaçlarını, Peygamber’in “Hadis”ler ile çözümlediği, bunların daha sonra da sürdüğü bilinir. “9. yy”da, “Hadis”leri toplamak isteyen din bilgini “Buhari” on binlercesiyle karşılaşınca şaşırır. (*) Bilindiği gibi bunların yedi biniyle ünlü “Sahihi Buhari”yi oluşturacaktır.
İslam kısa sürede, Asya’ya, Ortadoğu’ya, Afrika’ya yayılınca da buralardaki halkların geleneklerinin de dikkate alınması gereği yine “Mecelle”nin “45. maddesi”nde yer alacaktır.
Görüldüğü gibi değerli dostlar, “şeriat”ın güncel yaşamı düzenleyen “Fer-i Hükümler”i hep değişmiştir; çünkü temeli “değişim”e dayanan insan yaşamının, değişmezlerle düzenlemesi yüzlerce yıl boyunca olamadığı gibi bugün de olamaz; öyle değil mi?
Bugün bir “Arap Şeriat”ndan, bir “Afgan Şeriatı”ndan, bir “Katar Şeriatı”ndan söz edilebilir; bu ülkelerdeki yaşamlar ortada; dolaysiyle Erdoğan’ın istediği “şeriat” hangisi diye insan ister istemez düşünüyor...
Ne dersiniz?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
(*) Ord. Prof. S. Ş. Ansay, “İslam Hukuku”, Ankara (1953)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder