Bugün, “Misakı Milli”nin (Ulusal Ant) kabulünün “97. yılı”. Özellikle
şu günlerde anmanın, ayrıca bağlantılı olarak kimi konuları da
anımsamanın zamanı. O günlere dönüp şöyle bir baksak diyorum.
“Kurtuluş Savaşı”nın başlangıç döneminin adımlarından olan “Erzurum ve Sivas Kongreleri”nde saptanan ilkeler, “Osmanlı Mebusan Meclisi”nde görüşülüp pekiştirilerek “Misakı Milli” adı altında özetlenip, “17 Şubat 1920”de kabul edilir.
Altı maddeden oluşan “Misakı Milli”nin temeli, “yurdun bütünlüğünün ve ulusun bağımsızlığının” sağlanmasıydı.
Bu ilkeler, “Büyük Millet Meclisi”nce de kabul edilecekti. Meclis’te, bu temel koşulları sağlayacak bir “barış”ın elde edilmesine doğru yapılan çalışmalar, oldukça “birlik” içinde hızla yürütülür.
Ne var ki, zamanla durum değişir, gelinen -daha doğrusu- oluşturulan bu süreci “Atatürk” “Söylev”de (Nutuk) şöyle: “Zaman geçtikçe Meclis’te birlik olarak çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler doğmaya başladı. En önemsiz konularda bile, oylar dağılıyor, Meclis’ten iş çıkamıyordu. Kimi üyeler buna bir çıkar yol bulmak için ‘1920’ yılı ortalarında birtakım örgütler kurmaya kalkıştılar” diyerek ortaya koyar; bunların belli başlılarının adlarını da verir: “Tenasüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaai Hukuk Zümresi, Halk Zümresi, Islahat Grubu” gibi. Üstelik bunların dışında, adsız olarak oluşturulmuş birçok küçük örgüt de Meclis’tedir.
Çoğunlukla yapay gruplaştırmalarla, mini örgütlerle, kimi üyelerce Meclis’te oluşturulmak istenen ortamı Atatürk: “Sayıları çok üyeleri az olan bu gruplar (...) birbirlerini dinlememek yüzünden, Meclis’te neredeyse bir kargaşa nedeni olmaya başlamışlardı; bu tutumları toplantılara katılmalarını da zorlaştırıyordu” der.
Meclis’teki durum kısaca böyle; Meclis dışına, ülkenin durumuna şöyle bir değinilirse, ilk söylenecek olan savaşın sürdüğüdür, üstelik kanlı “Anzavur, Delibaş İsyanları” gibi türlü başkaldırılarla birlikte... Ayrıca bu isyanların, “Yunan” savaş cephesinden çekip gönderilen askeri birliklerle bastırıldığı da anımsanmalı.
Dahası, “Padişah”ın askerliği kaldırdığını bildiren, böylece ordu erlerini ayartan, silahlarını bırakıp köyüne, evine dönmesi için çalışan kuruluşlar da türemişti; iyi amaçlarla kurulup sonradan yön değiştiren “Yeşil Ordu” bunlardan biriydi.
Bu örgüte, “Çerkez Etem Kardeşler”de girecek ve bu üçlünün buyurucu istekleri yerine getirilmeyince, onlar da ordu birliklerine “Yunan’la birleşip” saldırıya geçerlerse de gereken yanıt verilir, tabana kuvvet kaçarlarken takip edilirler; işte tam bu sıralarda Meclis’te yapılan “gizli” oturumda, Atatürk -kimi milletvekillerince- inceden inceye “sorgu”ya çekilmektedir, “Etem Kardeşler”in “üzerine gidilmesiyle” ilgili olarak...
Ne dersiniz bunlara? Nasıl bir Meclis bu? Atatürk niye kapatmaz (!) ki? Hadi kapatmadı, hiç olmazsa sesini, soluğunu kesse ya...
Değerli dostlar bunlar bir yana, bu gizli oturumun ardından yapılan toplantıda, Atatürk olan biteni bir bir anlatırken, “Etem, Tevfik ve Reşit Beyler” dediğinde, milletvekilleri: “Artık ‘Bey’ demeyiniz! ‘Hain’ deyiniz!” uyarısında bulununca, milletvekillerine: “Ben, ‘Etem ve Tevfik hainleri’ diyeceğim ama, ‘Büyük Millet Meclisi’nin üyesi kimliği taşıyan ‘Reşit Bey’ için bu sözü kullanmak zorundayım” der; “Bey” demesini böyle vurguladıktan sonra da, “Meclis’e duyduğum saygıdan dolayı!” diyerekte nedenini ortaya koyar.
Bilmem ki ne söylemeli değerli dostlar?
Önderliğinde yaratılan “TC Devleti”nin, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda bugün oturmakta olanın, “TBMM”yi, “ha var, ha yok” çizgisine indirgemesine, şaştığı ve kızdığı denli kızmazdı, “a..y..ş” demesine...
Ama -sistem, sistem diyerek-“TBMM”yi, halkı temsil eden “140 yıllık” temel kurumu “Pranga” olarak dile getirmesine, “ne derdi ne yapardı?” diye sormaya gerek yok sanırım; çünkü Atatürk halkına inanırdı; günümüzde yanıt, “16 Nisan”da, “Hayır!”larla verilecek... Öyle değil mi?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
“Kurtuluş Savaşı”nın başlangıç döneminin adımlarından olan “Erzurum ve Sivas Kongreleri”nde saptanan ilkeler, “Osmanlı Mebusan Meclisi”nde görüşülüp pekiştirilerek “Misakı Milli” adı altında özetlenip, “17 Şubat 1920”de kabul edilir.
Altı maddeden oluşan “Misakı Milli”nin temeli, “yurdun bütünlüğünün ve ulusun bağımsızlığının” sağlanmasıydı.
Bu ilkeler, “Büyük Millet Meclisi”nce de kabul edilecekti. Meclis’te, bu temel koşulları sağlayacak bir “barış”ın elde edilmesine doğru yapılan çalışmalar, oldukça “birlik” içinde hızla yürütülür.
Ne var ki, zamanla durum değişir, gelinen -daha doğrusu- oluşturulan bu süreci “Atatürk” “Söylev”de (Nutuk) şöyle: “Zaman geçtikçe Meclis’te birlik olarak çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler doğmaya başladı. En önemsiz konularda bile, oylar dağılıyor, Meclis’ten iş çıkamıyordu. Kimi üyeler buna bir çıkar yol bulmak için ‘1920’ yılı ortalarında birtakım örgütler kurmaya kalkıştılar” diyerek ortaya koyar; bunların belli başlılarının adlarını da verir: “Tenasüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaai Hukuk Zümresi, Halk Zümresi, Islahat Grubu” gibi. Üstelik bunların dışında, adsız olarak oluşturulmuş birçok küçük örgüt de Meclis’tedir.
Çoğunlukla yapay gruplaştırmalarla, mini örgütlerle, kimi üyelerce Meclis’te oluşturulmak istenen ortamı Atatürk: “Sayıları çok üyeleri az olan bu gruplar (...) birbirlerini dinlememek yüzünden, Meclis’te neredeyse bir kargaşa nedeni olmaya başlamışlardı; bu tutumları toplantılara katılmalarını da zorlaştırıyordu” der.
Meclis’teki durum kısaca böyle; Meclis dışına, ülkenin durumuna şöyle bir değinilirse, ilk söylenecek olan savaşın sürdüğüdür, üstelik kanlı “Anzavur, Delibaş İsyanları” gibi türlü başkaldırılarla birlikte... Ayrıca bu isyanların, “Yunan” savaş cephesinden çekip gönderilen askeri birliklerle bastırıldığı da anımsanmalı.
Dahası, “Padişah”ın askerliği kaldırdığını bildiren, böylece ordu erlerini ayartan, silahlarını bırakıp köyüne, evine dönmesi için çalışan kuruluşlar da türemişti; iyi amaçlarla kurulup sonradan yön değiştiren “Yeşil Ordu” bunlardan biriydi.
Bu örgüte, “Çerkez Etem Kardeşler”de girecek ve bu üçlünün buyurucu istekleri yerine getirilmeyince, onlar da ordu birliklerine “Yunan’la birleşip” saldırıya geçerlerse de gereken yanıt verilir, tabana kuvvet kaçarlarken takip edilirler; işte tam bu sıralarda Meclis’te yapılan “gizli” oturumda, Atatürk -kimi milletvekillerince- inceden inceye “sorgu”ya çekilmektedir, “Etem Kardeşler”in “üzerine gidilmesiyle” ilgili olarak...
Ne dersiniz bunlara? Nasıl bir Meclis bu? Atatürk niye kapatmaz (!) ki? Hadi kapatmadı, hiç olmazsa sesini, soluğunu kesse ya...
Değerli dostlar bunlar bir yana, bu gizli oturumun ardından yapılan toplantıda, Atatürk olan biteni bir bir anlatırken, “Etem, Tevfik ve Reşit Beyler” dediğinde, milletvekilleri: “Artık ‘Bey’ demeyiniz! ‘Hain’ deyiniz!” uyarısında bulununca, milletvekillerine: “Ben, ‘Etem ve Tevfik hainleri’ diyeceğim ama, ‘Büyük Millet Meclisi’nin üyesi kimliği taşıyan ‘Reşit Bey’ için bu sözü kullanmak zorundayım” der; “Bey” demesini böyle vurguladıktan sonra da, “Meclis’e duyduğum saygıdan dolayı!” diyerekte nedenini ortaya koyar.
Bilmem ki ne söylemeli değerli dostlar?
Önderliğinde yaratılan “TC Devleti”nin, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda bugün oturmakta olanın, “TBMM”yi, “ha var, ha yok” çizgisine indirgemesine, şaştığı ve kızdığı denli kızmazdı, “a..y..ş” demesine...
Ama -sistem, sistem diyerek-“TBMM”yi, halkı temsil eden “140 yıllık” temel kurumu “Pranga” olarak dile getirmesine, “ne derdi ne yapardı?” diye sormaya gerek yok sanırım; çünkü Atatürk halkına inanırdı; günümüzde yanıt, “16 Nisan”da, “Hayır!”larla verilecek... Öyle değil mi?
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder