Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hollanda krizi gündemli
referandum kampanyası açıklamalarından öğreniyoruz. Krizin odağındaki
kadın bakan Fatma Betül Sayın Kaya kızı gibi yakın. Elinde yetişmiş.
Kriz gecesinin canlı yayınlarında kalabalıkların arasında yolunu kesen
Hollandalı resmi görevlilerle çatır çatır kavga ediyor. Direniyor. Bakan
olarak elçiliğe gitmek istediğini, yolunun kesilemeyeceğini söylüyor..
En çok Bakan olarak yolunun kesilmesinin haksız, hukuksuz olduğunu vurgulayan cümlelerle çıkışlar yapıyor. Dünyada örneği yaşanmamış demokrasi ayıbı bir suç işlenmekte olduğu uyarısında bulunuyor. Elçiyle görüşmek hakkının engellenemeyeceği anlamına gelen uyarıları oluyor.
Yine kameralara yansıyan durum değerlendirmelerinde Bakan olarak yolundan geri dönmeyeceği anlamında vurgulamaları sık sık yinelerken, ülke toprağı elçiliğe gitmekten alıkonamayacağının sürekli altını çiziyor, gerekirse ölümü göze aldığı anlamında benzer cümleler kuruyor..
Biz de kuşkusuz AB, demokrasinin beşiği ülkelerde Bakanlarımıza yönelik yasaklamaları kınama noktasındayız. Ayıplı yasaklamalar, onur kırıcı polisiye önlemler, yol kesmelerle, zorla alıkoymalarla, uluslararası ilişkilerde yaşanmamış, geleneklere aykırı, taciz üslubuna vardırılmış polisiye ilkel kaba güç gösterileriyle kastın ne olduğunu yorumlamak zor, bir o kadar da ülkemiz adına onur kırıcı. Hayırcı kampanyalarda söz söyleyen tüm siyasetçi cephesinin, Erdoğan-Hükümet cephesinden gelen “hak edilen tepkilerin, karşılıkların verileceği..” sözlerinin tutulması, sözde kalmaması beklentileri çok haklı. Devletin saygınlığının korunmasının şakası yoktur. Ödenecek bedelleri hem çok ağır olur, hem de gelecek kuşaklar için de hepimizi bağlar.
Türkiye’nin bunca yaşamsal sorunları katlanmış olarak, yasama-yürütme-yargı, demokratik örgütlü güçlerin bağımsız erkler ayrılığı ayaklar altına alınmış olarak.. İktidarlarının sivil diktatoryal otoriterliğinde istenip de yapılmamış hiçbir güç kullanımı, iş söz konusu olmaksızın gelinen bir noktadayız.
Bu acımasız terör, Suriye, Irak sınır ötesi sıcak iç savaş bataklıkları, dünya güç paylaşım dengeleri kaosuna çekilmiş, dünyanın en büyük, acımasız kanlı çatışmalarının göç yükünü bir başına sırtlanmış olarak, fiili olarak kullanılan otoriterleşme gücüne daha ne katılabilir ki?
En olumsuz koşullar zorlanarak referanduma gidişte, Meclis’ten geçirilen bir benzeri olmayan diktatoryal metnin oylama süreçlerinin her aşamasını kapsayan bu kadar ağır hukuksuz baskılar, hukuksuz haksız, eşitsiz kampanya süreçleri neden?
Hukuksuz, diktatoryal güç kullanımında dahi, en son FETÖ’cü darbe girişimi ile bu düzeni siyaset arenasında sürdürebilme koşullarının ortadan kalkmış olması olmasın sakın?
Şükran Soner / CUMHURİYET
En çok Bakan olarak yolunun kesilmesinin haksız, hukuksuz olduğunu vurgulayan cümlelerle çıkışlar yapıyor. Dünyada örneği yaşanmamış demokrasi ayıbı bir suç işlenmekte olduğu uyarısında bulunuyor. Elçiyle görüşmek hakkının engellenemeyeceği anlamına gelen uyarıları oluyor.
Yine kameralara yansıyan durum değerlendirmelerinde Bakan olarak yolundan geri dönmeyeceği anlamında vurgulamaları sık sık yinelerken, ülke toprağı elçiliğe gitmekten alıkonamayacağının sürekli altını çiziyor, gerekirse ölümü göze aldığı anlamında benzer cümleler kuruyor..
***
Yandaş medyanın Hollanda’da yaşanan büyük kriz
gecesine ilişkin kahramanca direnişin manşetlerinin ayrıntılı haber ve
bilgilendirmelerinin içinden öğrendiklerimiz çok daha anlamlı.. Bakanın
Hollanda sınırını geçişi çok renkli... Uluslararası hukuk, geleneklere
uygun bildirim, izin alınması yapılmamış. Habersiz girişte aldatmacalı
taktik olarak, hangisinin içinde olduğunun anlaşılamaması amaçlı aynısı
iki araç ve konvoylu girişten yararlanılmş.. Biz de kuşkusuz AB, demokrasinin beşiği ülkelerde Bakanlarımıza yönelik yasaklamaları kınama noktasındayız. Ayıplı yasaklamalar, onur kırıcı polisiye önlemler, yol kesmelerle, zorla alıkoymalarla, uluslararası ilişkilerde yaşanmamış, geleneklere aykırı, taciz üslubuna vardırılmış polisiye ilkel kaba güç gösterileriyle kastın ne olduğunu yorumlamak zor, bir o kadar da ülkemiz adına onur kırıcı. Hayırcı kampanyalarda söz söyleyen tüm siyasetçi cephesinin, Erdoğan-Hükümet cephesinden gelen “hak edilen tepkilerin, karşılıkların verileceği..” sözlerinin tutulması, sözde kalmaması beklentileri çok haklı. Devletin saygınlığının korunmasının şakası yoktur. Ödenecek bedelleri hem çok ağır olur, hem de gelecek kuşaklar için de hepimizi bağlar.
***
Yeri gelmişken birinci ağızdan evetçiler
cephesinden gelen kimi utanç verici referandum taktiklerini yok
sayamayacağız. Derler ki, Erdoğan liderliği, AKP seçim taktikleri
başarıları odağında hep mağduriyet, cepheleştirme, hedef düşman
yaratmaların önceliği oldu.. Türkiye’nin bunca yaşamsal sorunları katlanmış olarak, yasama-yürütme-yargı, demokratik örgütlü güçlerin bağımsız erkler ayrılığı ayaklar altına alınmış olarak.. İktidarlarının sivil diktatoryal otoriterliğinde istenip de yapılmamış hiçbir güç kullanımı, iş söz konusu olmaksızın gelinen bir noktadayız.
Bu acımasız terör, Suriye, Irak sınır ötesi sıcak iç savaş bataklıkları, dünya güç paylaşım dengeleri kaosuna çekilmiş, dünyanın en büyük, acımasız kanlı çatışmalarının göç yükünü bir başına sırtlanmış olarak, fiili olarak kullanılan otoriterleşme gücüne daha ne katılabilir ki?
En olumsuz koşullar zorlanarak referanduma gidişte, Meclis’ten geçirilen bir benzeri olmayan diktatoryal metnin oylama süreçlerinin her aşamasını kapsayan bu kadar ağır hukuksuz baskılar, hukuksuz haksız, eşitsiz kampanya süreçleri neden?
Hukuksuz, diktatoryal güç kullanımında dahi, en son FETÖ’cü darbe girişimi ile bu düzeni siyaset arenasında sürdürebilme koşullarının ortadan kalkmış olması olmasın sakın?
Şükran Soner / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder