(I)
16 Nisan halk oylamasında HAYIR demek için, sadece Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yapılmak istenenlerle günümüzde olanları karşılaştırmak yetiyor.
Örneğin 29 Ekim1923’te Cumhuriyet ilan edilince bakanlık, “Eğitim Andı” adlı bir genelge yayımlıyor. Bu genelgede eğitimin amacı kısaca, halkçı, devrimci, laik ve bilimsel bilgilerle donanmış cumhuriyetçi yurttaşlar yetiştirmek olarak açıklanıyor (Bkz. Ö. Ozankaya, Cumhuriyet çınarı, 1995, Kültür Bakanlığı.)
Bilindiği gibi Cumhuriyet ilanından hemen sonraki önemli gelişim ve dönüşümlerin bir bölümü 1924 yılında yaşanmıştır. 3 Mart 1924 günü üç devrim yasası birden kabul edilmiştir. O gün çıkarılan 429 sayılı yasa ile Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ile Genelkurmay Bakanlığı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti) kaldırılmış, bunların yerine bakanlar kurulunun dışında kalacak şekilde sırasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile Genelkurmay Başkanlığı oluşturulmuştur. 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası ile Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’nca ya da yerli/yabancı vakıflar tarafından yürütülen tüm okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, sıbyan mektepleri ile medreseler kapatılmış, bilimsel ve halkçı eğitimin önü açılmıştır. Kapatılan medreselerden 29’u, Sünni-Hanefi kesimin dini hizmetlerini yerine getirecek imamları yetiştirmek üzere imam hatip okuluna ve bir tanesi de ilahiyat okuluna dönüştürülmüştür. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla da, hilafet kaldırılıp Osmanlı hanedanı yurt dışına gönderilmiştir. Bilindiği gibi bu üç yasa, Anayasa’ya göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek devrim yasalarıdır.
13 Mart 1924′de kabul edilen 439 sayılı yasa ile orta dereceli okul öğretmenlerinin mesleki güvenceleri sağlanmıştır.
24 Ağustos 1924’te Türkiye Öğretmenler Birliği Kongresine M. Kemal’in şu sözleri damga vurmuştur: “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. ...Cumhuriyet, sizden ‘fikri hür, vicdani hür, irfanı hür’ nesiller ister.” 22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere hitaben de “En hakiki mürşit ilimdir” demiştir.
1924’te Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, Etnografya Müzesi ve Güzel Sanatlar Akademisi açılmış, Darülfünun’a tüzel kişilik[1] tanınmıştır. İlk çocuk hakları bildirgesi, 1917 yılında, Ekim Devriminin ardından Moskova’da gündeme gelmiş ve 1924 yılında Milletler Cemiyeti, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi’ni[2] kabul etmiş ve aynı yıl Türkiye de bu bildirgeyi imzalamıştır.
Ancak günümüzde, Cumhuriyetin tüm kazanımları bir bir yok edilmektedir. Eğitimin amacı, halkçı, devrimci, laik ve cumhuriyetçi yurttaşlar yetiştirmek yerine cemaatlere kapılanmış, padişah/halife hayran kul yetiştirmeye dönüşmüştür. Cumhuriyet geleceğin insanını yetiştirmeyi amaçlamışken günümüzde geçmişe dönük insan yetiştirilmeye kalkışılmıştır.
Günümüzde, DİB Sünni kesime yönelik dini hizmetleri yerine getirecek bir kurum olmaktan çıkarılıp topluma dinsel yaşamı dayatan temel bir kurum haline getirilmiştir. Diyanetin bakanlığa dönüştürülmesi an meselesidir. OHAL uygulamasıyla kuvvet komutanları savunma bakanına bağlanarak genelkurmay başkanlığı göstermelik bir konuma düşürülmüştür. Dolayısıyla 429 sayılı devrim yasası, günümüzde yok hükmündedir.
Günümüzde, imam hatipler ana akım okulu haline getirilmiştir. Laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılmıştır. 2015’te kurulan Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesini Güçlendirme Vakfı’na, DİB’e ve 2016’da kurulan Türkiye Maarif Vakfı’na, bakanlığa alternatif eğitim etkinlikleri düzenleme yetkisi verilmiştir. Ayrıca sıbyan mektebi ve medrese adı verilen ne olduğu belirsiz kurumların açılmasına göz yumulmaktadır. Bu gelişmeler, 430 sayılı öğretim birliği yasasının da yok hükmüne indirgendiğini göstermektedir.
Günümüzde, ilgili yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle, AKP yandaşı olmayanların öğretmen olarak atanması ve öğretmen olarak çalışması neredeyse imkansız hale getirilmiştir.
Günümüzün yetkilileri, en hakiki mürşidin bilim değil, inanç olduğunu sanmakta ve bu anlayışı topluma dayatmaktadırlar. Öğretmenin “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” nesiller değil de, “dininin ve kininin davacısı olacak” nesiller yetiştirmesini istemektedirler.
Günümüzün yetkilileri, tarihi gerçeklerle resim, müzik, heykel ve tiyatro gibi güzel sanatları yadsıdıkları gibi, çocuk haklarını da yadsımaktadırlar. Son yıllarda, kayıp çocuk sayısı tavan yaptığı gibi, çocuklara yönelik cinsel istismar da, çocuk yaşta evlendirmeler de tavan yapmıştır. TEOG’da başarı gösteremeyen çocuk, imam hatip ya da açık lise gibi hiç istemediği alanlarda okumak zorunda bırakılmıştır.
16 Nisan halkoylamasında evet çıkması durumunda, başkan olacak kişi, padişah ve halife yetkileriyle donatılmış, dolayısıyla 431 sayılı yasa da rafa kalkmış olacaktır.
Bizi biz olmaktan çıkaracak gidişatı engellemenin ve çocuklarımızla geleceğimize sahip çıkmanın yolu, 16 Nisan’da HAYIR demekten geçmektedir.
okcabolr@gamil.com
[1] Hukukta, kendine özgü bir varlığı ya da belirli bir amacı bulunan kurumlara verilen ad.
[2] Bu bildirge Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 20 Kasım 1959 tarihinde BM Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncellenmiş ve 20 Kasım 1989 tarihinde de, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme haline getirilmiştir.
***
(II)
Kızlarımızın ve kadınlarımızın özgürlüklerini daha fazla kaybetmemeleri için de HAYIR demeliyiz.
Bilindiği gibi Osmanlıda kadının bir kıymeti harbiyesi yoktur. Erkekler dört kadınla evlenebilmekte, kadının pek miras hakkı bulunmamakta, iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk gelmektedir. Cariyelik vardır ve padişahın hareminde olan cariye sayısı akıl-almaz sayılardadır. Cumhuriyet rejimi, 1926’da kişi hukuku, evlilik hukuku, eşya hukuku ve miras hukukunu düzenleyen ve Osmanlıdaki bu eşitsizlikleri ortadan kaldıran medeni kanunu çıkarmıştır. Osmanlının neredeyse bir meta olarak gördüğü kadın, boşanma, boşandığında nafaka alma, seçme ve seçilme gibi gerçek ve hak ettiği değerine kavuşmuştur.
Osmanlıda kızların çok küçük bir kısmı sıbyan mektebine gidebilmekte, medreseye kız öğrenci de alınmamaktadır. Osmanlı kızların gidebileceği ortaokulu ilk kez 1800’lerin ortalarında açmıştır. Osmanlı 1863’te açtığı üniversiteye de kızları almamıştır. Ta 1914’te kızlar için inas darülfünun açılmıştır. Ancak inaslı kızlar, Osmanlıdan ileride olduklarını göstermiş, darülfünun hocaları kız ve erkeklerin karışık olarak öğrenim görmesini benimsemesi üzerine başlayan tartışmalar devam ederken, karma eğitimi savunarak kendilerine ayrılan dersleri boykot edip erkek öğrencilere verilen derslere katılmaya başlamışlardır. Darülfünun Divanı da 16, Eylül 1921 tarihli kararı ile bu oldubittiyi kabul etmiştir. Cumhuriyet rejimi, karma eğitimi yaygınlaştırarak ve Osmanlının son döneminde ancak öğretmen olabilen kadıların, hakim, savcı, mühendis, …, vali, başbakan ve cumhurbaşkanı olma yolunu açarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin temelleri atılmıştır.
1910 yılında Kopenhag’da toplanan II. Enternasyonal, ABD’de greve çıkan 40.000 dokuma işçisi kadından 129’unun patronun neden olduğu yangında hayatlarını kaybettiği 8 Mart'ın (1857) “Dünya Kadınlar Günü” olmasını önermiştir. 8 Mart, Kurtuluş Savaşı sırasında 1921’de Osmanlıdan çok ileride olduklarını gösteren komünist kadınlar tarafından Ankara’da ilk kez anılmıştır. Birleşmiş Milletler,16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etmiştir. 8 Mart, kadınların binlerce yıldır yaşadıkları acıları düşünme, cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkma ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin benimsenmesinin yeniden vurgulama günüdür. Ancak piyasacı ve gerici iktidarların kadınla arası iyi olmadığı gibi, 8 Mart anlayışıyla da arası iyi değildir. Günümüzde küçük yaşta kızların evlendirilmesi teşvik edilerek, lise öğrencisine evlenme hakkı verilerek, kadını kuluçka makinesiymiş gibi görerek ondan 3-5 çocuk yapması ve toplumsal yaşamdan koparılıp eve kapanması istenmektedir. Bakan Mehmet Şimşek’e göre kadınlar iş aradığından işsizlik oranı yüksektir. Bakan Veysel Eroğlu, iş arayan kadına, “Evdeki işler yetmiyor mu?” demektedir. Kadın erkek eşitliğine “Eşitsizlik kadının fıtratında var “ diyerek karşı çıkılmaktadır. Bilgi Üniversitesi’nde 8 Mart masası açan öğrencilere tekbir getirilerek saldırılması ve güvenlik güçlerinin bu tür olaylara seyirci kalması, kadın düşmanlığını bir başka göstergesidir.
Medeni kanuna göre 17 yaşını doldurmayanlar evlenemese de, AKP iktidarında çocuk yaşta evlilikler her yıl artmaktadır. Pek çok AKP’li ya da yandaşları her fırsatta, küçük yaşta kızların evlenebileceğinden dem vurmaktadır. AKP tecavüze uğrayan kadının kürtaj yaptırmasına da karşıdır. Meclisteki İnsan Hakları Komisyonunun AKP’li başkanı, tecavüzcünün, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum olduğunu söyleyebilmektedir.
Araştırmalara göre kadınlarımızın yüzde 70’ten fazlası mutlu değildir. Kadınların 2016’da yüzde 44,7’si ve 2017’de de yüzde 53’ şiddet gördüğünü söylemektedir. 2017’de erkeklerin yüzde 57’si kadının şiddet gördüğünü kabul etmektedir. Çocuk evliliğine karşı çıkanların oranı son bir yılda yüzde 75’ten yüzde 70’e düşmüştür. Sivas’ta polisin, üniversiteden hamile olma ihtimali olan öğrencilerin listesini isteme densizliği kadın düşmanlığının ne boyutlara ulaştığını göstermektedir. Kızlarımızın ve kadınlarımızın cumhuriyet sayesinde kazandığı hakları korunması, ancak kadına değer veren ve toplumsal cinsiyet eşitliğini benimseyen anlayış ve uygulamalarla mümkündür. Bunu yolu da, 16 Nisan’da HAYIR demekten geçmektedir.
16 Nisan’da HAYIR demezsek, AKP’nin tecavüz mağdurunu, tecavüz edenle evlendirme düşüncesi gerçekleşecektir. Tecavüz edilen kadın, ya tecavüz edenle evlendirilerek ya da kürtaj yapması yasaklanıp tecavüz sonucu doğan çocuğuyla birlikte ölene kadar acı içinde yaşamaya mahkum edilecektir. Kadının eve kapanması, çocuk yaşta evlendirmeler, kadın cinayetleri, başı açık kadınların türbana girmesi çok daha hızlanacaktır.
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gamil.com
16 Nisan halk oylamasında HAYIR demek için, sadece Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yapılmak istenenlerle günümüzde olanları karşılaştırmak yetiyor.
Örneğin 29 Ekim1923’te Cumhuriyet ilan edilince bakanlık, “Eğitim Andı” adlı bir genelge yayımlıyor. Bu genelgede eğitimin amacı kısaca, halkçı, devrimci, laik ve bilimsel bilgilerle donanmış cumhuriyetçi yurttaşlar yetiştirmek olarak açıklanıyor (Bkz. Ö. Ozankaya, Cumhuriyet çınarı, 1995, Kültür Bakanlığı.)
Bilindiği gibi Cumhuriyet ilanından hemen sonraki önemli gelişim ve dönüşümlerin bir bölümü 1924 yılında yaşanmıştır. 3 Mart 1924 günü üç devrim yasası birden kabul edilmiştir. O gün çıkarılan 429 sayılı yasa ile Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ile Genelkurmay Bakanlığı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti) kaldırılmış, bunların yerine bakanlar kurulunun dışında kalacak şekilde sırasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile Genelkurmay Başkanlığı oluşturulmuştur. 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası ile Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’nca ya da yerli/yabancı vakıflar tarafından yürütülen tüm okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, sıbyan mektepleri ile medreseler kapatılmış, bilimsel ve halkçı eğitimin önü açılmıştır. Kapatılan medreselerden 29’u, Sünni-Hanefi kesimin dini hizmetlerini yerine getirecek imamları yetiştirmek üzere imam hatip okuluna ve bir tanesi de ilahiyat okuluna dönüştürülmüştür. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla da, hilafet kaldırılıp Osmanlı hanedanı yurt dışına gönderilmiştir. Bilindiği gibi bu üç yasa, Anayasa’ya göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek devrim yasalarıdır.
13 Mart 1924′de kabul edilen 439 sayılı yasa ile orta dereceli okul öğretmenlerinin mesleki güvenceleri sağlanmıştır.
24 Ağustos 1924’te Türkiye Öğretmenler Birliği Kongresine M. Kemal’in şu sözleri damga vurmuştur: “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. ...Cumhuriyet, sizden ‘fikri hür, vicdani hür, irfanı hür’ nesiller ister.” 22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere hitaben de “En hakiki mürşit ilimdir” demiştir.
1924’te Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, Etnografya Müzesi ve Güzel Sanatlar Akademisi açılmış, Darülfünun’a tüzel kişilik[1] tanınmıştır. İlk çocuk hakları bildirgesi, 1917 yılında, Ekim Devriminin ardından Moskova’da gündeme gelmiş ve 1924 yılında Milletler Cemiyeti, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi’ni[2] kabul etmiş ve aynı yıl Türkiye de bu bildirgeyi imzalamıştır.
Ancak günümüzde, Cumhuriyetin tüm kazanımları bir bir yok edilmektedir. Eğitimin amacı, halkçı, devrimci, laik ve cumhuriyetçi yurttaşlar yetiştirmek yerine cemaatlere kapılanmış, padişah/halife hayran kul yetiştirmeye dönüşmüştür. Cumhuriyet geleceğin insanını yetiştirmeyi amaçlamışken günümüzde geçmişe dönük insan yetiştirilmeye kalkışılmıştır.
Günümüzde, DİB Sünni kesime yönelik dini hizmetleri yerine getirecek bir kurum olmaktan çıkarılıp topluma dinsel yaşamı dayatan temel bir kurum haline getirilmiştir. Diyanetin bakanlığa dönüştürülmesi an meselesidir. OHAL uygulamasıyla kuvvet komutanları savunma bakanına bağlanarak genelkurmay başkanlığı göstermelik bir konuma düşürülmüştür. Dolayısıyla 429 sayılı devrim yasası, günümüzde yok hükmündedir.
Günümüzde, imam hatipler ana akım okulu haline getirilmiştir. Laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılmıştır. 2015’te kurulan Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesini Güçlendirme Vakfı’na, DİB’e ve 2016’da kurulan Türkiye Maarif Vakfı’na, bakanlığa alternatif eğitim etkinlikleri düzenleme yetkisi verilmiştir. Ayrıca sıbyan mektebi ve medrese adı verilen ne olduğu belirsiz kurumların açılmasına göz yumulmaktadır. Bu gelişmeler, 430 sayılı öğretim birliği yasasının da yok hükmüne indirgendiğini göstermektedir.
Günümüzde, ilgili yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişikliklerle, AKP yandaşı olmayanların öğretmen olarak atanması ve öğretmen olarak çalışması neredeyse imkansız hale getirilmiştir.
Günümüzün yetkilileri, en hakiki mürşidin bilim değil, inanç olduğunu sanmakta ve bu anlayışı topluma dayatmaktadırlar. Öğretmenin “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” nesiller değil de, “dininin ve kininin davacısı olacak” nesiller yetiştirmesini istemektedirler.
Günümüzün yetkilileri, tarihi gerçeklerle resim, müzik, heykel ve tiyatro gibi güzel sanatları yadsıdıkları gibi, çocuk haklarını da yadsımaktadırlar. Son yıllarda, kayıp çocuk sayısı tavan yaptığı gibi, çocuklara yönelik cinsel istismar da, çocuk yaşta evlendirmeler de tavan yapmıştır. TEOG’da başarı gösteremeyen çocuk, imam hatip ya da açık lise gibi hiç istemediği alanlarda okumak zorunda bırakılmıştır.
16 Nisan halkoylamasında evet çıkması durumunda, başkan olacak kişi, padişah ve halife yetkileriyle donatılmış, dolayısıyla 431 sayılı yasa da rafa kalkmış olacaktır.
Bizi biz olmaktan çıkaracak gidişatı engellemenin ve çocuklarımızla geleceğimize sahip çıkmanın yolu, 16 Nisan’da HAYIR demekten geçmektedir.
okcabolr@gamil.com
[1] Hukukta, kendine özgü bir varlığı ya da belirli bir amacı bulunan kurumlara verilen ad.
[2] Bu bildirge Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 20 Kasım 1959 tarihinde BM Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncellenmiş ve 20 Kasım 1989 tarihinde de, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme haline getirilmiştir.
***
(II)
Kızlarımızın ve kadınlarımızın özgürlüklerini daha fazla kaybetmemeleri için de HAYIR demeliyiz.
Bilindiği gibi Osmanlıda kadının bir kıymeti harbiyesi yoktur. Erkekler dört kadınla evlenebilmekte, kadının pek miras hakkı bulunmamakta, iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk gelmektedir. Cariyelik vardır ve padişahın hareminde olan cariye sayısı akıl-almaz sayılardadır. Cumhuriyet rejimi, 1926’da kişi hukuku, evlilik hukuku, eşya hukuku ve miras hukukunu düzenleyen ve Osmanlıdaki bu eşitsizlikleri ortadan kaldıran medeni kanunu çıkarmıştır. Osmanlının neredeyse bir meta olarak gördüğü kadın, boşanma, boşandığında nafaka alma, seçme ve seçilme gibi gerçek ve hak ettiği değerine kavuşmuştur.
Osmanlıda kızların çok küçük bir kısmı sıbyan mektebine gidebilmekte, medreseye kız öğrenci de alınmamaktadır. Osmanlı kızların gidebileceği ortaokulu ilk kez 1800’lerin ortalarında açmıştır. Osmanlı 1863’te açtığı üniversiteye de kızları almamıştır. Ta 1914’te kızlar için inas darülfünun açılmıştır. Ancak inaslı kızlar, Osmanlıdan ileride olduklarını göstermiş, darülfünun hocaları kız ve erkeklerin karışık olarak öğrenim görmesini benimsemesi üzerine başlayan tartışmalar devam ederken, karma eğitimi savunarak kendilerine ayrılan dersleri boykot edip erkek öğrencilere verilen derslere katılmaya başlamışlardır. Darülfünun Divanı da 16, Eylül 1921 tarihli kararı ile bu oldubittiyi kabul etmiştir. Cumhuriyet rejimi, karma eğitimi yaygınlaştırarak ve Osmanlının son döneminde ancak öğretmen olabilen kadıların, hakim, savcı, mühendis, …, vali, başbakan ve cumhurbaşkanı olma yolunu açarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin temelleri atılmıştır.
1910 yılında Kopenhag’da toplanan II. Enternasyonal, ABD’de greve çıkan 40.000 dokuma işçisi kadından 129’unun patronun neden olduğu yangında hayatlarını kaybettiği 8 Mart'ın (1857) “Dünya Kadınlar Günü” olmasını önermiştir. 8 Mart, Kurtuluş Savaşı sırasında 1921’de Osmanlıdan çok ileride olduklarını gösteren komünist kadınlar tarafından Ankara’da ilk kez anılmıştır. Birleşmiş Milletler,16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etmiştir. 8 Mart, kadınların binlerce yıldır yaşadıkları acıları düşünme, cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkma ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin benimsenmesinin yeniden vurgulama günüdür. Ancak piyasacı ve gerici iktidarların kadınla arası iyi olmadığı gibi, 8 Mart anlayışıyla da arası iyi değildir. Günümüzde küçük yaşta kızların evlendirilmesi teşvik edilerek, lise öğrencisine evlenme hakkı verilerek, kadını kuluçka makinesiymiş gibi görerek ondan 3-5 çocuk yapması ve toplumsal yaşamdan koparılıp eve kapanması istenmektedir. Bakan Mehmet Şimşek’e göre kadınlar iş aradığından işsizlik oranı yüksektir. Bakan Veysel Eroğlu, iş arayan kadına, “Evdeki işler yetmiyor mu?” demektedir. Kadın erkek eşitliğine “Eşitsizlik kadının fıtratında var “ diyerek karşı çıkılmaktadır. Bilgi Üniversitesi’nde 8 Mart masası açan öğrencilere tekbir getirilerek saldırılması ve güvenlik güçlerinin bu tür olaylara seyirci kalması, kadın düşmanlığını bir başka göstergesidir.
Medeni kanuna göre 17 yaşını doldurmayanlar evlenemese de, AKP iktidarında çocuk yaşta evlilikler her yıl artmaktadır. Pek çok AKP’li ya da yandaşları her fırsatta, küçük yaşta kızların evlenebileceğinden dem vurmaktadır. AKP tecavüze uğrayan kadının kürtaj yaptırmasına da karşıdır. Meclisteki İnsan Hakları Komisyonunun AKP’li başkanı, tecavüzcünün, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum olduğunu söyleyebilmektedir.
Araştırmalara göre kadınlarımızın yüzde 70’ten fazlası mutlu değildir. Kadınların 2016’da yüzde 44,7’si ve 2017’de de yüzde 53’ şiddet gördüğünü söylemektedir. 2017’de erkeklerin yüzde 57’si kadının şiddet gördüğünü kabul etmektedir. Çocuk evliliğine karşı çıkanların oranı son bir yılda yüzde 75’ten yüzde 70’e düşmüştür. Sivas’ta polisin, üniversiteden hamile olma ihtimali olan öğrencilerin listesini isteme densizliği kadın düşmanlığının ne boyutlara ulaştığını göstermektedir. Kızlarımızın ve kadınlarımızın cumhuriyet sayesinde kazandığı hakları korunması, ancak kadına değer veren ve toplumsal cinsiyet eşitliğini benimseyen anlayış ve uygulamalarla mümkündür. Bunu yolu da, 16 Nisan’da HAYIR demekten geçmektedir.
16 Nisan’da HAYIR demezsek, AKP’nin tecavüz mağdurunu, tecavüz edenle evlendirme düşüncesi gerçekleşecektir. Tecavüz edilen kadın, ya tecavüz edenle evlendirilerek ya da kürtaj yapması yasaklanıp tecavüz sonucu doğan çocuğuyla birlikte ölene kadar acı içinde yaşamaya mahkum edilecektir. Kadının eve kapanması, çocuk yaşta evlendirmeler, kadın cinayetleri, başı açık kadınların türbana girmesi çok daha hızlanacaktır.
Rıfat Okçabol / SOL
okcabolr@gamil.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder