“Evde oturan ölür” diyor bir Çingene sözü. Biliyoruz sözüne sadıktır
Çingeneler, oturmazlar ölüm tuzağı evlerde. Çünkü dünyanın belki de son
özgür ruhlarıdır onlar. Ama bedeli var özgürlüğün. Zaman zaman çok
ağırlaşan bir bedel hem de. Çingeneler yüzyıllardır hiç kimseden hiçbir
şey istemeksizin ödemekteler o bedeli.
Evde oturan ölür… AKP iktidarı bizim Çingeneleri iki oda bir salon TOKİ konutlarına hapsetmeye çalışıyor uzun zamandır. Çingenelerin yaşam biçimine ters, aç gözlülük abidesi ve piyasa harikası o dört duvar içine. Bahçesi yok, penceresi düş geçirmez, bacasız evler… Konuyu bilenler ilgili bakanı uyarmış Çingenelerin yerleştirileceği evlere baca yapılsın diye. Çingene nereden ödeyecek her ay ısınma aidatını? Yanaşmamışlar bu küçük düzenlemeyi yapmaya. Şimdi bütün evler Çingene usulü bacalı.
TOKİ’ci bunlar, rant yaratmaktan ve dağıtmaktan başka bir şey bilmezler. Yıllar önce bir mimar arkadaşım anlatmıştı. Zeyrek’te yıkık dökük bir evde oturan yaşlı karı kocayı alıp Çingeneleri kapattıkları türden yeni bir eve taşımışlar. Bir iki ay sonra yaşlı çift yeni evi terk edip Zeyrek’e geri dönmüş. Bizim yeniye tutkulu muhafazakârlar anlam verememiş bu nankörlüğe. Mimar arkadaşım, “sebebi basit oysa, yaşlı çifte çayı çorbayı mahalleli veriyordu” diyor. Dört duvarı yapıp, içine akıl ve vicdan koymayı başaramayan bir iktidar dönemindeyiz. Kuşsuz, düşsüz, ağaçsız; sade insan doğasına aykırı evler yapıyorlar içlerinde oturalım diye. Dur demezsek bu çılgınlığa, bu yağmaya bir gün hepimizi öldürecekler.
***
Hacer Yıldırım Faggo, gazeteciliğe başladığım yıllarda tanıştığım cevval bir gazeteci arkadaşım. Sektör hepimiz gibi Hacer’i de kustu, attı dışarı. En alttakileri yazardı içindeyken de zaten, işsiz kalınca o da gidip er alttakilerin yanında saf tuttu. Uzun zamandır Türkiye’deki Çingeneler Hacer’den soruluyor. Çünkü onlarla birlikte yatıp, onlarla birlikte kalkıyor. “Yazsana bunları” dedim, “vakit yok ki” dedi. Haklı, soluksuz mücadele istiyor ezilenlerin yanında durmak. AKP her alanda olduğu gibi burada da saldırıda. Yoksul-mazlum Çingeneleri topluyor, ulufe dağıtıyor, reise şiir yazdırıyor, kendi amaçları uyarınca örgütlemeye çalışıyorlar.
E haliyle onlara bakarsan Hacer yıkıcı ve bölücü. Bana sorarsanız giderek azalmakta olan insan neslinin canlı yaşayan nadir örneklerinden biri. Salı günü artık Araplaşmış Talimhane’de karşılaştık, çay içip dertleştik. Domlardan söz etti bana; perişanlıklarından, çektikleri acılardan. Saklamaya çalıştığı çaresizliği ve öfkesi yüzünde acı bir gülümseme olarak tezahür ediyordu.
***
“Dom da ne” diyeceksiniz. Ortadoğu Çingeneleri… Hacer bana kızacak ama “Çingene” benim için toplumdaki ikiyüzlülüğün verdiği anlamı ifade etmedi hiç. İşçi sınıfı, proletarya, plep gibi bir anlamı var benim için Çingenenin. Bundan gocunması gereken Çingeneler değil, sırf farklı diye bu kelimeyi aşağılama ima eder biçimde kullananlar. Zaten işçi sınıfına da “ayak takımı” demiyorlar mı? Onurumuzdur bizim bu aşağılamalar. Çünkü kapitalistin içinde debelendiği alçaklığın yanına bile yaklaşamaz hiçbiri. Ezilen halkların özgür ruhlarıdır Çingeneler. Aşağılamak ne kelime, ancak imrenebiliriz…
Yaklaşık üç milyon Suriyeli göçmen var ülkemizde. 260 bini 10 ildeki 26 toplama kampında yaşıyor. Geriye kalan 2,7 milyon insan ülkenin her yanına dağılmış durumda. Domlar Suriyeli göçmenlerin en alt gurubu. Etnik kökenleri, inançları ve yaşam biçimleri sebebiyle göçmenler arasında da horlanıyor, itiliyor, kakılıyorlar çünkü. Mezhepçi devletin onlara bakışını söylemeye gerek yok.
Bir de şu: Domlar 10-15 aileden oluşan gruplar halinde komünal bir yaşam sürdürmekte. Aralarında dayanışma, birlikte yaşama ve paylaşma geleneği sürüyor. “Kutsal” mülkiyete nanik yapan bir topluluktan söz ediyoruz yani. Bu komünal yaşam onları dış tehditlere karşı da daha dayanıklı bir hale getiriyordu. Suriye’deki savaş Domların bu düzenini de kırıp parçaladı. Şimdi sistem karşısında daha yalnız daha çaresizler. Hacer’in anlattıklarına göre geçici barınma merkezlerinde yaşamak istemiyorlar. Zaten kamptakiler de onları istemiyor. Kamplarda etnik, dinî ya da siyasî kutuplaşmalar; özgürlüklerin kısıtlanması, giriş-çıkışlarda sıkı denetim, izolasyon ve hapsedilme hissi Domlara göre değil. Hepimiz biliyoruz ki o kamplarda ÖSO var, IŞİD var. Yan bakıyorlar Çingenelere. Yanaşmamışlar kamplarda kalmaya haliyle. Dağınık, derme çatma çadırlarda, yıkıntılarda konaklıyorlar. İşleri yok, gelirleri yok, yardımlar onlara ulaşmıyor.
Özetle Suriyeli mülteciler arasında en çok ayrımcılığa maruz kalan kesim Domlar. Avrupa Roman Hakları Merkezi (ERRC) desteğiyle hazırlanan “Suriyeli Dom Mültecilerin Türkiye’deki Durumu: Çaresiz Kalmak” isimli rapor Domların, Suriyeli mültecilerin yaşadıkları sıkıntılara ek olarak, etnik kimlikleri ve yaşam tarzları nedeniyle yetkililer, yerel halk ve diğer Suriyeli mülteciler tarafından ayrımcılığa uğradığını söylüyor. Her yerde böyle; Suriye’de cihatçı katiller “yeterince Müslüman olmadıkları” gerekçesiyle evlerine ve mallarına el koyup, vurup öldürmüşler. Baas rejimi ise yıllardır dışladığı bu topluluğu çetin iç savaş koşullarında göçe zorlanmış. Halep, Şam, Hama, Humus, Lazkiye, İdlip, Rakka, Münbiç, Afrin ve Cizire’den kalkıp Türkiye’ye gelmişler. Pasaportsuz, kimliksiz, kayıtsız… Bir de bakmışlar ki geldikleri yer göçe koyuldukları yerden daha zor. Dedik ya en alttakilerden söz ediyoruz… Kolluk da sevmiyor onları haliyle, yakaladıklarını toplama kamplarının olduğu illere gönderiyor, çadırlarını yakıyor, sınır dışı ediyor. Kalanlar nadiren yardım ya da destek alabiliyorlar. Sağlık hizmeti yok, yemek yok, çocukları okulsuz, aç, susuz...
***
Suriye’de yaşanan iç savaşta da genel kural bozulmadı, Domlar hem rejimin, hem de birbiriyle savaşan değişik grupların ilk hedefi oldu. Kapitalizmin tunç yasasıdır bu. Parçalanan Dom toplulukları ülke içinde değişik yönlere doğru kaçarken selefi katillerin hedefiydiler. Namaz kılmayan, camiye gitmeyen kâfirlerdi onlar nihayetinde. Hayvanlardan daha aşağılıktılar. Kürtleri, Çingeneleri, dinsizleri temizleyip şeriatı getireceklerdi bu kanla yıkadıkları topraklara. Kime, ne için lazımsa artık! Suriye’de savaş başlayınca tarafsız kaldılar her şeye rağmen onlar. Bir yaşlı Dom bu konuda şunları söylüyor: “Ne zaman bunlar birbiriyle savaşsa en çok acıyı biz çekiyoruz. Önce bizim evlerimize saldırıyorlar. Bizi istemiyorlar. Oysa biz sadece ekmeğimizin derdindeyiz. Kimseye, ne onlara ne diğerlerine zararımız olmadı. Ama onlar bizi istemiyorlar.” İstemezler, görmezler, iterler, döverler, öldürürler, hesabını tutmazlar. Alman faşizminin Çingene katliamı yaptığını kim hatırlıyor? Irkçılık, ayrımcılık, yobazlık, şiddet, katliam insanlığı yiyip bitiren bir insanlık hastalığıdır. Bazen milliyetçilik kılığında, bazen din kılığında, mezhep kılığında çıkıp gelir. Ve kan kalır geride.
***
“Kan var batan kelimelerin altında” diyor şair. Ama evet, umulmadık bir gün olabilir bugün. Yolun kıyısında size elini açan yalınayak o esmer kız çocuğunun gözlerine bir de böyle bakın şimdi. Ne görüyorsunuz?
Evet, kan var bütün kelimelerin altında ve mecburuz artık bugünü umulmadık bir gün yapmaya!
Orhan Gökdemir / SOL
Evde oturan ölür… AKP iktidarı bizim Çingeneleri iki oda bir salon TOKİ konutlarına hapsetmeye çalışıyor uzun zamandır. Çingenelerin yaşam biçimine ters, aç gözlülük abidesi ve piyasa harikası o dört duvar içine. Bahçesi yok, penceresi düş geçirmez, bacasız evler… Konuyu bilenler ilgili bakanı uyarmış Çingenelerin yerleştirileceği evlere baca yapılsın diye. Çingene nereden ödeyecek her ay ısınma aidatını? Yanaşmamışlar bu küçük düzenlemeyi yapmaya. Şimdi bütün evler Çingene usulü bacalı.
TOKİ’ci bunlar, rant yaratmaktan ve dağıtmaktan başka bir şey bilmezler. Yıllar önce bir mimar arkadaşım anlatmıştı. Zeyrek’te yıkık dökük bir evde oturan yaşlı karı kocayı alıp Çingeneleri kapattıkları türden yeni bir eve taşımışlar. Bir iki ay sonra yaşlı çift yeni evi terk edip Zeyrek’e geri dönmüş. Bizim yeniye tutkulu muhafazakârlar anlam verememiş bu nankörlüğe. Mimar arkadaşım, “sebebi basit oysa, yaşlı çifte çayı çorbayı mahalleli veriyordu” diyor. Dört duvarı yapıp, içine akıl ve vicdan koymayı başaramayan bir iktidar dönemindeyiz. Kuşsuz, düşsüz, ağaçsız; sade insan doğasına aykırı evler yapıyorlar içlerinde oturalım diye. Dur demezsek bu çılgınlığa, bu yağmaya bir gün hepimizi öldürecekler.
***
Hacer Yıldırım Faggo, gazeteciliğe başladığım yıllarda tanıştığım cevval bir gazeteci arkadaşım. Sektör hepimiz gibi Hacer’i de kustu, attı dışarı. En alttakileri yazardı içindeyken de zaten, işsiz kalınca o da gidip er alttakilerin yanında saf tuttu. Uzun zamandır Türkiye’deki Çingeneler Hacer’den soruluyor. Çünkü onlarla birlikte yatıp, onlarla birlikte kalkıyor. “Yazsana bunları” dedim, “vakit yok ki” dedi. Haklı, soluksuz mücadele istiyor ezilenlerin yanında durmak. AKP her alanda olduğu gibi burada da saldırıda. Yoksul-mazlum Çingeneleri topluyor, ulufe dağıtıyor, reise şiir yazdırıyor, kendi amaçları uyarınca örgütlemeye çalışıyorlar.
E haliyle onlara bakarsan Hacer yıkıcı ve bölücü. Bana sorarsanız giderek azalmakta olan insan neslinin canlı yaşayan nadir örneklerinden biri. Salı günü artık Araplaşmış Talimhane’de karşılaştık, çay içip dertleştik. Domlardan söz etti bana; perişanlıklarından, çektikleri acılardan. Saklamaya çalıştığı çaresizliği ve öfkesi yüzünde acı bir gülümseme olarak tezahür ediyordu.
***
“Dom da ne” diyeceksiniz. Ortadoğu Çingeneleri… Hacer bana kızacak ama “Çingene” benim için toplumdaki ikiyüzlülüğün verdiği anlamı ifade etmedi hiç. İşçi sınıfı, proletarya, plep gibi bir anlamı var benim için Çingenenin. Bundan gocunması gereken Çingeneler değil, sırf farklı diye bu kelimeyi aşağılama ima eder biçimde kullananlar. Zaten işçi sınıfına da “ayak takımı” demiyorlar mı? Onurumuzdur bizim bu aşağılamalar. Çünkü kapitalistin içinde debelendiği alçaklığın yanına bile yaklaşamaz hiçbiri. Ezilen halkların özgür ruhlarıdır Çingeneler. Aşağılamak ne kelime, ancak imrenebiliriz…
Yaklaşık üç milyon Suriyeli göçmen var ülkemizde. 260 bini 10 ildeki 26 toplama kampında yaşıyor. Geriye kalan 2,7 milyon insan ülkenin her yanına dağılmış durumda. Domlar Suriyeli göçmenlerin en alt gurubu. Etnik kökenleri, inançları ve yaşam biçimleri sebebiyle göçmenler arasında da horlanıyor, itiliyor, kakılıyorlar çünkü. Mezhepçi devletin onlara bakışını söylemeye gerek yok.
Bir de şu: Domlar 10-15 aileden oluşan gruplar halinde komünal bir yaşam sürdürmekte. Aralarında dayanışma, birlikte yaşama ve paylaşma geleneği sürüyor. “Kutsal” mülkiyete nanik yapan bir topluluktan söz ediyoruz yani. Bu komünal yaşam onları dış tehditlere karşı da daha dayanıklı bir hale getiriyordu. Suriye’deki savaş Domların bu düzenini de kırıp parçaladı. Şimdi sistem karşısında daha yalnız daha çaresizler. Hacer’in anlattıklarına göre geçici barınma merkezlerinde yaşamak istemiyorlar. Zaten kamptakiler de onları istemiyor. Kamplarda etnik, dinî ya da siyasî kutuplaşmalar; özgürlüklerin kısıtlanması, giriş-çıkışlarda sıkı denetim, izolasyon ve hapsedilme hissi Domlara göre değil. Hepimiz biliyoruz ki o kamplarda ÖSO var, IŞİD var. Yan bakıyorlar Çingenelere. Yanaşmamışlar kamplarda kalmaya haliyle. Dağınık, derme çatma çadırlarda, yıkıntılarda konaklıyorlar. İşleri yok, gelirleri yok, yardımlar onlara ulaşmıyor.
Özetle Suriyeli mülteciler arasında en çok ayrımcılığa maruz kalan kesim Domlar. Avrupa Roman Hakları Merkezi (ERRC) desteğiyle hazırlanan “Suriyeli Dom Mültecilerin Türkiye’deki Durumu: Çaresiz Kalmak” isimli rapor Domların, Suriyeli mültecilerin yaşadıkları sıkıntılara ek olarak, etnik kimlikleri ve yaşam tarzları nedeniyle yetkililer, yerel halk ve diğer Suriyeli mülteciler tarafından ayrımcılığa uğradığını söylüyor. Her yerde böyle; Suriye’de cihatçı katiller “yeterince Müslüman olmadıkları” gerekçesiyle evlerine ve mallarına el koyup, vurup öldürmüşler. Baas rejimi ise yıllardır dışladığı bu topluluğu çetin iç savaş koşullarında göçe zorlanmış. Halep, Şam, Hama, Humus, Lazkiye, İdlip, Rakka, Münbiç, Afrin ve Cizire’den kalkıp Türkiye’ye gelmişler. Pasaportsuz, kimliksiz, kayıtsız… Bir de bakmışlar ki geldikleri yer göçe koyuldukları yerden daha zor. Dedik ya en alttakilerden söz ediyoruz… Kolluk da sevmiyor onları haliyle, yakaladıklarını toplama kamplarının olduğu illere gönderiyor, çadırlarını yakıyor, sınır dışı ediyor. Kalanlar nadiren yardım ya da destek alabiliyorlar. Sağlık hizmeti yok, yemek yok, çocukları okulsuz, aç, susuz...
***
Suriye’de yaşanan iç savaşta da genel kural bozulmadı, Domlar hem rejimin, hem de birbiriyle savaşan değişik grupların ilk hedefi oldu. Kapitalizmin tunç yasasıdır bu. Parçalanan Dom toplulukları ülke içinde değişik yönlere doğru kaçarken selefi katillerin hedefiydiler. Namaz kılmayan, camiye gitmeyen kâfirlerdi onlar nihayetinde. Hayvanlardan daha aşağılıktılar. Kürtleri, Çingeneleri, dinsizleri temizleyip şeriatı getireceklerdi bu kanla yıkadıkları topraklara. Kime, ne için lazımsa artık! Suriye’de savaş başlayınca tarafsız kaldılar her şeye rağmen onlar. Bir yaşlı Dom bu konuda şunları söylüyor: “Ne zaman bunlar birbiriyle savaşsa en çok acıyı biz çekiyoruz. Önce bizim evlerimize saldırıyorlar. Bizi istemiyorlar. Oysa biz sadece ekmeğimizin derdindeyiz. Kimseye, ne onlara ne diğerlerine zararımız olmadı. Ama onlar bizi istemiyorlar.” İstemezler, görmezler, iterler, döverler, öldürürler, hesabını tutmazlar. Alman faşizminin Çingene katliamı yaptığını kim hatırlıyor? Irkçılık, ayrımcılık, yobazlık, şiddet, katliam insanlığı yiyip bitiren bir insanlık hastalığıdır. Bazen milliyetçilik kılığında, bazen din kılığında, mezhep kılığında çıkıp gelir. Ve kan kalır geride.
***
“Kan var batan kelimelerin altında” diyor şair. Ama evet, umulmadık bir gün olabilir bugün. Yolun kıyısında size elini açan yalınayak o esmer kız çocuğunun gözlerine bir de böyle bakın şimdi. Ne görüyorsunuz?
Evet, kan var bütün kelimelerin altında ve mecburuz artık bugünü umulmadık bir gün yapmaya!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder