Devlet Bahçeli referandumdan “evet” çıkarsa sistemin başında ki kişinin diktatör olup olmayacağı yönündeki soruya net yanıt vermiş:
- Hayır olmaz!
Gerekçesi de bir o kadar ilginç, bir o kadar net:
- Çünkü “diktatör” Türkçe değil.
Yanıttan önce, sorunun üzerinde durmak istiyorum.
Soru abes.
Bir olay gerçekleştikten sonra, onun olup olamayacağı sorulması gibi, bir ül kede kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnendik ten, yürütme, yasama ve yargının dizginleri tek kişinin elinde toplandıktan sonra, hâlâ “Acaba gelecekte dikta olur mu” diye sormak da saçmadır.
Cevaba gelince: Diktatör sözcüğü Türk çe olmadığı için Türkiye’de dikta olmayacağını söylemek, “kanser sözcüğü Türkçe olmadığından Türkler kanser olmaz” demekle eşanlamlıdır.
Oysa kanser Türkçe olmasa da, Türkler şakır şakır kanser oluyorlar.
Ayrıca aynı mantıkla, Türkiye’de hiçbir şeyin olmayacağına hükmetmek gerekir.
Öyle ya, hangi sözcük Türkçe ki?
Parlamentarizm, demokrasi sözcükleri de Türkçe değil, siyaset biliminin sosyal bilimlerin sözcükleri içinde Türkçe olanlar yok. Hepsi yabancı dilden gelip yerleşmiş, kimi olduğu gibi kullanılmış, kimi tercüme edilmiştir.
Bununla birlikte kavramları ithal ederken onları eğip bükerek kendine uyduruyor, kendine özgü bir hale getiriyor. Bu tür çarpık kavramlar da bu halleriyle, başka bir dile çevrildiğinde hiçbir anlam ifade etmez, garip bir hale bürünüyorlar.
Örneğin her dilde sağ sol kavramları vardır ve sağ sol yelpazesi içinde bir kişinin ya da hareketin yerini belirlerken, bazı hallerde “extreme” deyimi kullanılır. Bundan kastedilen, kişinin ya da hareketin sağ veya sol yelpazenin ucunda bulunduklarıdır.
Bu olgu Türkçede “aşırı sol ve aşırı sağ” olarak nitelendirilir ve de bu durum nedense yıllardır kullanılırken kimseyi rahatsız etmez.
Oysa bir yargı taşımayan tarafsız olarak yer belirleyen uç kavramına karşılık, aşırı sağ veya aşırı sol deyimi tümüyle paternalist bir düşünce tarzını yansıtır.
Aşırı sol, uç sol gibi bir yer belirtmenin ötesinde, bunun yeterlinin, gereklinin ötesinde, zararlı olduğunu ifade eder. Yani özgürlüklerin ve düşüncelerin izne tabi olduğu ülkelerde, izin verilenin, ge rekli ve yeterli olanın ötesinde olmak anlamını taşır bu deyim. Deyim böyle olun ca, “aşırı!” solun cezalandırılmasını da kimse yadırgamaz.
Bakın bakalım, gelişmiş demokratik ülkelerin dillerine, bir tanesinde “aşırı sol” kavramını tıpatıp karşılayan bir sözcük bu labilecek misiniz?
Uğur Mumcu, deyimin abesliğini ortaya koyan bir deyiş bulmuştu. Ne zaman ne kokar ne bulaşır birini görse hemen yapıştırırdı:
- Aşırı ortacı!
“Kökü dışarıda akımlar.”
Kökü dışarıda diyerek düşüncenin üstüne çullanmayı şiar edinmiş toplumun bi reylerine, “Neyin kökü içeride ki?” dediği nizde aval aval suratınıza bakarlardı.
Gerçekten de kökü dışarıda olmayıp yüzde yüz içeride olan hangi akım ve kavram vardı ki? Kapitalizm mi, sosyalizm mi, ulusçuluk mu, demokrasi mi, İslam mı? Bunların hepsi de dışarıdan gelmiş değiller miydi?
Böyle bir kavramı da hiçbir çağdaş toplumda bulamayacağımız açıktır.
Diyeceğim o ki, toplumsal, siyasal, kül türel kavramlarımızın arasında yüzde yüz Türk malı olan birini bulmak hemen hemen imkânsızdır.
Alıp, kendimize mal ettiğimiz kavramları da o hale sokuyoruz ki, başka ülkelerde dolaşıma giremez hale geliyorlar.
İşte 16 Nisan günü oyumuza sunulan “Türk usulü başkanlık sistemi” de onlar dan biri.
Demokratik toplumlar bunu kendi dillerinde ancak “diktatörlük” olarak tanımlaya biliyorlar.
Türkçesine ne diyeceğiz?
Sayın Bahçeli bir zahmet açıklasa da öğrensek...
Ali Sirmen / CUMHURİYET
- Hayır olmaz!
Gerekçesi de bir o kadar ilginç, bir o kadar net:
- Çünkü “diktatör” Türkçe değil.
Yanıttan önce, sorunun üzerinde durmak istiyorum.
Soru abes.
Bir olay gerçekleştikten sonra, onun olup olamayacağı sorulması gibi, bir ül kede kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnendik ten, yürütme, yasama ve yargının dizginleri tek kişinin elinde toplandıktan sonra, hâlâ “Acaba gelecekte dikta olur mu” diye sormak da saçmadır.
Cevaba gelince: Diktatör sözcüğü Türk çe olmadığı için Türkiye’de dikta olmayacağını söylemek, “kanser sözcüğü Türkçe olmadığından Türkler kanser olmaz” demekle eşanlamlıdır.
Oysa kanser Türkçe olmasa da, Türkler şakır şakır kanser oluyorlar.
Ayrıca aynı mantıkla, Türkiye’de hiçbir şeyin olmayacağına hükmetmek gerekir.
Öyle ya, hangi sözcük Türkçe ki?
Parlamentarizm, demokrasi sözcükleri de Türkçe değil, siyaset biliminin sosyal bilimlerin sözcükleri içinde Türkçe olanlar yok. Hepsi yabancı dilden gelip yerleşmiş, kimi olduğu gibi kullanılmış, kimi tercüme edilmiştir.
***
Türkiye bilimde öncülük etmiş, her alan da yeni kavramlar üretmiş, ihraç eden bir ülke değil. Daha çok kavram ithal ediyor. Bununla birlikte kavramları ithal ederken onları eğip bükerek kendine uyduruyor, kendine özgü bir hale getiriyor. Bu tür çarpık kavramlar da bu halleriyle, başka bir dile çevrildiğinde hiçbir anlam ifade etmez, garip bir hale bürünüyorlar.
Örneğin her dilde sağ sol kavramları vardır ve sağ sol yelpazesi içinde bir kişinin ya da hareketin yerini belirlerken, bazı hallerde “extreme” deyimi kullanılır. Bundan kastedilen, kişinin ya da hareketin sağ veya sol yelpazenin ucunda bulunduklarıdır.
Bu olgu Türkçede “aşırı sol ve aşırı sağ” olarak nitelendirilir ve de bu durum nedense yıllardır kullanılırken kimseyi rahatsız etmez.
Oysa bir yargı taşımayan tarafsız olarak yer belirleyen uç kavramına karşılık, aşırı sağ veya aşırı sol deyimi tümüyle paternalist bir düşünce tarzını yansıtır.
Aşırı sol, uç sol gibi bir yer belirtmenin ötesinde, bunun yeterlinin, gereklinin ötesinde, zararlı olduğunu ifade eder. Yani özgürlüklerin ve düşüncelerin izne tabi olduğu ülkelerde, izin verilenin, ge rekli ve yeterli olanın ötesinde olmak anlamını taşır bu deyim. Deyim böyle olun ca, “aşırı!” solun cezalandırılmasını da kimse yadırgamaz.
Bakın bakalım, gelişmiş demokratik ülkelerin dillerine, bir tanesinde “aşırı sol” kavramını tıpatıp karşılayan bir sözcük bu labilecek misiniz?
Uğur Mumcu, deyimin abesliğini ortaya koyan bir deyiş bulmuştu. Ne zaman ne kokar ne bulaşır birini görse hemen yapıştırırdı:
- Aşırı ortacı!
***
Bizim gençliğimizde, serpintileri bugün hâlâ süren suçlayıcı bir kavram daha vardı: “Kökü dışarıda akımlar.”
Kökü dışarıda diyerek düşüncenin üstüne çullanmayı şiar edinmiş toplumun bi reylerine, “Neyin kökü içeride ki?” dediği nizde aval aval suratınıza bakarlardı.
Gerçekten de kökü dışarıda olmayıp yüzde yüz içeride olan hangi akım ve kavram vardı ki? Kapitalizm mi, sosyalizm mi, ulusçuluk mu, demokrasi mi, İslam mı? Bunların hepsi de dışarıdan gelmiş değiller miydi?
Böyle bir kavramı da hiçbir çağdaş toplumda bulamayacağımız açıktır.
Diyeceğim o ki, toplumsal, siyasal, kül türel kavramlarımızın arasında yüzde yüz Türk malı olan birini bulmak hemen hemen imkânsızdır.
Alıp, kendimize mal ettiğimiz kavramları da o hale sokuyoruz ki, başka ülkelerde dolaşıma giremez hale geliyorlar.
İşte 16 Nisan günü oyumuza sunulan “Türk usulü başkanlık sistemi” de onlar dan biri.
Demokratik toplumlar bunu kendi dillerinde ancak “diktatörlük” olarak tanımlaya biliyorlar.
Türkçesine ne diyeceğiz?
Sayın Bahçeli bir zahmet açıklasa da öğrensek...
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder