“Muz cumhuriyeti” ile başlamalıyız ama biliyoruz, muz arkadaşların
fıtratına ters. O yüzden bu meşru isteğimizi bastırıyor, “muz” demekten
imtina ediyoruz. Bizim gericiler evrim teorisinin insanın maymundan
geldiğini söylediğini sandıkları için muza ve maymuna yan bakıyorlar ki
haklarıdır. Maymunları rahatlatalım, arkadaşlar kesinlikle maymundan
gelmiyor. Onların maymunla, kediyle, kurtla, kuşla hiçbir ilgileri yok.
Onlar Hicaz’daki bir tanrı tarafından yaklaşık 6 bin yıl önce dünya ile
birlikte yaratılmışlar. Gözlerini açar açmaz da hurma görmüşler.
Anlattıklarımız onlar tarafından da anlaşılsın diye muzu siliyor,
hurmayı yardıma çağırıyoruz. Mevzumuz muz değil hurma cumhuriyeti…
Malum, muz cumhuriyeti, siyasi açıdan istikrarsız, ekonomik açıdan bir ya da birkaç tarımsal ürün ihracatına bağımlı, yolsuzluklarla iç içe bir oligarşi tarafından yönetilen ülkeleri ifade eden siyasi terim. Terimi, Amerikalı yazar O. Henry’ye borçluyuz. Hakkında açılan bir dava nedeniyle 1896’da Honduras'a kaçan yazar, burada dönen dolaplara tanık olmuş. Latin Amerika’yı bir muz bahçesine dönüştürmeye çalışan “United Fruit Company”nin Honduras ve Guatemala’da kurduğu rüşvet düzenini görünce aklına gelmiş deyim. Bu tanıklığını kaleme almış. Öyküsündeki kurgusal ülkenin adı muz cumhuriyeti.
Hurma cumhuriyeti ise elbette bizden, Ortadoğulu. Suudi Arabistan mesela, ideal bir hurma cumhuriyeti. Hatta burayı hurma cumhuriyetinin anavatanı bile sayabiliriz. Uygulama şöyle; Ye hurmayı, ver taşı şeytana, iki hadis salla (Egemen Bağış’ın kulakları çınlasın), bir ayet oku... Nedir sonuç? Mutlak monarşi Allah’ın emri! “Bu yöntem monark dışındaki herkesi maymuna çevirmiyor mu?” diyecekseniz, biliyorum. Demeyin, tutun kendinizi. Nefse hâkim olmak bu babın şartlarındandır.
***
Hatırlatayım, bir de Trabzon hurması var. Cennet hurması diye de biliniyor. Ama bu türün Arap hurmasıyla hiçbir ilişkisi yok. Her ne kadar bazı Rizeliler Trabzon hurmasının aslının Arap hurması olduğunu iddia etse de bu iddia külliyen yalan! Susuz kalan bazı Trabzon hurmalarının buruşup Arap hurmasına benzemesi yanıltmıştır onları. Bedevininki bildiğiniz palmiye meyvesi. Trabzon’daki ağaçta yetişen portakal renginde, sulu ve tatlı bir meyve. Sarımsı beyaz çiçekleri haziran ayında açar, meyveleri sonbaharda olgunlaşır. Türkiye'de Karadeniz kıyıları ile Hatay ve Antalya civarında yetişir. Belli ki deniz kokusu olmadan meyveye durmuyor. Çocukluğumda İstanbul’daki yaygın meyve ağaçlarından biriydi. Kuruttular hurmaları, inşaat diktiler yerine. Normal bu da. Bizimkiler Arap hurması sever oldum olası. Memleketi de bir hurma cumhuriyetine dönüştürmeleri vaktiyle yedikleri o Arap hurmaları yüzünden!
Bedevinin hurmasının Honduras’ın muzu gibi bir değeri yok ama onların da yağı var. Bizimkiler de nemalanıyor o yağın suyundan. İddia o ki ülke hurma cumhuriyetine dönüşsün diye körfez ülkelerine yağdan gelen Petro-Dolarların bir kısmı bizim iç pazara pompalanıyor. Son günlerde her yerimiz Katar oldu farkındaysanız. Oluk oluk para akıtıyorlar ülkeye, eski yeni ne varsa alıp götürüyorlar. Bütün kurallar ve ölçüler yıkılıyor bu sayede, ülke yavaş yavaş Arabistan çölüne dönüşüyor. Elde ne var? Hurma…
***
Trabzon hurmasıyla cumhuriyet olur mu? Olmaz. Bu yüzden bizimkiler kendilerini inşaata vurdu. Dağ taş inşaat. Ekonomik kriz kapıyı tıklatınca 1 milyon konut elde kaldı, alıcı bekliyor. Olmayınca vadeyi 20 yıla çıkardılar. Sanki ev alanın tanrıyla sözleşmesi var, 20 yılda kim öle kim kala? Her yer inşaat, her yer rant, her yer rüşvet, iltimas, adam kayırma. Muz tarlaları yerine beton tarlaları… Bildiğiniz hurma cumhuriyeti yani.
Marmaray yapıp açtılar alelacele. Oradan burasında su sızdırmaya başladı. “Nedir kardeşim” falan derken bir de ne görelim: Arkadaşlar tüneli inşa ederken iki ucunu da bir araya getirememişler iyi mi? Tünelin bir ucunun dağa bir ucunun taşa baktığı anlaşılınca planı değiştirip doğrultmak yerine aşağıda kalan tünelin altına enjeksiyonla dolgu yapmışlar. Sebep? Maliyet yükselmesin diyeymiş. Bu arada Marmaray Projesinin orijinal sözleşme bedeli 860 milyon dolarken projenin toplam maliyeti 1.750 milyar dolar olmuş. İlgili bakanlığın açıklaması böyle. Yani başlangıçta belirlenen bedelin iki katına mal olmuş tünel. Kime gitmiş bu paralar, belli değil. Böyle münafık sorular sormayı mümkün kılan mekanizmaları da yıkıp dağıttılar zaten. Sonrası sen sağ ben selamet.
Körfeze köprü yapıp adını Osmangazi koydular. İnşa edip işletene de “şu kadar araç geçecek” diye güvence verdiler. E geçmiyor o kadar araç. Ak trollere emir verip bir öte bir beri tur arttıracak halleri yok, bizden aldıkları vergilerle finanse ediyorlar köprüyü. 80 milyon yurttaş geçmediği köprünün parasını ödüyor şimdi. Öyle ki bir eşkıyalık ki Deli Dumrul görse ağzı açık kalır. Peki, ne oldu bu vesileyle gazi Osman? Boş gezenin boş köprücüsü! Öyle hazin bir hal ki gelip hezimeti görse kendini köprüden körfezin derin sularına bırakır…
Torba yasa, kanun hükmünde kararname falan derken ne anayasa kaldı, ne yasa, ne hukuk, ne kural, ne denetleyici bir kurum. Başbakan diye dolaşan başbakan değil, Cumhurbaşkanıyım diye dolaşan Cumhurbaşkanı değil. Bakanım diye dolaşanların bir hükmü yok, yerlerini uzun zamandır saray danışmanları denilen tuhaf âdemler aldı. Zaten gelir getirici kurumları da “varlık fonu”na tıkıp onlara bağladılar.
Bu düzenin daha fazla yürümeyeceği kabak gibi ortada. Tek çıkış yolu var, o da her şeyi götürüp reisin emrine vermek. Referandum Nisan ortasında. Gelen haberler iktidar çetesi açısından pek parlak değil. Onlar da sağa sola saldırıyorlar panik içinde. Bursa'da camide miting düzenliyorlar örneğin. Almanlar salon vermeyince Hamburg’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nun bahçesinde konuşma yapıyorlar. Başbakan Binali Yıldırım’ı biliyorsunuz; tek argümanı “evlenirken de evet diyorsunuz yine evet deyin”den ibaret. Ama halka bunları söylemek için yaptığı helikopter ve uçak harcaması 26 milyon lira. Bütün memurlar, bürokratlar, mülki amirler emir kulu. Hatta Antalya Cumhuriyet Başsavcı Vekili Cevdet Kayafoğlu, anayasa değişikliği referanduma ilişkin, “Sandıkta hayır diyecek olanlar PKK ile aynı muameleyi göze alıyorlar demektir. Küsmece yok” diye hayır diyecekleri açıktan tehdit etti. Arsızlık bu kadar açık, bu kadar aleni. Hurma efektidir bu, fazla yedin mi böyle yan etkileri olması kaçınılmazdır.
Demem o ki bağırıp, çağırıyorlar ama işte herkes görüyor hoşafın yağının kesildiğini…
***
Ol hikayat şöyle: Yeniçeriler kazan kaldırıyorlar. ''Gidip bakın bakalım neymiş bu kez dertleri'' diyor padişah. İsyancıların önde gideni soruşturmaya gelen elçilere diyor ki, ''Yemeklerimiz kötüleşti. Devlet bu kadar fakir mi ki hoşafımızın yağını kesti?'' Elçiler serzenişi padişaha iletiyor. Yeniçerilere yemek yapan aşçıbaşı çağrılıyor. Padişah, ''Yeniçerilerin hoşaflarının yağını nasıl kesersiniz, bre kâfirler!'' diye azarlıyor aşçıbaşını. Aşçıbaşı diyor ki; ''Aman padişahım, ne dersiniz? Hoşafta yağ olmaz. Çeriler kazan kaldırmak istemiş, bahane üretirler.'' Anlaşılıyor ki hoşafın yağının kesilmesinin müsebbibi emekli olan baş aşçı. Yaşlı aşçı önce pilavı koyuyor kepçeyle, sonra da hoşafı. Pilavın kepçesindeki yağ hoşafa bulaşıyor. Yeniçeriler hoşaf üzerinde gezinen yağa alışıklar. Görmeyince, hoşafın yağı kesildi diye kazanı deviriyorlar.
AKP’de de yeniçeriler kaynaşıp duruyor. Sorsan, mesele hoşafın yağı. Bana sorarsanız hurma. Bütün ölçüleri, bütün kuralları yıkıp Arap çölüne çevirdiler ülkeyi. Hurmadan başka bir şey üretemiyoruz artık. Ve ne yazık hurmadan hoşaf olmuyor, mesele bu. Hikâye böyle ama biz Yeniçerilerin ayaklanmak için hoşafın yağına muhtaç olmadığını biliyoruz. Yağma bitince ayaklanır onlar, huylarıdır.
Yıktılar Cumhuriyeti, yerine hurma cumhuriyeti diktiler. Ama yürümüyor deve, önüne düşecek elamana bakıyor, onun yürümesinden medet umuyor. Siyasi kriz diyoruz buna!
***
Yıktılar cumhuriyeti evet, başardılar bunu. İyi de elde ne var yıkımdan sonra? Hurma! Nereye gidebilirsin ki hurmayla?
Hurma cumhuriyeti sallanıp duruyor. Ohal’den bir dayanak yaptılar altına devrilmesin diye. Ama biliyoruz eninde sonunda olacak ne olacaksa. Denildiği gibi: Zamanında yediğin hurmalar günü gelir seni tırmalar. Kaçınılmaz olanın arifesindeyiz yani. Duymuyor musunuz feryatları?
Orhan Gökdemir / SOL
Malum, muz cumhuriyeti, siyasi açıdan istikrarsız, ekonomik açıdan bir ya da birkaç tarımsal ürün ihracatına bağımlı, yolsuzluklarla iç içe bir oligarşi tarafından yönetilen ülkeleri ifade eden siyasi terim. Terimi, Amerikalı yazar O. Henry’ye borçluyuz. Hakkında açılan bir dava nedeniyle 1896’da Honduras'a kaçan yazar, burada dönen dolaplara tanık olmuş. Latin Amerika’yı bir muz bahçesine dönüştürmeye çalışan “United Fruit Company”nin Honduras ve Guatemala’da kurduğu rüşvet düzenini görünce aklına gelmiş deyim. Bu tanıklığını kaleme almış. Öyküsündeki kurgusal ülkenin adı muz cumhuriyeti.
Hurma cumhuriyeti ise elbette bizden, Ortadoğulu. Suudi Arabistan mesela, ideal bir hurma cumhuriyeti. Hatta burayı hurma cumhuriyetinin anavatanı bile sayabiliriz. Uygulama şöyle; Ye hurmayı, ver taşı şeytana, iki hadis salla (Egemen Bağış’ın kulakları çınlasın), bir ayet oku... Nedir sonuç? Mutlak monarşi Allah’ın emri! “Bu yöntem monark dışındaki herkesi maymuna çevirmiyor mu?” diyecekseniz, biliyorum. Demeyin, tutun kendinizi. Nefse hâkim olmak bu babın şartlarındandır.
***
Hatırlatayım, bir de Trabzon hurması var. Cennet hurması diye de biliniyor. Ama bu türün Arap hurmasıyla hiçbir ilişkisi yok. Her ne kadar bazı Rizeliler Trabzon hurmasının aslının Arap hurması olduğunu iddia etse de bu iddia külliyen yalan! Susuz kalan bazı Trabzon hurmalarının buruşup Arap hurmasına benzemesi yanıltmıştır onları. Bedevininki bildiğiniz palmiye meyvesi. Trabzon’daki ağaçta yetişen portakal renginde, sulu ve tatlı bir meyve. Sarımsı beyaz çiçekleri haziran ayında açar, meyveleri sonbaharda olgunlaşır. Türkiye'de Karadeniz kıyıları ile Hatay ve Antalya civarında yetişir. Belli ki deniz kokusu olmadan meyveye durmuyor. Çocukluğumda İstanbul’daki yaygın meyve ağaçlarından biriydi. Kuruttular hurmaları, inşaat diktiler yerine. Normal bu da. Bizimkiler Arap hurması sever oldum olası. Memleketi de bir hurma cumhuriyetine dönüştürmeleri vaktiyle yedikleri o Arap hurmaları yüzünden!
Bedevinin hurmasının Honduras’ın muzu gibi bir değeri yok ama onların da yağı var. Bizimkiler de nemalanıyor o yağın suyundan. İddia o ki ülke hurma cumhuriyetine dönüşsün diye körfez ülkelerine yağdan gelen Petro-Dolarların bir kısmı bizim iç pazara pompalanıyor. Son günlerde her yerimiz Katar oldu farkındaysanız. Oluk oluk para akıtıyorlar ülkeye, eski yeni ne varsa alıp götürüyorlar. Bütün kurallar ve ölçüler yıkılıyor bu sayede, ülke yavaş yavaş Arabistan çölüne dönüşüyor. Elde ne var? Hurma…
***
Trabzon hurmasıyla cumhuriyet olur mu? Olmaz. Bu yüzden bizimkiler kendilerini inşaata vurdu. Dağ taş inşaat. Ekonomik kriz kapıyı tıklatınca 1 milyon konut elde kaldı, alıcı bekliyor. Olmayınca vadeyi 20 yıla çıkardılar. Sanki ev alanın tanrıyla sözleşmesi var, 20 yılda kim öle kim kala? Her yer inşaat, her yer rant, her yer rüşvet, iltimas, adam kayırma. Muz tarlaları yerine beton tarlaları… Bildiğiniz hurma cumhuriyeti yani.
Marmaray yapıp açtılar alelacele. Oradan burasında su sızdırmaya başladı. “Nedir kardeşim” falan derken bir de ne görelim: Arkadaşlar tüneli inşa ederken iki ucunu da bir araya getirememişler iyi mi? Tünelin bir ucunun dağa bir ucunun taşa baktığı anlaşılınca planı değiştirip doğrultmak yerine aşağıda kalan tünelin altına enjeksiyonla dolgu yapmışlar. Sebep? Maliyet yükselmesin diyeymiş. Bu arada Marmaray Projesinin orijinal sözleşme bedeli 860 milyon dolarken projenin toplam maliyeti 1.750 milyar dolar olmuş. İlgili bakanlığın açıklaması böyle. Yani başlangıçta belirlenen bedelin iki katına mal olmuş tünel. Kime gitmiş bu paralar, belli değil. Böyle münafık sorular sormayı mümkün kılan mekanizmaları da yıkıp dağıttılar zaten. Sonrası sen sağ ben selamet.
Körfeze köprü yapıp adını Osmangazi koydular. İnşa edip işletene de “şu kadar araç geçecek” diye güvence verdiler. E geçmiyor o kadar araç. Ak trollere emir verip bir öte bir beri tur arttıracak halleri yok, bizden aldıkları vergilerle finanse ediyorlar köprüyü. 80 milyon yurttaş geçmediği köprünün parasını ödüyor şimdi. Öyle ki bir eşkıyalık ki Deli Dumrul görse ağzı açık kalır. Peki, ne oldu bu vesileyle gazi Osman? Boş gezenin boş köprücüsü! Öyle hazin bir hal ki gelip hezimeti görse kendini köprüden körfezin derin sularına bırakır…
Torba yasa, kanun hükmünde kararname falan derken ne anayasa kaldı, ne yasa, ne hukuk, ne kural, ne denetleyici bir kurum. Başbakan diye dolaşan başbakan değil, Cumhurbaşkanıyım diye dolaşan Cumhurbaşkanı değil. Bakanım diye dolaşanların bir hükmü yok, yerlerini uzun zamandır saray danışmanları denilen tuhaf âdemler aldı. Zaten gelir getirici kurumları da “varlık fonu”na tıkıp onlara bağladılar.
Bu düzenin daha fazla yürümeyeceği kabak gibi ortada. Tek çıkış yolu var, o da her şeyi götürüp reisin emrine vermek. Referandum Nisan ortasında. Gelen haberler iktidar çetesi açısından pek parlak değil. Onlar da sağa sola saldırıyorlar panik içinde. Bursa'da camide miting düzenliyorlar örneğin. Almanlar salon vermeyince Hamburg’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nun bahçesinde konuşma yapıyorlar. Başbakan Binali Yıldırım’ı biliyorsunuz; tek argümanı “evlenirken de evet diyorsunuz yine evet deyin”den ibaret. Ama halka bunları söylemek için yaptığı helikopter ve uçak harcaması 26 milyon lira. Bütün memurlar, bürokratlar, mülki amirler emir kulu. Hatta Antalya Cumhuriyet Başsavcı Vekili Cevdet Kayafoğlu, anayasa değişikliği referanduma ilişkin, “Sandıkta hayır diyecek olanlar PKK ile aynı muameleyi göze alıyorlar demektir. Küsmece yok” diye hayır diyecekleri açıktan tehdit etti. Arsızlık bu kadar açık, bu kadar aleni. Hurma efektidir bu, fazla yedin mi böyle yan etkileri olması kaçınılmazdır.
Demem o ki bağırıp, çağırıyorlar ama işte herkes görüyor hoşafın yağının kesildiğini…
***
Ol hikayat şöyle: Yeniçeriler kazan kaldırıyorlar. ''Gidip bakın bakalım neymiş bu kez dertleri'' diyor padişah. İsyancıların önde gideni soruşturmaya gelen elçilere diyor ki, ''Yemeklerimiz kötüleşti. Devlet bu kadar fakir mi ki hoşafımızın yağını kesti?'' Elçiler serzenişi padişaha iletiyor. Yeniçerilere yemek yapan aşçıbaşı çağrılıyor. Padişah, ''Yeniçerilerin hoşaflarının yağını nasıl kesersiniz, bre kâfirler!'' diye azarlıyor aşçıbaşını. Aşçıbaşı diyor ki; ''Aman padişahım, ne dersiniz? Hoşafta yağ olmaz. Çeriler kazan kaldırmak istemiş, bahane üretirler.'' Anlaşılıyor ki hoşafın yağının kesilmesinin müsebbibi emekli olan baş aşçı. Yaşlı aşçı önce pilavı koyuyor kepçeyle, sonra da hoşafı. Pilavın kepçesindeki yağ hoşafa bulaşıyor. Yeniçeriler hoşaf üzerinde gezinen yağa alışıklar. Görmeyince, hoşafın yağı kesildi diye kazanı deviriyorlar.
AKP’de de yeniçeriler kaynaşıp duruyor. Sorsan, mesele hoşafın yağı. Bana sorarsanız hurma. Bütün ölçüleri, bütün kuralları yıkıp Arap çölüne çevirdiler ülkeyi. Hurmadan başka bir şey üretemiyoruz artık. Ve ne yazık hurmadan hoşaf olmuyor, mesele bu. Hikâye böyle ama biz Yeniçerilerin ayaklanmak için hoşafın yağına muhtaç olmadığını biliyoruz. Yağma bitince ayaklanır onlar, huylarıdır.
Yıktılar Cumhuriyeti, yerine hurma cumhuriyeti diktiler. Ama yürümüyor deve, önüne düşecek elamana bakıyor, onun yürümesinden medet umuyor. Siyasi kriz diyoruz buna!
***
Yıktılar cumhuriyeti evet, başardılar bunu. İyi de elde ne var yıkımdan sonra? Hurma! Nereye gidebilirsin ki hurmayla?
Hurma cumhuriyeti sallanıp duruyor. Ohal’den bir dayanak yaptılar altına devrilmesin diye. Ama biliyoruz eninde sonunda olacak ne olacaksa. Denildiği gibi: Zamanında yediğin hurmalar günü gelir seni tırmalar. Kaçınılmaz olanın arifesindeyiz yani. Duymuyor musunuz feryatları?
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder