Yalanın zaafı, her yere dalacağını, her şeyi kontrolü altına
alacağını, herkesi kandıracağını sanması. Dalamayacağı, kontrolü altına
alamayacağı, kandırmayacağı şeylerin başında “gerçek” gelir.
Kapitalist, emperyalist dünya öylesine çıkmaz içinde, öylesine batak ki yalanla yönetme dışında seçeneği kalmadı. Ortakları ve maşaları olan yönetimler de ağabeylerinden geri kalır mı?
Darbe girişiminden kurtulmayı, OHAL’li farklı darbelerle giderirken yalanlarla dolu saldırı bir taşla birçok kuş vurdurtuyor. Suçlu ararken cadı avına girmek, hem muhalif yelpazenin birçok kanadını yok etme, hem halka “sıra bana gelebilir” korkusu sarma, hem de darbe girişimini kendilerinden uzaklaştırarak on yılı hayli aşan ortaklıklarında yaşananları ve bugünleri gizleme işlevi görüyor.
Ama öylesine pervasızlar ki, “insanlığın idealleri uğrundaki savaşları herşeyden üstün tutan”, darbeleri değil devrimi hedefleyen partiye ve üyelerine de el atmaya kalkışıyorlar; gerçeğe tosluyorlar…
İftira üstüne iftira bulunabilir, hukuka binbir takla attırılabilir, yargı mensubuna istenilen şey yaptırılabilir, insanlar kandırılabilir ama efendiler için çalışmayan komünistler bunlara bulaştırılamaz; boyun eğdirilemez.
Yalan, gerçeğin yanından geçemeyeceği gibi “devrimci ahlak”ın da yanına yaklaşamaz.
Sömürücü sınıfın, kendi ahlak anlayışının dayanağı olarak sığındığı hukuk da, devrimci ahlakla baş edemez. “İnsanın insan tarafından sömürülmediği” yaşam için örgütlü mücadeleye kendisini adayanları demir parmaklıklar arkasına atarak, görevleindn uzaklaştırarak çamura bulaştırmaya kalkışmak, ahlakın sınıfsallığı içinde egemen sınıfın çaresizliğinin dışavurumudur ancak. Orada da takılıp kalır.
Devletin ve hukukun, ilkelerden uzaklaşarak serbestleştirilmesi, sermayenin ve siyasal iktidarın krizlerinin ve çaresizliklerinin dışavurumu. Bu serbestleşmede, devlet ve hukuk iki işlevi ihmal etmiyor: sermayeyi besliyor, halka baskı ve şiddet uyguluyor. Ümmetçi olmayanlar onların gözünde potansiyel suçlu…
Polis, devlet olarak gelir kapınızı çalar; elindeki kağıdı hukuk belgesi olarak gösterir; evinizi arar, belgelerinizi ve artık kaçınılmaz alet olan bilgisayarınıza da el koyarak sizi gözaltına alır. Yönetici, gereğini yapar iki satırlık yazıyla görevden uzaklaştırır ya da göreve son verir. Yetmezse, OHAL KHK’leri yetişir. Delilsiz, dayanaksız, haksız şüpheli yaratarak yüklendikçe yüklenirler. Atış serbesttir.
Dönem, darbe girişimine dayalı OHAL’dir ve “keyfiliğin hukuku” çalışır. Bu hukukta “kanunilik ilkesi”, “masumiyet karinesi”, “belirlilik”, “öngörülebilirlik”, “iyiniyet” gibi ilkeler yok. Bu hukukta “usul” yok. Temel ilke “düşman”a karşı hukuksuzluk…
Hemen örgüt bağlantısıyla yaftalanırsınız. İnsanlar da kuşkuyla, ama devletin yaptığını kayıtsız koşulsuz kabulle ve korkuyla bakarlar; “bir şey vardır”, “o da mı öyleymiş”, “daha temizleyemediler”… Sürer gider dedikodu furyası ve keyfilik…
Bu kokuşmuşlukta, mağdurlara da, mağdurların savunmanlarına da yeni mücadele yollarını aramak için önemli görev ve sorumluluk düşüyor. Sürekli hukuksuzluk halinden, aynı düzenin hukukunun yol ve yöntemleriyle sıyrılmak olanaksız.
Devlet hukuksuzluğu oynarken, mağdur, kanunların satırları arasında kıpırdayabilir mi? Hukuk uygulamayı çerçevelendirmesi gerekirken, uygulama keyfi haliyle hukuk oluyorsa “hukukun üstünlüğü” diye sessiz kalınabilir mi?
OHAL’in hukukuna ve uygulamalarına bakıldığında, nesnel koşulları ortadan kalksa da devam edeceğinin emareleri çok fazla. Anayasa değişikliği, yasamanın yerine geçecek cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yargının araçsallaştırılmasıyla bu devamın rahat sürdürülmesini sağlayacak.
Demokrasi, liberal devlet ve hukuk buluşmasının anayasaya biçtiği rol, sermayeye sınırsız, emekçilere de sınırlı hak ve özgürlük. Rekabetçi piyasa, düzene karşıtlığın sindirilmesi için her yolun denenmesine ses çıkarmaz.
Teslim olunmayacak. Bir yandan hukuksuzluk deşifre edilecek, iplik pazara çıkartılacak; bir yandan hukuk tarihinin ve tarihsel davaların tüm delici, dağıtıcı yöntemleri kullanılacak… Binlerce dava onbinlerce yapılacak, hukuk insanlık için yorumlanacak. Sömürücü ve gerici siyasetin hukuka biçtiği role, emekçilerin ve aydınlanmanın siyasetiyle yanıt verilecek.
Asıl olarak da, sürekli hukuksuzluk halinin, toplumsal ilişkilerden ve siyasetten soyutlanamayacağı görülerek, örgütlü mücadele sürdürülecek. Sürdürülmekle kalınmayacak büyütülecek.
AKP ve teslimiyetçi parlamentonun halkın önüne koyduğu anayasa müsveddesi de başını kaldırmayacak derecede gömülecek.
Süresiz hukuksuzluk halinin, süresiz sömürü haline hizmet edeceğini sananlar hüsrana uğrayacak.
“Emeğin insanı” olanlar, “emek” için onur savaşı verenler, hukukun da hukuksuzluk halinin de anayasanın da sınıfsal olduğunu bilerek bakacak geleceğe…
Ali Rıza Aydın / SOL
Kapitalist, emperyalist dünya öylesine çıkmaz içinde, öylesine batak ki yalanla yönetme dışında seçeneği kalmadı. Ortakları ve maşaları olan yönetimler de ağabeylerinden geri kalır mı?
Darbe girişiminden kurtulmayı, OHAL’li farklı darbelerle giderirken yalanlarla dolu saldırı bir taşla birçok kuş vurdurtuyor. Suçlu ararken cadı avına girmek, hem muhalif yelpazenin birçok kanadını yok etme, hem halka “sıra bana gelebilir” korkusu sarma, hem de darbe girişimini kendilerinden uzaklaştırarak on yılı hayli aşan ortaklıklarında yaşananları ve bugünleri gizleme işlevi görüyor.
Ama öylesine pervasızlar ki, “insanlığın idealleri uğrundaki savaşları herşeyden üstün tutan”, darbeleri değil devrimi hedefleyen partiye ve üyelerine de el atmaya kalkışıyorlar; gerçeğe tosluyorlar…
İftira üstüne iftira bulunabilir, hukuka binbir takla attırılabilir, yargı mensubuna istenilen şey yaptırılabilir, insanlar kandırılabilir ama efendiler için çalışmayan komünistler bunlara bulaştırılamaz; boyun eğdirilemez.
Yalan, gerçeğin yanından geçemeyeceği gibi “devrimci ahlak”ın da yanına yaklaşamaz.
Sömürücü sınıfın, kendi ahlak anlayışının dayanağı olarak sığındığı hukuk da, devrimci ahlakla baş edemez. “İnsanın insan tarafından sömürülmediği” yaşam için örgütlü mücadeleye kendisini adayanları demir parmaklıklar arkasına atarak, görevleindn uzaklaştırarak çamura bulaştırmaya kalkışmak, ahlakın sınıfsallığı içinde egemen sınıfın çaresizliğinin dışavurumudur ancak. Orada da takılıp kalır.
Devletin ve hukukun, ilkelerden uzaklaşarak serbestleştirilmesi, sermayenin ve siyasal iktidarın krizlerinin ve çaresizliklerinin dışavurumu. Bu serbestleşmede, devlet ve hukuk iki işlevi ihmal etmiyor: sermayeyi besliyor, halka baskı ve şiddet uyguluyor. Ümmetçi olmayanlar onların gözünde potansiyel suçlu…
Polis, devlet olarak gelir kapınızı çalar; elindeki kağıdı hukuk belgesi olarak gösterir; evinizi arar, belgelerinizi ve artık kaçınılmaz alet olan bilgisayarınıza da el koyarak sizi gözaltına alır. Yönetici, gereğini yapar iki satırlık yazıyla görevden uzaklaştırır ya da göreve son verir. Yetmezse, OHAL KHK’leri yetişir. Delilsiz, dayanaksız, haksız şüpheli yaratarak yüklendikçe yüklenirler. Atış serbesttir.
Dönem, darbe girişimine dayalı OHAL’dir ve “keyfiliğin hukuku” çalışır. Bu hukukta “kanunilik ilkesi”, “masumiyet karinesi”, “belirlilik”, “öngörülebilirlik”, “iyiniyet” gibi ilkeler yok. Bu hukukta “usul” yok. Temel ilke “düşman”a karşı hukuksuzluk…
Hemen örgüt bağlantısıyla yaftalanırsınız. İnsanlar da kuşkuyla, ama devletin yaptığını kayıtsız koşulsuz kabulle ve korkuyla bakarlar; “bir şey vardır”, “o da mı öyleymiş”, “daha temizleyemediler”… Sürer gider dedikodu furyası ve keyfilik…
Bu kokuşmuşlukta, mağdurlara da, mağdurların savunmanlarına da yeni mücadele yollarını aramak için önemli görev ve sorumluluk düşüyor. Sürekli hukuksuzluk halinden, aynı düzenin hukukunun yol ve yöntemleriyle sıyrılmak olanaksız.
Devlet hukuksuzluğu oynarken, mağdur, kanunların satırları arasında kıpırdayabilir mi? Hukuk uygulamayı çerçevelendirmesi gerekirken, uygulama keyfi haliyle hukuk oluyorsa “hukukun üstünlüğü” diye sessiz kalınabilir mi?
OHAL’in hukukuna ve uygulamalarına bakıldığında, nesnel koşulları ortadan kalksa da devam edeceğinin emareleri çok fazla. Anayasa değişikliği, yasamanın yerine geçecek cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yargının araçsallaştırılmasıyla bu devamın rahat sürdürülmesini sağlayacak.
Demokrasi, liberal devlet ve hukuk buluşmasının anayasaya biçtiği rol, sermayeye sınırsız, emekçilere de sınırlı hak ve özgürlük. Rekabetçi piyasa, düzene karşıtlığın sindirilmesi için her yolun denenmesine ses çıkarmaz.
Teslim olunmayacak. Bir yandan hukuksuzluk deşifre edilecek, iplik pazara çıkartılacak; bir yandan hukuk tarihinin ve tarihsel davaların tüm delici, dağıtıcı yöntemleri kullanılacak… Binlerce dava onbinlerce yapılacak, hukuk insanlık için yorumlanacak. Sömürücü ve gerici siyasetin hukuka biçtiği role, emekçilerin ve aydınlanmanın siyasetiyle yanıt verilecek.
Asıl olarak da, sürekli hukuksuzluk halinin, toplumsal ilişkilerden ve siyasetten soyutlanamayacağı görülerek, örgütlü mücadele sürdürülecek. Sürdürülmekle kalınmayacak büyütülecek.
AKP ve teslimiyetçi parlamentonun halkın önüne koyduğu anayasa müsveddesi de başını kaldırmayacak derecede gömülecek.
Süresiz hukuksuzluk halinin, süresiz sömürü haline hizmet edeceğini sananlar hüsrana uğrayacak.
“Emeğin insanı” olanlar, “emek” için onur savaşı verenler, hukukun da hukuksuzluk halinin de anayasanın da sınıfsal olduğunu bilerek bakacak geleceğe…
Ali Rıza Aydın / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder