3. Milli Kültür Şûrası’nın Sinema Radyo Televizyon Komisyonu’nda konuşan yönetmen Semih Kaplanoğlu, TRT 1 dizisi “Payitaht Abdülhamid”i sıkı bir eleştiri yağmuruna tutmuş. “Yok böyle bir tarih, yok böyle bir Abdülhamid, yok böyle bir saray” demiş ve noktalamış: “Reyting uğruna Abdülhamid’den televizyon yıldızı çıkaramazsınız”.
İkinci bölümü geçen Cuma seyrimize sunulan dizi, Kaplanoğlu’nun söylediklerini “eksiği yok fazlası var” dedirtircesine destekleyerek yoluna devam ediyor.
Padişahın bir İngiliz şirket yetkilisine Osmanlı tokadı aşk etmesi gibi tek tek ele alınabilecek tarihsel imkânsızlıklara, tahayyül-ötesiliklere girmeyeceğiz. Bunları sıralamaya kalkarsak sonu gelmez.
O yüzden daha genel bir saptamayı tartışmaya açmaktan yanayım.
Abdülhamid döneminin karakteristikleri hemen herkesi malûmu: İslâmcılık, Panislamizm (yahut “İttihad-ı İslâm”), hilafetin ihyası, Hindistan Müslümanlarıyla ilişkiler, Hicaz Demiryolu Projesi, sansür mekanizması, jurnal mekanizması, hafiyelik mekanizması...
“Payitaht Abdülhamid”, odaklaşılan tarihsel dönemin bu “parametre”lerini içleri boşaltılmış birer aksesuar olarak getiriyor bizim karşımıza. Ben onları izlerken, yaşamından koparılıp kurutularak duvara asılmış denizyıldızları çağrışıyor zihnimde!..
Oysa bir tarihi diziden beklenen, geçmişte yaşananları bir nebze de olsa yeniden canlandırmasıdır. Dizide bu yok, böyle bir tat almıyoruz. İslâmcılığı da, Panislamizm'i de, hilafeti de, dolayısıyla Abdülhamid’i de kurutulup duvara asılmış denizyıldızları gibi izliyoruz.
Onlar dizide hayat bulmazken karşımıza capcanlı gelen bir “Bugün” var “Payitaht Abdülhamid”de. Daha önce de belirttik, 37 yıllık Abdülhamid dönemini düşünceleriyle, siyasetiyle, şahsiyetleriyle, hadiseleriyle almışlar ve bunlardan “Reis”e bir elbise dikmişler.
O yüzden dizide “Abdülhamid Osmanlısı”nı değil, “Erdoğan Türkiyesi”ni izliyoruz aslında. Tıpkı üç yıldır “Diriliş Ertuğrul”da da izlediğimiz gibi... Tıpkı yıllarca “Kurtlar Vadisi-Pusu”da da izlediğimiz gibi...
Dizinin hem ilk, hem de ikinci bölümünde sahnelenen Abdülhamid’e Cuma selâmlığında suikast vak'asına öncesi ve sonrasındaki hadiseler eşliğinde dikkat kesilelim mesela... Bu, “15 Temmuz” kanlı darbe girişimine ilişkin bugünün iktidarınca yapılan değerlendirmenin, üretilen söylemin ve inşa edilen algının bir tekrarından ibaret...
Denilebilir ki anlatılmak istenen, bugün ne oluyorsa o dönemde de aynısının vuku bulduğudur. Bu doğrultuda “Ulu Hakan”ın başına gelenlerin şimdi “Büyük Reis”in başına gelmesinin önüne geçme yolunda “milli” bir görev ve yükümlülük yerine getiriliyor belki...
Olabilir. Sorun şu ki Abdülhamid’le Erdoğan arasında politik tutum, tavır, davranış olarak dağlar kadar fark var. Tekrar edelim, Erdoğan’dan politik motivasyon ve oryantasyon olarak bir “Enver” çıkarmak belki mümkündür, ama Abdühamid çıkarmak hiç mümkün değildir.
Tabii sonuçta (“Enver” benzetmesi de dâhil) bunların hepsi “anakronizm”dir; yani bir tarihsel dönemin olaylarını bir başka dönemin (bugünün) olaylarıyla bağlantı, hatta özdeşlik arz ediyormuşçasına yorumlamak.
Bu, “Diriliş Ertuğrul”da da temel motivasyon olarak karşımızdadır. Aslında dizide Ertuğrul Gazi’yi oynayan Engin Altan Düzyatan, “bobstil” bugünü ile canlandırdığı karaktere ne kadar uzaksa, Ertuğrul Gazi ile Tayyip Bey arasındaki tarihsel kişilik mesafesi de daha az değildir. Gel gelelim biz “Diriliş Ertuğrul”da aslında “Başkanlık Erdoğan”ı izliyoruz, izlettiriliyoruz!..
Cumhurbaşkanı’nın sevgili torununun bu diziyi özeti, tekrarları dâhil doyumsuzca izliyor olmasının bir sırrı da belki burada saklı.
İzlediği dedesidir çünkü!..
Tayfun Atay / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder