Bakmayın siz Antalya Belek’te hükümet destekli,
kamu bankası sponsorlu ve bakan katılımlı Uluslararası Medya Forumu
yapıldığına.
Biliyorsunuz zaten güzel ülkemiz, gazeteciler ve gazetecilik faaliyeti bakımından en riskli ülkelerin başında.
Ve -bizim gibi köklü çınar, sınırlı sayıdaki bağımsız gazete ve mecralar dışındakimedya kuruluşları eğer kapatılmamışsa iki seçenekle baş başa:
“Yanıma hizalan” yahut “akıllı ol paşa paşa”.
“Akıllı olmak”, gerçekleri örtmeye karşılık geliyor.
Gerçekler derken, gizli olanını kastetmiyorum. Güpegündüz, sokak ortasında, kent merkezindeki aleni olaylardan söz ediyorum.
Ayaktaki medya kuruluşları “görmediği” için, artık aleni gerçekler dahi duyulup bilinmiyor.
Hafta başı Ankara’da hak arayan insanlara müdahale eden güvenlik güçleri, kıyıcı bir şiddet uyguladı.
Ankara’nın orta yeri. Yüksel Caddesi’nde.
65 yaşındaki anne Kezban Saçılık yerde sürükleniyor. Kafasında genç bir polisin botu. O polisi, bir annenin doğurduğu kesin. En azından bundan eminiz.
Ve kafası, polisin botunun altındaki yaşlı kadının, kendi annesinden de büyük olma ihtimali yüksek.
Kaybetti derken, cezaevi duvarını yıkan dozer kopardı demek istedim. (Koparılan kola ne olduğunu yazmaya, şu anda klavye üzerindeki parmaklarım ve yüreğim elvermiyor. )
Veli Saçılık koparılmış koluna rağmen hayata sıkıca tutundu. Kamu görevlisi oldu. Fakat çilesi bitmemişti. OHAL KHK’siyle ihraç edildi.
Açlık grevinin 75. gününde gözaltına alınan eğitimcilere destek için gittiği Yüksel Caddesi’nde sürüklendi o da.
Kezban Saçılık yutkuna yutkuna, nefes almakta zorlana zorlana ağlamaklı anlatıyordu dün:
“Kolu yok... Kolu yok... Ya yeter artık ya. Yeter biz kimi öldürdük. Yıllardır çocuğumu... Sanki kan davası gibi. Atleti yok sırtında. Yerde yüzükoyun sürüyorlar.
Biz kimik, biz neyik, katil miyiz, dağdan mı getirdin? Yeter artık yeter. Benim canım acımıyor. Benim başıma tekme vurdular. Yemin ediyorum benim. Yüreğimin acısından hiçbir yerim acımıyor. Benim Velim. Benim Velim... Ya bunun kolunu aldınız, daha neyini alacaksınız? Gözünün içine gaz sıkıyorlar arabanın içinde ya... Yeter artık ya.”
Eğer meraklı bir sosyal medya kullanıcısı değilse, pek az kişi Ankara’nın ortasında neler olup bittiğini duyup biliyor artık.
Dün sabah uğradığım esnafın dükkânı Kızılay’a hiç uzak değil misal.
Çırak, eve geç gidebildiğini çünkü polisin Kızılay’ı kapattığını söyleyince, dükkân sahibi nedenini soruyor. Araya girip anlatıyorum.
İlk tepkisi, “E neden televizyonlar vermedi ki?” oluyor.
Televizyonların ana haber bültenlerinde artık “bu tip” haber vermediğini söylüyorum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıyor.
Televizyonları hâlâ eski televizyonlar, gazeteleri hâlâ eski gazeteler sanıyor.
O öyle sanıyor ama Kezban Saçılık’ı yerlerde sürükleyen, kafasını botuyla ezen, gözaltı aracına bindirdiği kişilerin üzerine gaz sıkıp kapıları kapatanlar bu görüntülerin, “ana akım” da yayımlanmayacağını, radyoların bültenine koymayacağını, esnafın dükkânına aldığı gazeteye basılmayacağını biliyorlar.
Gaddarlık, işte böyle saydamlaşıyor.
Dünyanın dört bir yanından Belek’e davet edilen meslektaşları ikna toplantılarına hiç mi hiç benzemiyor.
Çiğdem Toker / CUMHURİYET
Biliyorsunuz zaten güzel ülkemiz, gazeteciler ve gazetecilik faaliyeti bakımından en riskli ülkelerin başında.
Ve -bizim gibi köklü çınar, sınırlı sayıdaki bağımsız gazete ve mecralar dışındakimedya kuruluşları eğer kapatılmamışsa iki seçenekle baş başa:
“Yanıma hizalan” yahut “akıllı ol paşa paşa”.
“Akıllı olmak”, gerçekleri örtmeye karşılık geliyor.
Gerçekler derken, gizli olanını kastetmiyorum. Güpegündüz, sokak ortasında, kent merkezindeki aleni olaylardan söz ediyorum.
Ayaktaki medya kuruluşları “görmediği” için, artık aleni gerçekler dahi duyulup bilinmiyor.
***
Gerçeklerin üzeri örtüldükçe ne olduğunu dün gördük: Hafta başı Ankara’da hak arayan insanlara müdahale eden güvenlik güçleri, kıyıcı bir şiddet uyguladı.
Ankara’nın orta yeri. Yüksel Caddesi’nde.
65 yaşındaki anne Kezban Saçılık yerde sürükleniyor. Kafasında genç bir polisin botu. O polisi, bir annenin doğurduğu kesin. En azından bundan eminiz.
Ve kafası, polisin botunun altındaki yaşlı kadının, kendi annesinden de büyük olma ihtimali yüksek.
***
Veli Saçılık, bundan 17 yıl önce Burdur Cezaevi’ndeyken “Hayata Dönüş” gibi rezil isimli bir operasyonda kolunu kaybetti. Kaybetti derken, cezaevi duvarını yıkan dozer kopardı demek istedim. (Koparılan kola ne olduğunu yazmaya, şu anda klavye üzerindeki parmaklarım ve yüreğim elvermiyor. )
Veli Saçılık koparılmış koluna rağmen hayata sıkıca tutundu. Kamu görevlisi oldu. Fakat çilesi bitmemişti. OHAL KHK’siyle ihraç edildi.
Açlık grevinin 75. gününde gözaltına alınan eğitimcilere destek için gittiği Yüksel Caddesi’nde sürüklendi o da.
***
“Kolu yok... Kolu yok... Ya yeter artık ya. Yeter biz kimi öldürdük. Yıllardır çocuğumu... Sanki kan davası gibi. Atleti yok sırtında. Yerde yüzükoyun sürüyorlar.
Biz kimik, biz neyik, katil miyiz, dağdan mı getirdin? Yeter artık yeter. Benim canım acımıyor. Benim başıma tekme vurdular. Yemin ediyorum benim. Yüreğimin acısından hiçbir yerim acımıyor. Benim Velim. Benim Velim... Ya bunun kolunu aldınız, daha neyini alacaksınız? Gözünün içine gaz sıkıyorlar arabanın içinde ya... Yeter artık ya.”
***
Şöyle bir noktadayız: Eğer meraklı bir sosyal medya kullanıcısı değilse, pek az kişi Ankara’nın ortasında neler olup bittiğini duyup biliyor artık.
Dün sabah uğradığım esnafın dükkânı Kızılay’a hiç uzak değil misal.
Çırak, eve geç gidebildiğini çünkü polisin Kızılay’ı kapattığını söyleyince, dükkân sahibi nedenini soruyor. Araya girip anlatıyorum.
İlk tepkisi, “E neden televizyonlar vermedi ki?” oluyor.
Televizyonların ana haber bültenlerinde artık “bu tip” haber vermediğini söylüyorum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıyor.
Televizyonları hâlâ eski televizyonlar, gazeteleri hâlâ eski gazeteler sanıyor.
O öyle sanıyor ama Kezban Saçılık’ı yerlerde sürükleyen, kafasını botuyla ezen, gözaltı aracına bindirdiği kişilerin üzerine gaz sıkıp kapıları kapatanlar bu görüntülerin, “ana akım” da yayımlanmayacağını, radyoların bültenine koymayacağını, esnafın dükkânına aldığı gazeteye basılmayacağını biliyorlar.
Gaddarlık, işte böyle saydamlaşıyor.
Dünyanın dört bir yanından Belek’e davet edilen meslektaşları ikna toplantılarına hiç mi hiç benzemiyor.
Çiğdem Toker / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder