5 Mayıs 2017 Cuma

Heybeliada’nın belleği - CELAL ÜSTER

Anımsamakla unutmak. İkisi arasında gidip geliriz çoğu zaman. Eskilerden bir düşünür, unutkanlığı alaya mı almış, ciddiye mi, bilmiyorum: “Tanrı, unutma yetisine sahip olalım diye bir beyin verdi bize.” Oysa Borges, “Geçmişin müridiyim” der. “Elimizde olan tek şey geçmiştir. Her şeyi unutursanız artık var olamazsınız.”
Yazarlarınızı unutursanız da var olamazsınız. Dilinizi var eden de, düşgücünüzü varsıllaştıran da yazarlar değil midir? Onları, onların yazdıklarını belleksizliğin gömütlerine gömerseniz, dilinizden de olursunuz, düşgücünüzden de. 

 
Çiçekli Dağ Sokağı’nda
Son zamanlarda öykücülüğümüzün ustalarından Zeyyat Selimoğlu da unutuldu, anımsayan da yok, kitaplarını yayımlayan da diyordum ki, Heybeliada Halk Kütüphanesini Koruma Derneği’nden bir haber geldi. Dernek, “yolu Heybeliada’dan geçen sanatçıları Ada belleğinde kalıcı kılmayı hedefleyen” etkinliklere 17 yıl önce yitirdiğimiz Selimoğlu ile başlıyor.
Yarın 13.30’da Heybeliada Vapur İskelesi’nde buluşulduktan sonra Türkiye Yazarlar Sendikası’nın da katılımıyla yazarın evinin önüne bir plaket yerleştirilecek. Sonra da, adadaki Çiçekli Dağ Sokağı’nın merdivenlerinde anılarla, Selimoğlu’ndan öykülerle sürecek anımsayış: 

‘Ey Papatyalar’
“Kır çiçekleri şairlerin çiçeği değil midir, ey papatyalar? Şair, şöyle bir duralar, düşünür, kendini tutamayıp yanındaki arkadaşının koluna sarılır, coşkuyla bağırır: — Çiçekli Dağ Sokağı! İşte bu sokak ve bu sokağın adı, dünyaya böyle adım atmıştır.”
“Heybeliada Hatırlıyor!” etkinliğinin yüreğimi şenlendiren bir yanı da, Selimoğlu’nun kitaplarını yeniden basan Eksik Parça Yayınları’nın küçük bir stant açacak olması. Etkinliğe katılan çocuklara da, Selimoğlu’nun, dernek üyelerinin “sahaflardan toplayabildiği” çocuk kitapları armağan edilecek. 

Ada’yı ada yapan
Ada’yı ada yapan yazarlardan biridir Zeyyat Selimoğlu. Heybeliada’dan babamın gençlik arkadaşıydı. Yıllar sonra dostluğunu benden de esirgemedi.
Yanılmıyorsam, 1990’ların hemen başında, Heybeliada’da bir yangın çıkmış, Halki Palas Oteli yanıp kül olmuştu. Cumhuriyet’teydim. Sabah toplantısında, arka sayfanın bu olaya ayrılması kararlaştırıldı. Ada’lı, Heybeliada’lı yazarlardan da görüşler alınacaktı.
Eh, en Heybeliada’lı yazar, Zeyyat Selimoğlu idi. Ben de işe onu aramakla başladım. Zeyyat abi, kuşkusuz, yangından haberliydi. Telefonda sesimi duyar duymaz, “Anlaşılan, geçenlerde çıkan kitabımı daha okumamışsın!” dedi. “Aramızdaydı O Gün’ü bırakmıştım sana. 51. sayfayı aç, ‘Bir Ada Soyunuyor’ adlı öyküyü bir oku bakalım! Ben yazmıştım bu yangını!”
Hemen açtım okudum:


Edebiyatın düşgücü
“... Yangın korkuları içinde geçiyor günlerim, tüm tahtalarım çıradır artık, gevrek ve kurumuş tahtalarım, tahta kaplamalarım, tahta balkonlarım, tahta çatım. Bütün bu saydıklarım küçük bir kibrit alevinin işaretine bakıyor, küçük bir alev beni yok edebilir. Geceleri beni uyku tutmaması, bundandır... İçime oturmuş bir yangın korkusu, geri kalmış ömrümün ince sancısıdır dostum; hani yanarak ölen yaşlılar vardır, yangın alevinden kaçamamış düşkünler...”
Öyküyü bitirdiğimde dehşete kapılmıştım. Gazetenin arka sayfasını nerdeyse tümüyle bu öyküye ayırmıştık.
Edebiyatın düşgücü, her zaman olduğu gibi, gerçekliğe nal toplatmıştı...

Celal Üster / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder