27 Haziran 2017 Salı

Ankara-İstanbul ‘tuz’ hattı, kokmamak için - EROL MANİSALI

Bazı toplumlar vardır; insanların dışarı, sokağa, parka, kafeye, sergiye, konsere, tiyatroya gitmesi istenmez. Baskı altındadır, kısıtlanmıştır, hatta birçoğu yasaklanmıştır. 
 
Bunlar faşist, dikta ile yönetilen ya da dincilik kullanılarak ezilen toplumlardır. Meydanlar, sokaklar, parklar sevilmezler. Orada insanlar kadınlı erkekli dolaşırlar, otururlar, sohbet ederler ya da eğlenirler. Faşizm bunları sevmez. 
 
Demokrasiden korkan baskıcı yönetimler sokağı, yolu, meydanı, kahveleri, salonları, kızlı erkekli karma okulları kendi iktidarları açısından bir tehlike olarak görürler. 
 
Kadın-erkek eşitliği, yol, meydan, park, sanat, kültür salonları uygarlığın ve demokrasinin vazgeçilmez parçalarıdır. Birçok Arap ülkesinde kadının yalnız sokağa çıkması, parkta dolaşması, araba kullanması kısıtlanmıştır. Çağdaş ve uygar giysilerle dolaşmaları hoş karşılanmaz, hatta yasaklanmıştır. Kadın hamile ise sokağa çıkamaz, ev hapsindedir. 
 
Sokak (ve yürüyüş) bir semboldür. “Gezi”, halk için özgür kılmanın bir demokratik başkaldırısı olduğu için baskıcı çevreler bundan hoşlanmazlar. Hatta içlerine provokatörleri salarak bu demokratik eğilimleri hedefinden özellikle çıkarmaya çalışırlar. 
 
Son 55 yılın en çağdaş, uygar ve demokratik hareketi “Gezi”nin içine, PKK’den FETÖ’ye kadar kimi unsurları sızdırdıkları gibi. 


Ankara-İstanbul hattı mı?
Enis Berberoğlu’nun bardağı taşıran damla olduğu bu yürüyüş, adaleti geri getirerek demokrasiyi sağlamak için atılan önemli bir adımdır.
Bir anlamda, “Gezi’nin uygarlık haykırışının” örgütsel bir devamıdır. İnsanidir, çağdaştır, demokratiktir.
Geçen hafta çarşamba günkü yürüyüşte Kemal Bey’in yanında Genco Erkal’ı, Yılmaz Büyükerşen’i ve Emre Kongar’ı kol kola görünce çok duygulandım: Yılmaz Büyükerşen’e üç yıl önce Truva Vakfı’nın “Atatürk Ödülü”nü ben verdim; değerli meslektaşım Emre, 1972 yılından beri yakın fikir ve dostluk beraberliğimiz olan bir insan; ve Genco Erkal, sık sık Bıçak Sırtı köşemde adını övgüyle andığım bir sanat abidesi.
Yanlarında da büyük bir inançla uygarlığa, demokrasiye ve adalete yürüyen bu ülkenin güzel insanları. Keşke şu anda orada olsaydım diye düşündüm, bastonla bile yürürdüm. O güzel insanlarla beraber olmak ne büyük bir kıvanç, çirkinliklere ve adaletsizliklere karşı. 

Ve bir haber
S.Arabistan Kralı kendi yerine geçecek kişiyi şimdiden belirlemiş; oğlu. Halkın ne düşündüğü ya da dediği mi? O dinci ve faşist ülkelerde böyle bir konu yok. Akrabalar, yakınlar güllük gülistanlık. Avrupa’da, Amerika’da, Hawaii’de, Monte Carlo’da hatta bizim Boğaz’daki villasında. Geri kalan yüzde doksan ahali ise çoğu zaten “gâvur takımı”, ırgat statüsünde, bir şantiyede işçi gibi.
Ve bizim çağdaş dünya yerine ilişkilerimizi geliştirdiğimiz ülkelerin “düzeni” böyle. Kral, şeyh, emir ne derse o olur; bir de dışarıdaki en büyük patron. Geri kalan ahali, aşiret reisinin emrindeki köleler misali.
Yürüyüş yok, sanat yok, eleştiri yok, kadın-erkek eşitliği hak getire. Demokrasi mi, o da neymiş?..
İşte Ankara-İstanbul yürüyüşü bu tür ilkel bir dünyaya değil, demokrasiye yürümenin bir haykırışıdır.
Kemal Bey’e Gandi sözünü ilk yakıştıranlardan biri galiba bendim. Fazla abarttığımı sanmıştım ama o beni meğerse haklı çıkaracakmış. Umarım Gandi gibi “tuz”a ulaşır, Türkiye’nin kokmaması için...

Erol Manisalı / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder