Damatlık şıklık, zarafet demek… Damatlık, damat olduğun yere göre,
sadece bir günlük değil, ömür boyu ayrıcalık demek. Önemli bir makam
damatlık; kökü Osmanlı’ya giden ve Osmanlı’dan günümüze gelen…
Hanedana damat oldun mu yaşadın! Hanedanın Osmanlı olması da şart değil; köylük yerde ağa kızıyla evlenen, şehirde servet sahibi bir aileye damat olan ve de hangi devirde olursa olsun iktidara damat olan yaşar.
Damatsan güven veriyorsun bir defa. Kaçıp göçmeyeceğine inanılıyor; evin barkın, sabit bir ikametgâhın oluyor…
Nuriye ve Semih, “damatlık” bir halleri olmadığı için işlerinden aşlarından oldular. İşlerini geri istedikleri için başlarına gelmedik kalmadı. Açlıktan ölüm sınırına dayandıkları halde, illa da sabit bir ikametgâhları olsun diye belki, tutuklanıp cezaevine kondular.
İçeride hastalıktan ölenler oldu, hastalıklarıyetmedi salıverilmelerine. Damat değildiler. Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Musa Kart, içerideyken baba olan Mahir Kanaat… Ve daha niceleri, kimsenin damadı değiller. Kimse lafın gelişi; “devletlü” bir hanenin damadı değil!
Öyle olmayınca da olmuyor işte!
Osmanlı, hanedanın devamı için önemsemiş damatlığı. Damat, her şeyden öne sadık olmalıymış. Öyle ya, sultanla evlenip devlete yaklaştıktan sonra, sadakat şart devletin bekâsı için.
Farsça bir sözcük damat; evlendiği sultan, sultanlığı adından sonra gelen padişah kızı, kız kardeşi ya da teyzesi olunca “Damâd-ı Şehriyarî” ya da “Damâd-ı Hazreti Şehriyarî” gibi pek havalı bir unvanı kapıveriyor.
“Sultan”lık isimden önce geliyorsa padişahsın: Sultan Süleyman, Sultan Selim, misal. İsimden sonra geliyorsa da prenses; misal Mihrimah Sultan. Bu önemli; bir hata yapmayıp gözünüze “Sultan”lığı isminden sonra gelen birini kestireceksiniz ki, vezirliğe kadar yolu olan pek parlak bir geleceğiniz olsun.
Osmanlı’nın ilk yıllarında damatlar komşu beyliklerden seçilmişler ki siyaseten güçlenilsin, genişlensin. I. Murad’ın kızı Nefise Sultan’ın 1378’de Karamanoğlu Alaeddin Bey’le evlenmesi böyledir.
Anadolu’nun birliği sağlandıktan sonra bir dönem de damatlar uzak vilayetlere gönderilmişler ki, merkezi devlet işine fazla burun sokmasınlar. Başlangıçta kuzenler arası evlilikler hiç görülmezken, sonraları aile içi çatışmaların önüne geçmek adına, ki aile içi çatışma her iktidar için çok tehlikelidir, kuzen evlilikleri de yapılmaya başlanmış.
Damatlık kolay değil tabii; Osmanlı, damat seçerken adayın bazı şartları yerine getirmesine de özellikle dikkat edermiş. İlk şart, “kefâ’et”; yani damat seçilen gelinle din ve ırk açısından eşit olacak. Sonra; damadın “hâl ve mevkii” geline uygun olacak. “Münâsip”lik, daha maddi bir statü ifadesi olan “hâl ve mevkii”den farklı olarak hanedanın şan ve şöhretine uygunluk şartı. Hastalıklı olmayacak. Ve nihayet asalet…
Hastalık konusu çok önemli; Sultan Süleyman tek kızı Mihrimah Sultan’a koca olarak Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa’yı seçince, çekemeyenler Paşa’da “miskin hastalığı” olduğunu yaymışlar. Neyse ki, Padişah’ın gönderdiği hekim Paşa’nın gömleğinde pire görmüş de, miskin hastalığından mustarip olanda pire olmayacağı teşhisiyle Paşa’nın damatlığı kurtulmuş.
Şimdi devletlü ailelerin damat seçiminde bu şartlar aynen aranıyor mu emin değilim. Bazı şartları karşılamadığı halde damat olanlar var. Ancak, dünün en önemli şartı olan sadakatin (sadık damat) hâlâ arandığından eminim.
Sadakat, damadı olduğun devletlü ailenin ol dediği şeyi olmak, yap dediği şeyi yapmak olduğu kadar, zor durumlarda da ser verip sır vermemektir. Damadın sadakati o kadar önemlidir ki, ondan şüpheye düşülünce kellesi bile alınabilir. Bunun bir örneğini Muhteşem Yüzyıl’da Sultan Süleyman’ın çocukluk arkadaşı Damat İbrahim Paşa’nın idamından hatırlarsınız.
Yine de damadı fazla zor durumda bırakıp işi riske sokmamak gerekir!
Sonuç olarak, damatlık dünden bugüne ayrıcalık olagelmiş. Osmanlı evliliği ve damatlığı bir “devlet maslahatı” olarak görmüş.
Görülen o ki, durum şimdi de pek farklı değil!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Hanedana damat oldun mu yaşadın! Hanedanın Osmanlı olması da şart değil; köylük yerde ağa kızıyla evlenen, şehirde servet sahibi bir aileye damat olan ve de hangi devirde olursa olsun iktidara damat olan yaşar.
Damatsan güven veriyorsun bir defa. Kaçıp göçmeyeceğine inanılıyor; evin barkın, sabit bir ikametgâhın oluyor…
Nuriye ve Semih, “damatlık” bir halleri olmadığı için işlerinden aşlarından oldular. İşlerini geri istedikleri için başlarına gelmedik kalmadı. Açlıktan ölüm sınırına dayandıkları halde, illa da sabit bir ikametgâhları olsun diye belki, tutuklanıp cezaevine kondular.
İçeride hastalıktan ölenler oldu, hastalıklarıyetmedi salıverilmelerine. Damat değildiler. Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Musa Kart, içerideyken baba olan Mahir Kanaat… Ve daha niceleri, kimsenin damadı değiller. Kimse lafın gelişi; “devletlü” bir hanenin damadı değil!
Öyle olmayınca da olmuyor işte!
Osmanlı, hanedanın devamı için önemsemiş damatlığı. Damat, her şeyden öne sadık olmalıymış. Öyle ya, sultanla evlenip devlete yaklaştıktan sonra, sadakat şart devletin bekâsı için.
Farsça bir sözcük damat; evlendiği sultan, sultanlığı adından sonra gelen padişah kızı, kız kardeşi ya da teyzesi olunca “Damâd-ı Şehriyarî” ya da “Damâd-ı Hazreti Şehriyarî” gibi pek havalı bir unvanı kapıveriyor.
“Sultan”lık isimden önce geliyorsa padişahsın: Sultan Süleyman, Sultan Selim, misal. İsimden sonra geliyorsa da prenses; misal Mihrimah Sultan. Bu önemli; bir hata yapmayıp gözünüze “Sultan”lığı isminden sonra gelen birini kestireceksiniz ki, vezirliğe kadar yolu olan pek parlak bir geleceğiniz olsun.
Osmanlı’nın ilk yıllarında damatlar komşu beyliklerden seçilmişler ki siyaseten güçlenilsin, genişlensin. I. Murad’ın kızı Nefise Sultan’ın 1378’de Karamanoğlu Alaeddin Bey’le evlenmesi böyledir.
Anadolu’nun birliği sağlandıktan sonra bir dönem de damatlar uzak vilayetlere gönderilmişler ki, merkezi devlet işine fazla burun sokmasınlar. Başlangıçta kuzenler arası evlilikler hiç görülmezken, sonraları aile içi çatışmaların önüne geçmek adına, ki aile içi çatışma her iktidar için çok tehlikelidir, kuzen evlilikleri de yapılmaya başlanmış.
Damatlık kolay değil tabii; Osmanlı, damat seçerken adayın bazı şartları yerine getirmesine de özellikle dikkat edermiş. İlk şart, “kefâ’et”; yani damat seçilen gelinle din ve ırk açısından eşit olacak. Sonra; damadın “hâl ve mevkii” geline uygun olacak. “Münâsip”lik, daha maddi bir statü ifadesi olan “hâl ve mevkii”den farklı olarak hanedanın şan ve şöhretine uygunluk şartı. Hastalıklı olmayacak. Ve nihayet asalet…
Hastalık konusu çok önemli; Sultan Süleyman tek kızı Mihrimah Sultan’a koca olarak Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa’yı seçince, çekemeyenler Paşa’da “miskin hastalığı” olduğunu yaymışlar. Neyse ki, Padişah’ın gönderdiği hekim Paşa’nın gömleğinde pire görmüş de, miskin hastalığından mustarip olanda pire olmayacağı teşhisiyle Paşa’nın damatlığı kurtulmuş.
Şimdi devletlü ailelerin damat seçiminde bu şartlar aynen aranıyor mu emin değilim. Bazı şartları karşılamadığı halde damat olanlar var. Ancak, dünün en önemli şartı olan sadakatin (sadık damat) hâlâ arandığından eminim.
Sadakat, damadı olduğun devletlü ailenin ol dediği şeyi olmak, yap dediği şeyi yapmak olduğu kadar, zor durumlarda da ser verip sır vermemektir. Damadın sadakati o kadar önemlidir ki, ondan şüpheye düşülünce kellesi bile alınabilir. Bunun bir örneğini Muhteşem Yüzyıl’da Sultan Süleyman’ın çocukluk arkadaşı Damat İbrahim Paşa’nın idamından hatırlarsınız.
Yine de damadı fazla zor durumda bırakıp işi riske sokmamak gerekir!
Sonuç olarak, damatlık dünden bugüne ayrıcalık olagelmiş. Osmanlı evliliği ve damatlığı bir “devlet maslahatı” olarak görmüş.
Görülen o ki, durum şimdi de pek farklı değil!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder