Farkındaysanız,
ülkemizdeki sosyal çatışma iyice daralmış bir alanda, İETT şoförü ile
yolcusu arasında yoğunlaştı. Gün geçmiyor ki yolcusuna saldıran, kafası
kızdığı için araçtaki yolcuyu boşaltan ya da tam tersi, son olayda
olduğu gibi şoföre tabanca doğrultan insan haberlerine rastlamayalım.
Bir kere şoför deyip geçmeyelim, adı bile afilidir… İsterseniz bu konuda
bir yazı kaleme alın, bakın bakalım, kaç kez o kelimeyi yanlış yazacak
ve doğru yazımı konusunda akıllısayarınız(!) tarafından uyarılacaksınız…
İyi kötü seyahat etmiş her Türk insanı bilir, otobüs şoförü ayrıcalıklıdır. O, genelde kendisine ait olmayan devasa aracın tek patronudur. Bunu yolcusuna, kah muavinine uyguladığı buyurgan tavır ile, kah mola verilen lokantadaki yüksek hizmet beklentisi ile bir şekilde hissettirir. Saygı beklentisi, mesleği aracılığıyla aslında kendisinedir. Belediye toplu ulaşım araçlarının sürücüleri biraz daha farklıdır. Onlar, “en öndeki ablaya uzun seyahat sürecinde göz kulak olma” modundan daha farklı bir hizmet sunumundadır. Bu tür hizmette yolculuk süresi daha kısadır ve de şoförün aynı yolcularla karşılaşma oranı daha fazladır. Bir de tabii ki, özellikle kullanıcıya büyük bir gerginlik ve yorgunluk olarak dönecek, şehir içi trafiği söz konusudur. Başlık, İstanbul ulaşımı ile bilerek sınırlandı.
Diyelim ki, bir turistik şehir olan Alanya merkezinde toplu ulaşım kullanırsanız, çok daha farklı bir portföy ile karşılaşırsınız. Doğuda Vladivostok’tan batıda Moskova’ya kadar büyük bir çeşitlilik içeren Rus turistin yanında, yolu kazara düşmüş(!) Batı Avrupalı; yerleşik Avrupalı; büyükşehirlerden, kendisini zor bela sakin yaşama attığını zanneden Anadolu emeklisi ve de bin bir çeşit Alanya yerlisi birlikte seyahat ederler. Böyle bir farklılık herkes için bir azınlık içerdiğinden, otobüs şoförü ile tartışmaya girildiğinde yeterli desteği sağlayamaz. İstanbul ise çok farklıdır.
Hele, son durağı daha varoş semtler olan ama şehrin kalbinin attığı merkezlerden geçerek oraya giden araçlarda durum çok değişiktir. Çünkü bu araçlarda, bir ülke gerçeği olarak yüzde ellilikler birlikte seyahat etmektedir. İnip binenler ve oturduğu yeri ısıtarak son durakta inenler iki ayrı Türkiye’dir. İlginç olan, her türlü olumsuzluğun karşılıklı saygı içinde çözülmesidir. Ama şoförle ilişkinin boyutu farklıdır. Bir kere şoför, ister istemez, “İETT” dendiğinde anılan kişi ile özdeşleştirilir. Hem sosyal sınıf hem de kurum olarak bu çağrışımlar, bence haksız olarak şoför hakkında ön fikir oluşturur. Böylece, siyasi iktidarca ötekileştirildiği varsayımında olan yüzdelikler, rejimin uzantısı, sokaktaki temsilcisi saydığı şoförden her fırsatta hıncını, ona kötü davranarak almaya çalışır. Şoför ise, eğer bağlı bulunduğu kurumdaki müdürlerince cesaretlendiriliyor; daha önce başına o tür olaylar gelmiş meslektaşlarınca dolduruluyor ve inancı gereği karşıt gördüğü kitlelerden böyle intikam alacağını var sayıyorsa, tavrını belli eder. O daracık, kendi hükümdarlığındaki alanda, ona bahşedilen “had bildirme operasyonuna” çekinmeden girişir.
Oysa tam tersine, daha akıllı bir kentlinin, birisiyle özdeş olduğuna inandığı insanı kazanacağı yer o sınırlı alan olmalı. Adı üstüne, “Şoför mahalli” ndeki insana daha saygılı ve anlayışlı davranıldığında, kaba yanıt gelme olasılığı düşer. Gemi ile verilen örneğin, otobüs için de geçerli olduğunu, akşam evine gittiğinde düşünmesini sağlamak gerekir: Otobüs devrildiğinde beraber öleceklerdir…
Feyzi Açıkalın / Cumhuriyet
İyi kötü seyahat etmiş her Türk insanı bilir, otobüs şoförü ayrıcalıklıdır. O, genelde kendisine ait olmayan devasa aracın tek patronudur. Bunu yolcusuna, kah muavinine uyguladığı buyurgan tavır ile, kah mola verilen lokantadaki yüksek hizmet beklentisi ile bir şekilde hissettirir. Saygı beklentisi, mesleği aracılığıyla aslında kendisinedir. Belediye toplu ulaşım araçlarının sürücüleri biraz daha farklıdır. Onlar, “en öndeki ablaya uzun seyahat sürecinde göz kulak olma” modundan daha farklı bir hizmet sunumundadır. Bu tür hizmette yolculuk süresi daha kısadır ve de şoförün aynı yolcularla karşılaşma oranı daha fazladır. Bir de tabii ki, özellikle kullanıcıya büyük bir gerginlik ve yorgunluk olarak dönecek, şehir içi trafiği söz konusudur. Başlık, İstanbul ulaşımı ile bilerek sınırlandı.
Diyelim ki, bir turistik şehir olan Alanya merkezinde toplu ulaşım kullanırsanız, çok daha farklı bir portföy ile karşılaşırsınız. Doğuda Vladivostok’tan batıda Moskova’ya kadar büyük bir çeşitlilik içeren Rus turistin yanında, yolu kazara düşmüş(!) Batı Avrupalı; yerleşik Avrupalı; büyükşehirlerden, kendisini zor bela sakin yaşama attığını zanneden Anadolu emeklisi ve de bin bir çeşit Alanya yerlisi birlikte seyahat ederler. Böyle bir farklılık herkes için bir azınlık içerdiğinden, otobüs şoförü ile tartışmaya girildiğinde yeterli desteği sağlayamaz. İstanbul ise çok farklıdır.
Hele, son durağı daha varoş semtler olan ama şehrin kalbinin attığı merkezlerden geçerek oraya giden araçlarda durum çok değişiktir. Çünkü bu araçlarda, bir ülke gerçeği olarak yüzde ellilikler birlikte seyahat etmektedir. İnip binenler ve oturduğu yeri ısıtarak son durakta inenler iki ayrı Türkiye’dir. İlginç olan, her türlü olumsuzluğun karşılıklı saygı içinde çözülmesidir. Ama şoförle ilişkinin boyutu farklıdır. Bir kere şoför, ister istemez, “İETT” dendiğinde anılan kişi ile özdeşleştirilir. Hem sosyal sınıf hem de kurum olarak bu çağrışımlar, bence haksız olarak şoför hakkında ön fikir oluşturur. Böylece, siyasi iktidarca ötekileştirildiği varsayımında olan yüzdelikler, rejimin uzantısı, sokaktaki temsilcisi saydığı şoförden her fırsatta hıncını, ona kötü davranarak almaya çalışır. Şoför ise, eğer bağlı bulunduğu kurumdaki müdürlerince cesaretlendiriliyor; daha önce başına o tür olaylar gelmiş meslektaşlarınca dolduruluyor ve inancı gereği karşıt gördüğü kitlelerden böyle intikam alacağını var sayıyorsa, tavrını belli eder. O daracık, kendi hükümdarlığındaki alanda, ona bahşedilen “had bildirme operasyonuna” çekinmeden girişir.
Oysa tam tersine, daha akıllı bir kentlinin, birisiyle özdeş olduğuna inandığı insanı kazanacağı yer o sınırlı alan olmalı. Adı üstüne, “Şoför mahalli” ndeki insana daha saygılı ve anlayışlı davranıldığında, kaba yanıt gelme olasılığı düşer. Gemi ile verilen örneğin, otobüs için de geçerli olduğunu, akşam evine gittiğinde düşünmesini sağlamak gerekir: Otobüs devrildiğinde beraber öleceklerdir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder