Nihat Hatip, çiçeği burnunda YÖK üyesi.
Neredeyse bir pop yıldızı kadar ünlü. Çıktığı TV programlarında ağlayıp duruyor. Bu ağlama karşılığında aldığı ücretler dudak uçuklatacak cinsten. Üç hadis beş ayet ile edindiği dünyalık yedi göbek sülalesini ihya edecek neredeyse. Bir izleyicisi engin bilgisine binaen sordu geçtiğimiz günlerde, "Amcakızıyla evlenmek caiz midir hocam?" dedi. Nihat Hatip, soruyu yanıtladı; "Efendim teyzekızı, amcakızı, halakızı, dayıkızı hepsi caiz olan evliliklerdir." Yanlış mı? Hayır, doğru. Arkaik Bedevi kültürü bu. Kadının alınıp satılan bir mal olduğu yitip gitmiş bir kültürün mantıki dışa vurumu. Bedevi ailesi çölde bir çadır bir deve. Pazara indiğinde devesini satacak hali yok, açlıktan ölür. Onun dışında ne varsa onu satıyor. Sattığını kendisinden esirgemiyor haliyle. Sorun Nihat Hatip’in aradan geçen zamanı hiç hesaba katmadan yorumu Bedeviye göre yapması. Sonuç; Bir insani kültürel facia…
Camilerden, yatılı tarikat okullarından, dindar muhitlerden gelen haberleri toplayıp toplu halde bir bakın. Bu facianın boyutlarını dehşet içinde fark edeceksiniz. Yeni nesil Bedeviler türedi her yanda. Uçanla kaçan kurtuluyor ellerinden. Kafayı cinsel organıyla bozmuş tuhaf, gaddar, ölçüsüz bir topluluk toplumun zaten açık olan yarısını kaşıyıp duruyor. Onlara yol gösterenler ise güya dini eğitim almış ilahiyatçılar. Evlenme yaşını neredeyse ceninlere indirdiler. Çoluk çocuk yobazın tasallutu altında inim inim inliyor. Şüyuu vukuundan beter bin türlü rezillik. Normal bir insanın yüzü kızarmadan konuşamayacağı işler…
Şort giydi, yan baktı, bacağı göründü, sokakta spor yaptı diye saldırıya uğrayan kadınları saymıyorum bile.
Hızla dindarlaşıyoruz, bunlar onun habercisi. Bir bakıma hızla çöküyoruz. Türkiye derin bir kültürel yarılmanın tam ortasında.
Bütün bunlar olurken bir belediye başkanı şehrin ortasına başparmağı yana yatık dört parmak havada bir el heykeli dikti. Diktiği yerde daha önce Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’in anıtı vardı. Tepki topladı anıt. Yanlış anlaşılmasın “bu ne birader” tepkisi değil bu. Ülkü Ocakları üyeleri toplanıp heykelin bulunduğu kavşağa kadar “Bozkurt Türkün milli sembolü” sloganı atarak yürüdü. Yani tepki verenler dört parmak elin sökülüp yerine bir kurt heykeli dikilmesini istiyorlardı. “Mustafa Kemal ile ne derdiniz var” diyen olmadığı için belediye başkanı çıkıp laf dolandırdı. Dört parmak İhvan’ın değil, "tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet" ülküsünün sembolüydü. “Yana yatan başparmak ne öyleyse” diye soran olmayacağından emindi. Yalandan kim ölmüş?
Kafanızı kaldırın, artık her türlü ölçüyü aşan şu muhafazakâr İstanbul’a bir bakın. Dışarıdan gelen biri ibadethanemizin alışveriş merkezleri olduğunu sanmaz mı? Çirkin gökdelenler de olsa olsa onların minareleri. Yolları var gidilmez, köprüleri var geçilmez bir tuhaf şehir. Üsküdar meydanındaki Mimar Sinan bakiyesi camiyi dindarların elinden kurtarmak için laik kamuoyu ayaktaydı daha dün. Şehrin ciğeri Kuzey Ormanlarının yerinde bir Arap çölü var artık. Yakında nevzuhur Bedeviler çadırını kurar oturur, artık nesli tükenmekte olan mandaların yerine develer dolaşır ortalıkta. Kadıköy’e geçerken gördüm, köprünün Anadolu çıkışına bir anıt yapıyorlar. 24 saat sala okunacakmış. Böyle kente böyle anıt.
Kim bu şehre, kadına, cumhuriyete, laikliğe, çoluk çocuğa yönelen saldırganlar? İddiaya göre dini hassasiyeti yüksek müslümanlar. Ama karakola çekilince başka bir boyutu ortaya çıkıyor konunun. Bu saldırganların hepsi toplumun cürufu olan lümpenler…
***
Varlığını ezilen sınıflara armağan eden Marksizm’de en tiksindirici lafın lümpen olması şaşırtıcı değil. Toplumun tortusudur lümpen, sınıf dışı, şekilsiz bir unsurudur. Manifesto’ya göre “eski toplumun en aşağı katmanlarının pasif kokuşmuşluğu”dur. Marx diyor ki; “Çoğunluğu, tüm büyük şehirlerde sanayi proletaryasından farklı bir şekilde ortaya çıkan, toplumun atıklarıyla beslenen, belli bir mesleği olmayan, yurttaşı oldukları ülkenin kültür seviyesine göre farklılıklar arz eden, lazzaroni, serseri kimliklerini asla gizlemeyen hırsızlar, katillerden oluşan lümpene mensuplar”… Kim bunlar? 19. Yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da gececi hükumet tarafından oluşturulan seyyar muhafız taburları. Bizdeki Osmanlı Ocakları gibi bir şey yani. Engels bunlardan bir ikisini kurşuna dizen Fransız işçilerini hararetli bir biçimde kutlamıştı. Bunlar hiçbir sınıfa ait değildi ama her sınıfın ayaktakımından oluşuyordu. Yordam Yayınlarının şahane “Marksizm Sözlüğü”nden özetledim.
Bu tariften sonra lümpen, daha iyisi lümpen proletarya ile faşizm arasında ilişkisi kurulması şaşırtıcı olmasa gerek. Almanya’da Nazizm’in kitle tabanını bu lümpen proletarya oluşturuyordu. Bu taban bilinmezse, bir toplumun nasıl olup da Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich, Karl Marx ve Max Planck’tan Adolf Hitler’e ulaştığı anlaşılamaz. Çökmüş Alman kültüründen türedi Nazizm ve lümpen proletarya. Faşizm ortaya çıktığı hemen her yerde derin ve onarılmaz bir kültürel çöküşün üzerinde filizlenir. Bu kültürel çöküşün en büyük ve en kalabalık meyvesidir lümpen. Faşizm o büyük, derin ve geniş cürufu bir araya getirerek örgütlenir. Faşizmin muhtaç olduğu kudret - dincilik, milliyetçilik, tutuculuk, yobazlık, saldırganlık ve şiddet-lümpenin damarlarında mevcuttur.
Türkiye de şimdi büyük bir kültürel çöküş yaşıyor. Nihat Hatip, sarayda davul zurna, sokakta rabia, köprüde sala, metroda, minibüste şortlu, etekli kadınlara saldırı, sigara içiyor diye adam dövmeler artık ülkenin en kalabalık gurubu olan lümpenin karmaşık duygu dünyasının yansımaları. Lümpen bunlarla olumlar içindeki büyük boşluğu. Bu çöküşün ortaya çıkardığı derin çatlakları dinle, milliyetçilikle, hamasetle doldurma çabalarının hazin halleridir bunlar. Bir meydana tuhaf rabia işareti heykeli dikmekle, olur olmaz yere 24 saat sala okuyacak anıt yapmakla, Duşakabinoğulları ile, sarayda davullu karşılama ile nükseder. Gerçekte hepsi tek bir şeyin, yaygın lümpenliğin tezahürleridir.
***
Müzik yok, tiyatro yok, sanat yok, hayat bitik. Padişah kaftanı giymiş badem bıyıklı tuhaf yaratıklar dolaşıyor ortalıkta. Sokaklar kadınlar için tekinsiz. Üniversiteler cahil cühelanın elinde. Ülkenin basını sidikli koca bir havuzda boğuldu, can çekişiyor.
Bir bunlara bakın, bir de Nihat Hatip'e. Koyun üzerine az sarayda davul seremonisi, biraz dört parmak el heykeli, bol sala... Bir ülkeyi esir almış ölçüsüz lümpenliğe ulaşırsınız. Faşizm çıkar bundan, başka hiçbir şey çıkmaz!
Orhan Gökdemir /SOL
Neredeyse bir pop yıldızı kadar ünlü. Çıktığı TV programlarında ağlayıp duruyor. Bu ağlama karşılığında aldığı ücretler dudak uçuklatacak cinsten. Üç hadis beş ayet ile edindiği dünyalık yedi göbek sülalesini ihya edecek neredeyse. Bir izleyicisi engin bilgisine binaen sordu geçtiğimiz günlerde, "Amcakızıyla evlenmek caiz midir hocam?" dedi. Nihat Hatip, soruyu yanıtladı; "Efendim teyzekızı, amcakızı, halakızı, dayıkızı hepsi caiz olan evliliklerdir." Yanlış mı? Hayır, doğru. Arkaik Bedevi kültürü bu. Kadının alınıp satılan bir mal olduğu yitip gitmiş bir kültürün mantıki dışa vurumu. Bedevi ailesi çölde bir çadır bir deve. Pazara indiğinde devesini satacak hali yok, açlıktan ölür. Onun dışında ne varsa onu satıyor. Sattığını kendisinden esirgemiyor haliyle. Sorun Nihat Hatip’in aradan geçen zamanı hiç hesaba katmadan yorumu Bedeviye göre yapması. Sonuç; Bir insani kültürel facia…
Camilerden, yatılı tarikat okullarından, dindar muhitlerden gelen haberleri toplayıp toplu halde bir bakın. Bu facianın boyutlarını dehşet içinde fark edeceksiniz. Yeni nesil Bedeviler türedi her yanda. Uçanla kaçan kurtuluyor ellerinden. Kafayı cinsel organıyla bozmuş tuhaf, gaddar, ölçüsüz bir topluluk toplumun zaten açık olan yarısını kaşıyıp duruyor. Onlara yol gösterenler ise güya dini eğitim almış ilahiyatçılar. Evlenme yaşını neredeyse ceninlere indirdiler. Çoluk çocuk yobazın tasallutu altında inim inim inliyor. Şüyuu vukuundan beter bin türlü rezillik. Normal bir insanın yüzü kızarmadan konuşamayacağı işler…
Şort giydi, yan baktı, bacağı göründü, sokakta spor yaptı diye saldırıya uğrayan kadınları saymıyorum bile.
Hızla dindarlaşıyoruz, bunlar onun habercisi. Bir bakıma hızla çöküyoruz. Türkiye derin bir kültürel yarılmanın tam ortasında.
Bütün bunlar olurken bir belediye başkanı şehrin ortasına başparmağı yana yatık dört parmak havada bir el heykeli dikti. Diktiği yerde daha önce Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’in anıtı vardı. Tepki topladı anıt. Yanlış anlaşılmasın “bu ne birader” tepkisi değil bu. Ülkü Ocakları üyeleri toplanıp heykelin bulunduğu kavşağa kadar “Bozkurt Türkün milli sembolü” sloganı atarak yürüdü. Yani tepki verenler dört parmak elin sökülüp yerine bir kurt heykeli dikilmesini istiyorlardı. “Mustafa Kemal ile ne derdiniz var” diyen olmadığı için belediye başkanı çıkıp laf dolandırdı. Dört parmak İhvan’ın değil, "tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet" ülküsünün sembolüydü. “Yana yatan başparmak ne öyleyse” diye soran olmayacağından emindi. Yalandan kim ölmüş?
Kafanızı kaldırın, artık her türlü ölçüyü aşan şu muhafazakâr İstanbul’a bir bakın. Dışarıdan gelen biri ibadethanemizin alışveriş merkezleri olduğunu sanmaz mı? Çirkin gökdelenler de olsa olsa onların minareleri. Yolları var gidilmez, köprüleri var geçilmez bir tuhaf şehir. Üsküdar meydanındaki Mimar Sinan bakiyesi camiyi dindarların elinden kurtarmak için laik kamuoyu ayaktaydı daha dün. Şehrin ciğeri Kuzey Ormanlarının yerinde bir Arap çölü var artık. Yakında nevzuhur Bedeviler çadırını kurar oturur, artık nesli tükenmekte olan mandaların yerine develer dolaşır ortalıkta. Kadıköy’e geçerken gördüm, köprünün Anadolu çıkışına bir anıt yapıyorlar. 24 saat sala okunacakmış. Böyle kente böyle anıt.
Kim bu şehre, kadına, cumhuriyete, laikliğe, çoluk çocuğa yönelen saldırganlar? İddiaya göre dini hassasiyeti yüksek müslümanlar. Ama karakola çekilince başka bir boyutu ortaya çıkıyor konunun. Bu saldırganların hepsi toplumun cürufu olan lümpenler…
***
Varlığını ezilen sınıflara armağan eden Marksizm’de en tiksindirici lafın lümpen olması şaşırtıcı değil. Toplumun tortusudur lümpen, sınıf dışı, şekilsiz bir unsurudur. Manifesto’ya göre “eski toplumun en aşağı katmanlarının pasif kokuşmuşluğu”dur. Marx diyor ki; “Çoğunluğu, tüm büyük şehirlerde sanayi proletaryasından farklı bir şekilde ortaya çıkan, toplumun atıklarıyla beslenen, belli bir mesleği olmayan, yurttaşı oldukları ülkenin kültür seviyesine göre farklılıklar arz eden, lazzaroni, serseri kimliklerini asla gizlemeyen hırsızlar, katillerden oluşan lümpene mensuplar”… Kim bunlar? 19. Yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da gececi hükumet tarafından oluşturulan seyyar muhafız taburları. Bizdeki Osmanlı Ocakları gibi bir şey yani. Engels bunlardan bir ikisini kurşuna dizen Fransız işçilerini hararetli bir biçimde kutlamıştı. Bunlar hiçbir sınıfa ait değildi ama her sınıfın ayaktakımından oluşuyordu. Yordam Yayınlarının şahane “Marksizm Sözlüğü”nden özetledim.
Bu tariften sonra lümpen, daha iyisi lümpen proletarya ile faşizm arasında ilişkisi kurulması şaşırtıcı olmasa gerek. Almanya’da Nazizm’in kitle tabanını bu lümpen proletarya oluşturuyordu. Bu taban bilinmezse, bir toplumun nasıl olup da Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich, Karl Marx ve Max Planck’tan Adolf Hitler’e ulaştığı anlaşılamaz. Çökmüş Alman kültüründen türedi Nazizm ve lümpen proletarya. Faşizm ortaya çıktığı hemen her yerde derin ve onarılmaz bir kültürel çöküşün üzerinde filizlenir. Bu kültürel çöküşün en büyük ve en kalabalık meyvesidir lümpen. Faşizm o büyük, derin ve geniş cürufu bir araya getirerek örgütlenir. Faşizmin muhtaç olduğu kudret - dincilik, milliyetçilik, tutuculuk, yobazlık, saldırganlık ve şiddet-lümpenin damarlarında mevcuttur.
Türkiye de şimdi büyük bir kültürel çöküş yaşıyor. Nihat Hatip, sarayda davul zurna, sokakta rabia, köprüde sala, metroda, minibüste şortlu, etekli kadınlara saldırı, sigara içiyor diye adam dövmeler artık ülkenin en kalabalık gurubu olan lümpenin karmaşık duygu dünyasının yansımaları. Lümpen bunlarla olumlar içindeki büyük boşluğu. Bu çöküşün ortaya çıkardığı derin çatlakları dinle, milliyetçilikle, hamasetle doldurma çabalarının hazin halleridir bunlar. Bir meydana tuhaf rabia işareti heykeli dikmekle, olur olmaz yere 24 saat sala okuyacak anıt yapmakla, Duşakabinoğulları ile, sarayda davullu karşılama ile nükseder. Gerçekte hepsi tek bir şeyin, yaygın lümpenliğin tezahürleridir.
***
Müzik yok, tiyatro yok, sanat yok, hayat bitik. Padişah kaftanı giymiş badem bıyıklı tuhaf yaratıklar dolaşıyor ortalıkta. Sokaklar kadınlar için tekinsiz. Üniversiteler cahil cühelanın elinde. Ülkenin basını sidikli koca bir havuzda boğuldu, can çekişiyor.
Bir bunlara bakın, bir de Nihat Hatip'e. Koyun üzerine az sarayda davul seremonisi, biraz dört parmak el heykeli, bol sala... Bir ülkeyi esir almış ölçüsüz lümpenliğe ulaşırsınız. Faşizm çıkar bundan, başka hiçbir şey çıkmaz!
Orhan Gökdemir /SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder