Festivalin uluslararası önemli bir festivale evrilme şansı var mı? Yok
denecek kadar az var bu şans. Türkiye müthiş bir yalnızlık ve dışlanma
içinde. Festivalin, gerek basın gerekse sinemacı açısından yalnız
bırakılma ihtimali ise yüksek
Şu anda görünen o ki Türkiye’nin bir zamanlar bir numaralı yerli film yarışması olan Altın Portakal bitmiş durumda. Antalya’da artık sadece bir uluslararası yarışma olacak ve eskiden olduğu gibi bu yarışmada bir-iki de Türk filmi yer alacak. Bu noktaya neden gelindiği konusunda hemen hemen bir fikir birliği var. Festival yönetiminin ödül törenlerinde yaşanabilecek protestoları engellemek için böyle bir karar aldığı düşünülüyor. Çünkü 2015’te böyle bir şey yaşanmıştı. Belgeselcilerin başkaldırısında nasıl belgesel yarışması iptal edildiyse, şimdi de ulusal yarışma iptal ediliyordu. Bu, kısmen ya da tamamen doğru olabilir. Ama başka nedenler de söz konusu olabilir.
Hiç şüphesiz ki, bir dönemin kapanmış olması üzücü. Antalya Altın Portakal Festivali bir tarihti. Birçok film için kendini gösterme olanağıydı. Ve de sinemaya ciddi bir kaynak aktarıyordu. Ama festival sürmeliydi demekle de iş bitmiyor. Şu bir gerçek ki, Antalya Ulusal Film Festivali çoktandır sönmüştü. Bir 'ilk filmler festivali'ne dönüşmüştü. Festivalin iddialı filmlerinin çoğunu da daha önceki festivallerde görmüş oluyorduk.
Her şeyden önce bir ay arayla iki büyük ulusal film yarışmasının yapılmasında bir tuhaflık var. Hiçbir ülke, belki birkaç istisna dışında, bir ay arayla iki 'yüksek nitelikli' ulusal film festivali düzenleyemez. Türkiye bu istisnalardan biri değil. Adana 'Altın Koza' Film Festivali, CHP belediyesi döneminde kaynakları son derece kısıtlanan Antalya’ya karşı üstünlük sağlamıştı. Sadece kaynak meselesi de değildi, CHP belediyesinin vizyonu fazlasıyla popülist ve fazlasıyla taşralıydı. Ölmüş Yeşilçam geleneğini yaşatmaya çabalarken Hülya Avşar gibi isimlere festival jürisi başkanlığı verilmişti. O dönemde Hülya Avşar fikri bana çok aykırı değil gibi gelmişti ama festivalde yaşananlar yanıldığımı göstermişti. Kısacası ileriye değil geriye bakan bir festival olmaya çalışmıştı Antalya, hem de 'ilerici' olması beklenen CHP döneminde.
Adana sonuç olarak, tarih olarak da festivali erkene çekmesiyle de Antalya’ya karşı bir adım öne geçmişti. Antalya’nın bir hamle yapması gerekiyordu, ama nasıl? Bulunan çare, festivali uluslararası hale getirmek yönünde daha fazla çaba harcamak oldu. Kadrolar değişti, festival başkanı yenilendi.
Büyük bir Avrupa film festivali olma arzusu Antalya için yeni değil. Türsak’ın festivali yönettiği dönemde de böyle bir amaç vardı. Çok önemli film insanları festivale konuk olmuştu. Birkaçını anmak gerekirse Nicholas Roeg, Francis Ford Coppola, Kevin Spacey, Kim Ki Duk, Helen Mirren, Woody Harrelson, Marisa Tomei... Bu davetlilerin varlığı ve üstelik dokunma mesafesinde oluşları bizim gibi film eleştirmenleri için rüya gibi bir şeydi ama festivale ya da sinemamıza ne kattıkları tartışılır tabii. Yine de, sonradan çokça yazılıp çizildiği üzre, kesinlikle Hollywood’un süprüntüleri değildi davetliler. Bu gibi girişimler festivalin parası, belediye AKP’den CHP’ye geçip de kısıtlanınca, söndü. Bir de yeni yönetimin uluslararası olmak gibi bir vizyonu yok oldu.
Peki bu dönemde, festivalin uluslararası önemli bir festivale evrilme şansı var mı? Bence yok denecek kadar az var bu şans. Bir defa Türkiye müthiş bir yalnızlık ve dışlanma içinde. Turist gelmiyor, kültür insanları gelmiyor, kimse gelmiyor kısacası. Festivalin, gerek basın gerekse sinemacı açısından yalnız bırakılma ihtimali yüksek. Ayrıca, bir festivalin adını duyurması çok uzun vadeli bir iştir. Bakalım, belediye daha ne kadar AKP’de kalacak? Değişince festival yönetimi ve dolayısıyla vizyonu büyük ihtimalle değişecek. Böyle bir değişikliğin ardından ulusal yarışma yeniden ön plana çıkarılmaya çalışılacak vs. Kısaca sil baştan aynı döngüye gireceğiz.
Bütün bunların dışında bir festival bünyesinde hem uluslararası, hem de ulusal iki yarışmanın olmasında ve uluslarası yarışmada birkaç da Türk filminin yarışmasında hep bir tuhaflık da görmüşümdür. Sanki uluslararası olan birinci lig, ulusal olan ise ikinci lig, ya da annesinin ligi bir durum oluşuyordu.
Bir argümana göre de, yabancı filmlerin bütçesi çok yüksek, Türk filmleri onlarla nasıl yarışsın? Bu çok saçma bir argüman. Film para işi değil, kafa ve gönül işi. Öyle olmasaydı, mesela nasıl şahane bir İran sineması söz konusu olabilirdi? Elbette ki, Türk sineması daha zengin ülkelerin sinemasıyla yarışabilir. Başarılı da olabilir. Ama sinema para işi değil derken sıfır bütçeyle de film çekemezsiniz. Asıl sansür işte bu noktada başlıyor. Kültür Bakanlığı Emin Alper, Tolga Karaçelik ve Erol Mintaş gibi uluslararası başarılar elde etmiş yönetmenleri artık desteklemiyor. İyi Türk filmi sayısı elbette azalacak bu durumda.
Ulusal yarışmanın kaldırılması kararı, mesela asıl ödülünü Altın Lale olarak uluslararası yarışmada veren İstanbul Film Festivali için söz konusu olabilirdi. Ama orada da asıl ödül, uluslararası yarışmada veriliyor olsa da kamuoyunun ilgisi hep ulusal yarışmanın birincisi üzerinde olmuştur. Bu da şu demek: Antalya’da birinciliği bir yabancı film kazanırsa, büyük ihtimalle kamuoyu konuyla zerre kadar ilgilenmeyecek. Altın Lale’yi bu sene kim kazandı diye sorsanız, film eleştirmenlerinin bile, ben dahil çoğu cevaplayamaz. Ama ulusal yarışmanın birincisi bilinir.
Antalya’da ulusal yarışmanın kaldırılmasının, ödül törenlerinde muhalif seslerin çıkmasını engellemek olduğu düşüncesi bana çok sağlam gelmiyor. Sonuç olarak yarışmada Türk filmleri de yarışacak ve umuyoruz ki ödüller de alacaklar. O zaman sahneye çıkacak olanların ne söyleyeceğini kim bilebilir? Ama sahneye çıkacak olan Türkiyeli sanatçıların sayısında bir azalma olacaktır, tabiatıyla.
Bu protesto biçimi bu şekilde engellenmez. Ancak ön elemede muhalif yönetmenlerin elenmesiyle mümkün olur. Ama o da mümkün değil. Kimi yarıştıracaklar? Semih Kaplanoğlu her sene yeni bir film yapmaz.
Ulusal yarışmanın kaldırılması kararı bir geleneği öldürmesi açısından yanlış ama onun dışında dediğim nedenlerden dolayı anlaşılabilir. Bu değişikliklerin Antalya için bir çıkış olacağını sanmıyorum. Umarım olur.
CÜNEYT CEBENOYAN / BİRGÜN
Şu anda görünen o ki Türkiye’nin bir zamanlar bir numaralı yerli film yarışması olan Altın Portakal bitmiş durumda. Antalya’da artık sadece bir uluslararası yarışma olacak ve eskiden olduğu gibi bu yarışmada bir-iki de Türk filmi yer alacak. Bu noktaya neden gelindiği konusunda hemen hemen bir fikir birliği var. Festival yönetiminin ödül törenlerinde yaşanabilecek protestoları engellemek için böyle bir karar aldığı düşünülüyor. Çünkü 2015’te böyle bir şey yaşanmıştı. Belgeselcilerin başkaldırısında nasıl belgesel yarışması iptal edildiyse, şimdi de ulusal yarışma iptal ediliyordu. Bu, kısmen ya da tamamen doğru olabilir. Ama başka nedenler de söz konusu olabilir.
Hiç şüphesiz ki, bir dönemin kapanmış olması üzücü. Antalya Altın Portakal Festivali bir tarihti. Birçok film için kendini gösterme olanağıydı. Ve de sinemaya ciddi bir kaynak aktarıyordu. Ama festival sürmeliydi demekle de iş bitmiyor. Şu bir gerçek ki, Antalya Ulusal Film Festivali çoktandır sönmüştü. Bir 'ilk filmler festivali'ne dönüşmüştü. Festivalin iddialı filmlerinin çoğunu da daha önceki festivallerde görmüş oluyorduk.
Her şeyden önce bir ay arayla iki büyük ulusal film yarışmasının yapılmasında bir tuhaflık var. Hiçbir ülke, belki birkaç istisna dışında, bir ay arayla iki 'yüksek nitelikli' ulusal film festivali düzenleyemez. Türkiye bu istisnalardan biri değil. Adana 'Altın Koza' Film Festivali, CHP belediyesi döneminde kaynakları son derece kısıtlanan Antalya’ya karşı üstünlük sağlamıştı. Sadece kaynak meselesi de değildi, CHP belediyesinin vizyonu fazlasıyla popülist ve fazlasıyla taşralıydı. Ölmüş Yeşilçam geleneğini yaşatmaya çabalarken Hülya Avşar gibi isimlere festival jürisi başkanlığı verilmişti. O dönemde Hülya Avşar fikri bana çok aykırı değil gibi gelmişti ama festivalde yaşananlar yanıldığımı göstermişti. Kısacası ileriye değil geriye bakan bir festival olmaya çalışmıştı Antalya, hem de 'ilerici' olması beklenen CHP döneminde.
Adana sonuç olarak, tarih olarak da festivali erkene çekmesiyle de Antalya’ya karşı bir adım öne geçmişti. Antalya’nın bir hamle yapması gerekiyordu, ama nasıl? Bulunan çare, festivali uluslararası hale getirmek yönünde daha fazla çaba harcamak oldu. Kadrolar değişti, festival başkanı yenilendi.
Büyük bir Avrupa film festivali olma arzusu Antalya için yeni değil. Türsak’ın festivali yönettiği dönemde de böyle bir amaç vardı. Çok önemli film insanları festivale konuk olmuştu. Birkaçını anmak gerekirse Nicholas Roeg, Francis Ford Coppola, Kevin Spacey, Kim Ki Duk, Helen Mirren, Woody Harrelson, Marisa Tomei... Bu davetlilerin varlığı ve üstelik dokunma mesafesinde oluşları bizim gibi film eleştirmenleri için rüya gibi bir şeydi ama festivale ya da sinemamıza ne kattıkları tartışılır tabii. Yine de, sonradan çokça yazılıp çizildiği üzre, kesinlikle Hollywood’un süprüntüleri değildi davetliler. Bu gibi girişimler festivalin parası, belediye AKP’den CHP’ye geçip de kısıtlanınca, söndü. Bir de yeni yönetimin uluslararası olmak gibi bir vizyonu yok oldu.
Peki bu dönemde, festivalin uluslararası önemli bir festivale evrilme şansı var mı? Bence yok denecek kadar az var bu şans. Bir defa Türkiye müthiş bir yalnızlık ve dışlanma içinde. Turist gelmiyor, kültür insanları gelmiyor, kimse gelmiyor kısacası. Festivalin, gerek basın gerekse sinemacı açısından yalnız bırakılma ihtimali yüksek. Ayrıca, bir festivalin adını duyurması çok uzun vadeli bir iştir. Bakalım, belediye daha ne kadar AKP’de kalacak? Değişince festival yönetimi ve dolayısıyla vizyonu büyük ihtimalle değişecek. Böyle bir değişikliğin ardından ulusal yarışma yeniden ön plana çıkarılmaya çalışılacak vs. Kısaca sil baştan aynı döngüye gireceğiz.
Bütün bunların dışında bir festival bünyesinde hem uluslararası, hem de ulusal iki yarışmanın olmasında ve uluslarası yarışmada birkaç da Türk filminin yarışmasında hep bir tuhaflık da görmüşümdür. Sanki uluslararası olan birinci lig, ulusal olan ise ikinci lig, ya da annesinin ligi bir durum oluşuyordu.
Bir argümana göre de, yabancı filmlerin bütçesi çok yüksek, Türk filmleri onlarla nasıl yarışsın? Bu çok saçma bir argüman. Film para işi değil, kafa ve gönül işi. Öyle olmasaydı, mesela nasıl şahane bir İran sineması söz konusu olabilirdi? Elbette ki, Türk sineması daha zengin ülkelerin sinemasıyla yarışabilir. Başarılı da olabilir. Ama sinema para işi değil derken sıfır bütçeyle de film çekemezsiniz. Asıl sansür işte bu noktada başlıyor. Kültür Bakanlığı Emin Alper, Tolga Karaçelik ve Erol Mintaş gibi uluslararası başarılar elde etmiş yönetmenleri artık desteklemiyor. İyi Türk filmi sayısı elbette azalacak bu durumda.
Ulusal yarışmanın kaldırılması kararı, mesela asıl ödülünü Altın Lale olarak uluslararası yarışmada veren İstanbul Film Festivali için söz konusu olabilirdi. Ama orada da asıl ödül, uluslararası yarışmada veriliyor olsa da kamuoyunun ilgisi hep ulusal yarışmanın birincisi üzerinde olmuştur. Bu da şu demek: Antalya’da birinciliği bir yabancı film kazanırsa, büyük ihtimalle kamuoyu konuyla zerre kadar ilgilenmeyecek. Altın Lale’yi bu sene kim kazandı diye sorsanız, film eleştirmenlerinin bile, ben dahil çoğu cevaplayamaz. Ama ulusal yarışmanın birincisi bilinir.
Antalya’da ulusal yarışmanın kaldırılmasının, ödül törenlerinde muhalif seslerin çıkmasını engellemek olduğu düşüncesi bana çok sağlam gelmiyor. Sonuç olarak yarışmada Türk filmleri de yarışacak ve umuyoruz ki ödüller de alacaklar. O zaman sahneye çıkacak olanların ne söyleyeceğini kim bilebilir? Ama sahneye çıkacak olan Türkiyeli sanatçıların sayısında bir azalma olacaktır, tabiatıyla.
Bu protesto biçimi bu şekilde engellenmez. Ancak ön elemede muhalif yönetmenlerin elenmesiyle mümkün olur. Ama o da mümkün değil. Kimi yarıştıracaklar? Semih Kaplanoğlu her sene yeni bir film yapmaz.
Ulusal yarışmanın kaldırılması kararı bir geleneği öldürmesi açısından yanlış ama onun dışında dediğim nedenlerden dolayı anlaşılabilir. Bu değişikliklerin Antalya için bir çıkış olacağını sanmıyorum. Umarım olur.
CÜNEYT CEBENOYAN / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder