“Bekir Bozdağ AKP hükümetinin 14 yıllık iktidarında Adalet Bakanı olarak görev yapan 4 isimden biri” diyor Ahmet Şık yaptığı savunmada ve devam ediyor:
“24 Mart 2011’de Meclis’te yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’den ‘Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymet, bilge bir insandır. Her şeyi açıktır’ diyen Bozdağ, 9 Haziran 2012’de de ‘Muhterem Hoca Efendi’ye Antalya’dan selamlarımı iletiyorum’ mesajını kişisel Twitter hesabından paylaşan kişidir. 15 Şubat 2012’de de CNNTURK de, ‘Yargıda cemaat örgütlenmesi var mı?’ sorusunu ‘böyle bir şey mümkün olmaz’ diyerek yanıtlayan da Bekir Bozdağ’dır. Cemaat ile aralarındaki savaşın başlangıç zamanlarında, 15 Ağustos 2013’te, ‘Cemaat’le AKP arasında bir fitne ateşi yakmayı başaramayacaklardır’ şeklindeki Twitter mesajının sahibi de Bekir Bozdağ’dır…”
“Bekir Bozdağ, yargının Cemaat’e teslim edilmesinin baş sorumlularından birisidir” diyerek sürdürüyor sözlerini “olay” savunmasında Ahmet Şık. Bozdağ, bugün hâlâ “hükümet sözcüsü” ve “başbakan yardımcısı” olarak en üst düzey sorumluluk mevkinde AKP hükümetinde yer alan bir isim.
Gülen cemaatine karşı en güçlü, en istikrarlı mücadeleyi veren Cumhuriyet yazarları ise sanık sandalyesine oturtulmuş; “parkeci”, “pideci” bağlantıları üzerinden “FETÖ destekçiliği” ile suçlanıyorlar.
Algı operasyonu davası
Gerçek ve gerçek algısı baştan sona tersyüz edilmiş. On yıl öncesine dek Ergenekon davalarıyla FETÖ’cülerin “baş zulüm hedefi”ne dönüşen Türkiye’nin en köklü ve tarihi gazetesi, bugün önde gelen yazarları, yöneticileri ile topluca damgalanarak FETÖ’cülükle suçlanıyor. Peki, bu kerte akıl almaz bir iddia nasıl inşa edilmiş?
FETÖ’ye damardan karşı olan gazetenin “yayın politikasının”, tesadüfe bakın ki tam da Bozdağ’ın “Adalet Bakanlığı”na rastlayan yıllarda hokus pokus değiştiği iddia ediliyor. “15 Temmuz’a uzanan son 3 yıllık dönemde yayın politikaları, gazetenin 90 yıllık geçmişinin ve kuruluş felsefesinin tam aksi yönde değişime uğramıştır” deniyor.
Böylelikle 17/25 Aralık 2013 öncesi ve sonrası şeklinde saptanan yeni bir milat sayesinde, yıllar boyu Gülen’i el üstünde tutan sorumlular temize çekilirken, “FETÖ”cülük, “FETÖ”cülüğün kurbanlarına yıkılıyor.
Tıpkı “Alis Harikalar Diyarı”nda geçen bir diyalog gibi… “Söylediğim lafın ne anlama geleceğine yalnız ben karar veririm!” diyerek meydan okur Lewis Caroll’un ünlü romanındaki bir karakter. Humpty Dumpty de “Tüm mesele neyin ne anlama geleceği kararını kimin buyurduğuna bağlıdır!” diyerek cümlenin arkasını getirir. Burada tam öyle.
Kör kör parmağım gözüne kimin FETÖ’cü olup, kimin olmadığına… buyruk kimdeyse… göz önündeki gerçeklerden tamamen bağımsız olarak o karar veriyor.
Gülen ile aralarından su sızmayanlar yüksek makamlarda oturmaya devam ederken, “algı operasyonuyla” Cumhuriyet FETÖ’cülükle kriminalize ediliyor.
Kalabalık duruşma salonunda savunmaları ortak bir iskemlede izlediğimiz Aylin Nazlıaka’nın bana bu meyanda aktardığı bir anekdot çok çarpıcı. Gittiği köy kahvelerinde düzenli olarak “Sözcü” ve “Cumhuriyet” gazetelerini bıraktığını anlatan CHP kökenli milletvekili, bunlardan birinde muhtarın kendisinden açıkça “artık bu gazeteleri getirmemesini” istediğini, “köylülerin FETÖ’cü belledikleri bu gazetelerle artık görünmek istemediklerini” beyan ettiğini naklediyor.
Dünya izliyor
İddianamede sık tekrar edilen bir sözcük var: “Adeta.” Biz de adeta bir tiyatro izliyoruz. İnsanların yaşamından aylar, yıllar götüren; onları zindanlarda çürüten büyük bir trajedi bir yanda.
“Pidecili”, “parkecili” sözde FETÖ bağlantılarından söz eden hukuk komedisi öte yanda…
Dünya bu absürt trajediyi, bugüne dek hiçbir basın davasına nasip olmayan bir ilgiyle izliyor.
“Türkiye de basın özgürlüğü savcı önünde” (El Mundo), “Basın özgürlüğü gününde muhalif gazeteciler yargılanıyor” (Toronto Star) “Erdoğan’a göre basın” (Liberation) gibi başlıklarla uluslararası basına manşet olan Cumhuriyet davası vesilesiyle, nasıl dünyada bir numaralı gazeteci hapishanesine dönüştüğümüz uygulamalı olarak inceleniyor.
Yabancı delegasyonlar, Avrupa Parlementerleri, Sınır Tanımayan Gazeteciler, IPI, PEN gibi uluslararası basın-ifade özgürlüğü kurumlarının üyelerince bir hafta boyu ayrıntılarıyla izlenen dava, belki de ilk kez bunca net biçimde Türkiye’de basının üzerindeki ağır baskının içyüzünü ortaya koyuyor.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
“24 Mart 2011’de Meclis’te yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’den ‘Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymet, bilge bir insandır. Her şeyi açıktır’ diyen Bozdağ, 9 Haziran 2012’de de ‘Muhterem Hoca Efendi’ye Antalya’dan selamlarımı iletiyorum’ mesajını kişisel Twitter hesabından paylaşan kişidir. 15 Şubat 2012’de de CNNTURK de, ‘Yargıda cemaat örgütlenmesi var mı?’ sorusunu ‘böyle bir şey mümkün olmaz’ diyerek yanıtlayan da Bekir Bozdağ’dır. Cemaat ile aralarındaki savaşın başlangıç zamanlarında, 15 Ağustos 2013’te, ‘Cemaat’le AKP arasında bir fitne ateşi yakmayı başaramayacaklardır’ şeklindeki Twitter mesajının sahibi de Bekir Bozdağ’dır…”
“Bekir Bozdağ, yargının Cemaat’e teslim edilmesinin baş sorumlularından birisidir” diyerek sürdürüyor sözlerini “olay” savunmasında Ahmet Şık. Bozdağ, bugün hâlâ “hükümet sözcüsü” ve “başbakan yardımcısı” olarak en üst düzey sorumluluk mevkinde AKP hükümetinde yer alan bir isim.
Gülen cemaatine karşı en güçlü, en istikrarlı mücadeleyi veren Cumhuriyet yazarları ise sanık sandalyesine oturtulmuş; “parkeci”, “pideci” bağlantıları üzerinden “FETÖ destekçiliği” ile suçlanıyorlar.
Algı operasyonu davası
Gerçek ve gerçek algısı baştan sona tersyüz edilmiş. On yıl öncesine dek Ergenekon davalarıyla FETÖ’cülerin “baş zulüm hedefi”ne dönüşen Türkiye’nin en köklü ve tarihi gazetesi, bugün önde gelen yazarları, yöneticileri ile topluca damgalanarak FETÖ’cülükle suçlanıyor. Peki, bu kerte akıl almaz bir iddia nasıl inşa edilmiş?
FETÖ’ye damardan karşı olan gazetenin “yayın politikasının”, tesadüfe bakın ki tam da Bozdağ’ın “Adalet Bakanlığı”na rastlayan yıllarda hokus pokus değiştiği iddia ediliyor. “15 Temmuz’a uzanan son 3 yıllık dönemde yayın politikaları, gazetenin 90 yıllık geçmişinin ve kuruluş felsefesinin tam aksi yönde değişime uğramıştır” deniyor.
Böylelikle 17/25 Aralık 2013 öncesi ve sonrası şeklinde saptanan yeni bir milat sayesinde, yıllar boyu Gülen’i el üstünde tutan sorumlular temize çekilirken, “FETÖ”cülük, “FETÖ”cülüğün kurbanlarına yıkılıyor.
Tıpkı “Alis Harikalar Diyarı”nda geçen bir diyalog gibi… “Söylediğim lafın ne anlama geleceğine yalnız ben karar veririm!” diyerek meydan okur Lewis Caroll’un ünlü romanındaki bir karakter. Humpty Dumpty de “Tüm mesele neyin ne anlama geleceği kararını kimin buyurduğuna bağlıdır!” diyerek cümlenin arkasını getirir. Burada tam öyle.
Kör kör parmağım gözüne kimin FETÖ’cü olup, kimin olmadığına… buyruk kimdeyse… göz önündeki gerçeklerden tamamen bağımsız olarak o karar veriyor.
Gülen ile aralarından su sızmayanlar yüksek makamlarda oturmaya devam ederken, “algı operasyonuyla” Cumhuriyet FETÖ’cülükle kriminalize ediliyor.
Kalabalık duruşma salonunda savunmaları ortak bir iskemlede izlediğimiz Aylin Nazlıaka’nın bana bu meyanda aktardığı bir anekdot çok çarpıcı. Gittiği köy kahvelerinde düzenli olarak “Sözcü” ve “Cumhuriyet” gazetelerini bıraktığını anlatan CHP kökenli milletvekili, bunlardan birinde muhtarın kendisinden açıkça “artık bu gazeteleri getirmemesini” istediğini, “köylülerin FETÖ’cü belledikleri bu gazetelerle artık görünmek istemediklerini” beyan ettiğini naklediyor.
Dünya izliyor
İddianamede sık tekrar edilen bir sözcük var: “Adeta.” Biz de adeta bir tiyatro izliyoruz. İnsanların yaşamından aylar, yıllar götüren; onları zindanlarda çürüten büyük bir trajedi bir yanda.
“Pidecili”, “parkecili” sözde FETÖ bağlantılarından söz eden hukuk komedisi öte yanda…
Dünya bu absürt trajediyi, bugüne dek hiçbir basın davasına nasip olmayan bir ilgiyle izliyor.
“Türkiye de basın özgürlüğü savcı önünde” (El Mundo), “Basın özgürlüğü gününde muhalif gazeteciler yargılanıyor” (Toronto Star) “Erdoğan’a göre basın” (Liberation) gibi başlıklarla uluslararası basına manşet olan Cumhuriyet davası vesilesiyle, nasıl dünyada bir numaralı gazeteci hapishanesine dönüştüğümüz uygulamalı olarak inceleniyor.
Yabancı delegasyonlar, Avrupa Parlementerleri, Sınır Tanımayan Gazeteciler, IPI, PEN gibi uluslararası basın-ifade özgürlüğü kurumlarının üyelerince bir hafta boyu ayrıntılarıyla izlenen dava, belki de ilk kez bunca net biçimde Türkiye’de basının üzerindeki ağır baskının içyüzünü ortaya koyuyor.
Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder