Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, diplomatik incelikten, politik esneklikten yoksun “ismiyle müsemma” kalın açıklamalar yapıyor.
İktidarın, tüm bölgeye yaklaşımına, hatta tüm dünyaya bakışına damgasını vurmuş şaşkınlıkla malul Katar politikasını savunurken şöyle bir söz sarf etmiş:
-Birileri bu süreçte Arap husumeti yaratmaya çalışıyor.
Daha sonra hızını alamayarak, boyunu aşan “analizler”e de yeltenmiş, Arapların
1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerden yana olduğu, Türkiye’yi sırtından hançerlediği iddiasının gerçeği yasıtmadığını, İttihat ve Terakki’nin bu iddialara malzeme taşıyan yanlış politikalar izlediğini söyledikten sonra, Araplarda bir zamanlar “Türkiye Batı sisteminin içine girdi, İslamı terk ederek gâvurlaştı” gibi önyargılar çıktığını, ama “Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en önemli sonuçlarından birinin de bu efsanenin yıkılması olduğunu” söylemiş.
Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlıklarla dolu olan bu sözler, yine de iktidarın yanlış, Ortadoğu ve Arap politikasının hangi şaşkın zihniyetten kaynaklandığını göstermesi açısından ilginçtir.
Arap ülkeleriyle ilişkilerimizde, Arap husumeti
yaratmaya kalkışmak ne kadar saçma ise, ayran budalası gibi bir Arap
hayranlığ peşinden koşarak, Kurtuluş Savaşı dönemi İngiliz muhipleri
benzeri bir acınası Arap muhipliğine saplanmak da o denli biçareliktir.
Aklı başında hiç kimse, bizimkiyle eşzamanlı olan Arapların uluslaşma sürecini, bunların İngilizler ile bir olarak bizi sırtımızdan bıçakladıkları yollu yorumlarla açıklamaya kalkmaz, çağın akımı olan bir sürecin normal sonucu olarak karşılar.
Ama bu olayın, Osmanlı’nın son döneminde boy gösteren İslamcı ve Arapçı akımların bir çare olmadığını gösterdiğini de görmezden gelemez. İbrahim Kalın’ın iddia ettiği gibi, 1. Dünya Savaşı sırasında Arapların İngilizler ile bir olup Osmanlı’ya karşı cephe aldıkları gerçeğini yadsımak da, ancak acınası bir Arap muhipliği ile mümkündür.
Osmanlı’nın Abdülhamit ile başlayan, Arap yanlısı ve Panislamist politikası da, bugünkü iktidarın Arap politikası gibi ideolojik saplantılardan değil, zorunluluklardan doğmuş, ama gelişen olaylar karşısında geçerli olmadığı anlaşılmış bir politikadır.
Abdülhamit uzun süren saltanatı sırasında, Osmanlı’nın o güne kadar öncelik verdiği Rumeli’de barınamayacağını anlamış, Arap nüfusun çoğunlukta olduğu topraklar ve Anadolu’yu kapsayan bir Osmanlı İmparatorluğu’nun daha mümkün olduğunu düşünmüş ve önceliği Arap ülkelerine kaydıran yeni bir politika oluşturmaya çalışmıştır. Tıpkı, olayların itmesiyle yönelinen Alman yanlısı politika gibi, pro Arap siyaseti de, İttihatçılar Abdülhamit’ten tevarüs etmişler ve iktidarlarının ilk yıllarında, imkânsızlığını kavrayana kadar sürdürmeye çalışmışlardır.
Abdülhamit’in Pan İslamist politikası ise,
Padişah’ın hilafeti İngiliz emperyalizmi karşısında, elinde tehdit
olarak kullanabileceği bir koz olarak düşündüğü, pragmatist bir öğedir.
Nitekim hilafet kozunu hep Demokles’in kılıcı gibi İngilizlerin başında sallayan ama tehdidi uygulamaya koymayan Adülhamit kendi yerine tahta geçen Mehmet Reşat’ın, Büyük Savaş başladığında, sancağı şerifi çıkararak, cihat ilan etmesini tarihi bir hata olarak yorumlamıştır.
Diyeceğim o ki, Osmanlı’nın Arap dünyasına bakışı bile bugünkü iktidar kadar yanlış bir ideolojik saplantıdan doğmuş değildi.
Bugünkü iktidarın bölgenin bütün çıkmazlarına balıklama dalmış gırtlağına kadar batmış ve tüm aktörleri kendi çıkarları karşısında birleştirmiş görünüşte afur tafurcu, ama gerçekte aciz politikasını eleştirenler, bunu “Arap husumeti” yaratmak için yapmıyorlar.
Onların haklı eleştirilerinin odak noktası, bu polikanın temelinde yatan acınası Arap muhipliğidir.
Aklı başında her TC iktidarı, Arap “husumeti”nden de “Arap muhipliği”nden de uzak durur.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
İktidarın, tüm bölgeye yaklaşımına, hatta tüm dünyaya bakışına damgasını vurmuş şaşkınlıkla malul Katar politikasını savunurken şöyle bir söz sarf etmiş:
-Birileri bu süreçte Arap husumeti yaratmaya çalışıyor.
Daha sonra hızını alamayarak, boyunu aşan “analizler”e de yeltenmiş, Arapların
1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerden yana olduğu, Türkiye’yi sırtından hançerlediği iddiasının gerçeği yasıtmadığını, İttihat ve Terakki’nin bu iddialara malzeme taşıyan yanlış politikalar izlediğini söyledikten sonra, Araplarda bir zamanlar “Türkiye Batı sisteminin içine girdi, İslamı terk ederek gâvurlaştı” gibi önyargılar çıktığını, ama “Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en önemli sonuçlarından birinin de bu efsanenin yıkılması olduğunu” söylemiş.
Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlıklarla dolu olan bu sözler, yine de iktidarın yanlış, Ortadoğu ve Arap politikasının hangi şaşkın zihniyetten kaynaklandığını göstermesi açısından ilginçtir.
***
Aklı başında hiç kimse, bizimkiyle eşzamanlı olan Arapların uluslaşma sürecini, bunların İngilizler ile bir olarak bizi sırtımızdan bıçakladıkları yollu yorumlarla açıklamaya kalkmaz, çağın akımı olan bir sürecin normal sonucu olarak karşılar.
Ama bu olayın, Osmanlı’nın son döneminde boy gösteren İslamcı ve Arapçı akımların bir çare olmadığını gösterdiğini de görmezden gelemez. İbrahim Kalın’ın iddia ettiği gibi, 1. Dünya Savaşı sırasında Arapların İngilizler ile bir olup Osmanlı’ya karşı cephe aldıkları gerçeğini yadsımak da, ancak acınası bir Arap muhipliği ile mümkündür.
Osmanlı’nın Abdülhamit ile başlayan, Arap yanlısı ve Panislamist politikası da, bugünkü iktidarın Arap politikası gibi ideolojik saplantılardan değil, zorunluluklardan doğmuş, ama gelişen olaylar karşısında geçerli olmadığı anlaşılmış bir politikadır.
Abdülhamit uzun süren saltanatı sırasında, Osmanlı’nın o güne kadar öncelik verdiği Rumeli’de barınamayacağını anlamış, Arap nüfusun çoğunlukta olduğu topraklar ve Anadolu’yu kapsayan bir Osmanlı İmparatorluğu’nun daha mümkün olduğunu düşünmüş ve önceliği Arap ülkelerine kaydıran yeni bir politika oluşturmaya çalışmıştır. Tıpkı, olayların itmesiyle yönelinen Alman yanlısı politika gibi, pro Arap siyaseti de, İttihatçılar Abdülhamit’ten tevarüs etmişler ve iktidarlarının ilk yıllarında, imkânsızlığını kavrayana kadar sürdürmeye çalışmışlardır.
***
Nitekim hilafet kozunu hep Demokles’in kılıcı gibi İngilizlerin başında sallayan ama tehdidi uygulamaya koymayan Adülhamit kendi yerine tahta geçen Mehmet Reşat’ın, Büyük Savaş başladığında, sancağı şerifi çıkararak, cihat ilan etmesini tarihi bir hata olarak yorumlamıştır.
Diyeceğim o ki, Osmanlı’nın Arap dünyasına bakışı bile bugünkü iktidar kadar yanlış bir ideolojik saplantıdan doğmuş değildi.
Bugünkü iktidarın bölgenin bütün çıkmazlarına balıklama dalmış gırtlağına kadar batmış ve tüm aktörleri kendi çıkarları karşısında birleştirmiş görünüşte afur tafurcu, ama gerçekte aciz politikasını eleştirenler, bunu “Arap husumeti” yaratmak için yapmıyorlar.
Onların haklı eleştirilerinin odak noktası, bu polikanın temelinde yatan acınası Arap muhipliğidir.
Aklı başında her TC iktidarı, Arap “husumeti”nden de “Arap muhipliği”nden de uzak durur.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder