Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” Yürüyüşü’nde,
Düzce kamp alanına bir kamyonla dökülen tezekle ilişkili hükümet adına
yapılan açıklamalardaki provokasyon imasına söylenebilecek söz yok.
Televizyonlara görüntüleri ile isyanı yansıyan yörede AKP - MHP çizgisinde siyaset yapmış, toplumsal görevler üstlenmiş kişilerin, bu çirkin ayıplı eylemin yaralarını sarmak üzere nasıl çırpınıp özür dilediklerine tanıklık etmesem neyse.
Güvenlik görevlilerinin güne özel gerilimlerinden başlamalıyım. Önce bastonla Kılıçdaroğlu’nun yanında yürümeye kalkışmamam uyarısını yapıp, fotoğraf için yürüyormuş gibi yapacağımız bir kare önerdiler. Yürüme ısrarımdan hiç hoşlanmadıkları yüzlerinden okunuyordu.
Güvenlik açısından iktidarlarına en yüksek oy çıkan, cemaatlerin her rengine, provokasyonlara en yatkın küçük yerleşim merkezlerinin içinden geçeceğimiz için yürüyüş kolu ile çıkışı riskli gördükleri anlaşılmaz değildi...
Yanılmıyorsam Kılıçdaroğlu da konuklarını gözeterek yola çıkışta yürüyüş temposunu hafiften düşürmüştü. Parti kurmaylarından yakın bir kavşakta cezaevi sapağı olduğu uyarısı geldi. Kılıçdaroğlu hemen, “sapakta dururuz, adalet çağrısı ile uyumlu birkaç söz söyleriz” yanıtı geldi.
Yürüyüş başlar başlamaz arkamdaki görevlilerin tedirginlikleri artmış, bana yönelik “Hanımefendi daha fazla zorlamayın düşersiniz” uyarıları sıklaşmıştı.
Kendimi fazla zorlanmıyor hissetmem bir yana, cezaevi sapağına kadar ulaşıp, özgür basın, adalet istemi ile bütünleşen tablonun içinde olmayı hedeflemiştim.
Kılıçdaroğlu bütün yürüyüşlerinde yaşandığı üzere kendi arkadaşlarının yürüyüş amacına yönelik katılımcılar önerilerine dikkat kesilmişti.
Adalet arayışlarının farklı, renkli örnek sunumlarına kucak açıyor, kitle kamuoyu ile paylaşılmalarına olanak veriyordu. Bir kulağı yol üstü birikenlerin çıkışlarında.. Birebir farklı kimliklerden adalet arayışlarına önce kendi destek veriyor, arkasından yürüyenler için de gereken uyarıyı yapmış oluyordu.
Benim sağımdan çok kalabalık olmasa da örgütlü oldukları besbelli protesto, sataşmalar oluyor, hemen alkış çağrısı ile sesleri, etkileri yumuşatılıyordu. Arkamdaki güvenlik görevlilerinin ayrılmam gereken uyarıları sertleşmişti. Kılıçdaroğlu’na hiç değilse cezaevi sapağına kadar yürümek istediğimi söyleyince, “Ben de gelen yeni konukların sorunlarını dinlerken atlamışım, geçmişiz, kaçırmışım” yanıtı geldi.
Güvenlik sorununun sandığımdan daha ciddi olduğunu kavradım. İzin isteyerek önümüzdeki köprü kavşağında tokalaşıp geriye çekildim. Tahmin ettiğim gibi Kılıçdaroğlu’nu tek başına birkaç sıralık güvenlik çemberine alarak hızlı yürüyüş temposuna geçirdiler. Kuşkusuz kulağım protesto için gelmiş olanların diyaloglarına açılmıştı..
Kanlı Pazar’dan TMTF Adapazarı kongresi baskınına, 1960’lı yıllardan günümüze kadar yüzlercesine gazeteci olarak tanıklık ettiğim, tipik provokatör vitrinli iki öncü, aralarında öfkeli öfkeli söyleniyorlardı.. “Nerede moloz, koruması kolay geniş alan varsa, oralarda konaklıyorlar. Jandarma korumaya alıyor. Sıkıysa kasabaların içine, aramıza gelsinler. Neler yapacağımızı görsünler..”
Evde dolapta saklı, iki askeri, iki sivil darbe
süreçlerinde yapılmış ulusal ve uluslararası gazetecilik eylemlerinde
giyilmiş, özgür basın arayışı eylemlerinden üç gömlek seçmiştim.
Giymesini isteyebileceğim tek gazeteci yoktu. Çoğunun gönülleri bizimle,
işten atılmalarına sebep olmak isteyemezdim. Atılmış, hedef medya,
meslek örgütleri yöneticileri dışında, özgürlük gömlekleri bu ülkede
çalışan gazeteciler için suç kanıtı olabilirdi.
Geceden, dünyanın kitlesel katılımı, 50 günlük uzun soluklu yüz binlerin yürüyüşü, direniş, duruşu ile en büyük işçi eylemi, Özalizmi dize getiren toplumsal sonuçlarıyla Büyük Madenci Direnişi’nin eylem komitesi başkanı, Şemsi Denizer’in genel sekreteri Sabri Cebecik aradı. 14. gün yürüyüşünün sonunda Adalet Yürüyüşü’ne katılanlara bir belgesel sunum yapılacakmış. Tanıklıklarımla, belgesel öncesi bir sunum yapmadan kaçamazmışım..
39 gün, yılmadan, yorulmadan, medyanın o dönemlerde bile geçerli ideolojik sansürü, anbargosunda, on binlerle işçi, yüz binlerle Zonguldak halkı ile bütünleşmiş grevle birlikte direniş, dayanışmalarında yüz binler olarak, her gün evlerinden, köylerinden yola çıkarak, sendika merkezlerini odak yaparak saatlerce yürüdüler.
Özalizmin madenleri kapatma, kömür ithal etme tehdidi kırıldı. Başbakan Yıldırım ile sözleşme masasında, sadece maden işçilerini değil tüm kamu işçilerini, yansımalı, sendikalı, sendikasız ücretli çalışanların, emeği ile geçinenlerin pastadan alacakları payı, yılların kayıplarını düzelten iyileştirmeleri getiren anlaşmada uzlaşıldı.
1990’ın son günü imzalanacak sözleşmeye Özal’ın izin vermediği haberi geldi. Abant’ta yazılı sözleşme imzalanacakken Başbakan tek tek kabul ettiği maddeleri reddetmeden, kafasının karıştığını söyleyerek bütününe imza atamadı...
Ertesi sabah işçiler, “Halkımız, Başbakan yalan söylüyor. Çarptık böldük, hesap tutmuyor” sloganı ile sokağa çıkmışlardı. 3 Ocak 1981 yüz binler Ankara’ya karda buzda yürüyerek yola çıkınca, hesaplar tuttu, o sözleşme imzalandı...
Şükran Soner / CUMHURİYET
Televizyonlara görüntüleri ile isyanı yansıyan yörede AKP - MHP çizgisinde siyaset yapmış, toplumsal görevler üstlenmiş kişilerin, bu çirkin ayıplı eylemin yaralarını sarmak üzere nasıl çırpınıp özür dilediklerine tanıklık etmesem neyse.
Güvenlik görevlilerinin güne özel gerilimlerinden başlamalıyım. Önce bastonla Kılıçdaroğlu’nun yanında yürümeye kalkışmamam uyarısını yapıp, fotoğraf için yürüyormuş gibi yapacağımız bir kare önerdiler. Yürüme ısrarımdan hiç hoşlanmadıkları yüzlerinden okunuyordu.
Güvenlik açısından iktidarlarına en yüksek oy çıkan, cemaatlerin her rengine, provokasyonlara en yatkın küçük yerleşim merkezlerinin içinden geçeceğimiz için yürüyüş kolu ile çıkışı riskli gördükleri anlaşılmaz değildi...
Yanılmıyorsam Kılıçdaroğlu da konuklarını gözeterek yola çıkışta yürüyüş temposunu hafiften düşürmüştü. Parti kurmaylarından yakın bir kavşakta cezaevi sapağı olduğu uyarısı geldi. Kılıçdaroğlu hemen, “sapakta dururuz, adalet çağrısı ile uyumlu birkaç söz söyleriz” yanıtı geldi.
Yürüyüş başlar başlamaz arkamdaki görevlilerin tedirginlikleri artmış, bana yönelik “Hanımefendi daha fazla zorlamayın düşersiniz” uyarıları sıklaşmıştı.
Kendimi fazla zorlanmıyor hissetmem bir yana, cezaevi sapağına kadar ulaşıp, özgür basın, adalet istemi ile bütünleşen tablonun içinde olmayı hedeflemiştim.
Kılıçdaroğlu bütün yürüyüşlerinde yaşandığı üzere kendi arkadaşlarının yürüyüş amacına yönelik katılımcılar önerilerine dikkat kesilmişti.
Adalet arayışlarının farklı, renkli örnek sunumlarına kucak açıyor, kitle kamuoyu ile paylaşılmalarına olanak veriyordu. Bir kulağı yol üstü birikenlerin çıkışlarında.. Birebir farklı kimliklerden adalet arayışlarına önce kendi destek veriyor, arkasından yürüyenler için de gereken uyarıyı yapmış oluyordu.
Benim sağımdan çok kalabalık olmasa da örgütlü oldukları besbelli protesto, sataşmalar oluyor, hemen alkış çağrısı ile sesleri, etkileri yumuşatılıyordu. Arkamdaki güvenlik görevlilerinin ayrılmam gereken uyarıları sertleşmişti. Kılıçdaroğlu’na hiç değilse cezaevi sapağına kadar yürümek istediğimi söyleyince, “Ben de gelen yeni konukların sorunlarını dinlerken atlamışım, geçmişiz, kaçırmışım” yanıtı geldi.
Güvenlik sorununun sandığımdan daha ciddi olduğunu kavradım. İzin isteyerek önümüzdeki köprü kavşağında tokalaşıp geriye çekildim. Tahmin ettiğim gibi Kılıçdaroğlu’nu tek başına birkaç sıralık güvenlik çemberine alarak hızlı yürüyüş temposuna geçirdiler. Kuşkusuz kulağım protesto için gelmiş olanların diyaloglarına açılmıştı..
Kanlı Pazar’dan TMTF Adapazarı kongresi baskınına, 1960’lı yıllardan günümüze kadar yüzlercesine gazeteci olarak tanıklık ettiğim, tipik provokatör vitrinli iki öncü, aralarında öfkeli öfkeli söyleniyorlardı.. “Nerede moloz, koruması kolay geniş alan varsa, oralarda konaklıyorlar. Jandarma korumaya alıyor. Sıkıysa kasabaların içine, aramıza gelsinler. Neler yapacağımızı görsünler..”
***
Geceden, dünyanın kitlesel katılımı, 50 günlük uzun soluklu yüz binlerin yürüyüşü, direniş, duruşu ile en büyük işçi eylemi, Özalizmi dize getiren toplumsal sonuçlarıyla Büyük Madenci Direnişi’nin eylem komitesi başkanı, Şemsi Denizer’in genel sekreteri Sabri Cebecik aradı. 14. gün yürüyüşünün sonunda Adalet Yürüyüşü’ne katılanlara bir belgesel sunum yapılacakmış. Tanıklıklarımla, belgesel öncesi bir sunum yapmadan kaçamazmışım..
39 gün, yılmadan, yorulmadan, medyanın o dönemlerde bile geçerli ideolojik sansürü, anbargosunda, on binlerle işçi, yüz binlerle Zonguldak halkı ile bütünleşmiş grevle birlikte direniş, dayanışmalarında yüz binler olarak, her gün evlerinden, köylerinden yola çıkarak, sendika merkezlerini odak yaparak saatlerce yürüdüler.
Özalizmin madenleri kapatma, kömür ithal etme tehdidi kırıldı. Başbakan Yıldırım ile sözleşme masasında, sadece maden işçilerini değil tüm kamu işçilerini, yansımalı, sendikalı, sendikasız ücretli çalışanların, emeği ile geçinenlerin pastadan alacakları payı, yılların kayıplarını düzelten iyileştirmeleri getiren anlaşmada uzlaşıldı.
1990’ın son günü imzalanacak sözleşmeye Özal’ın izin vermediği haberi geldi. Abant’ta yazılı sözleşme imzalanacakken Başbakan tek tek kabul ettiği maddeleri reddetmeden, kafasının karıştığını söyleyerek bütününe imza atamadı...
Ertesi sabah işçiler, “Halkımız, Başbakan yalan söylüyor. Çarptık böldük, hesap tutmuyor” sloganı ile sokağa çıkmışlardı. 3 Ocak 1981 yüz binler Ankara’ya karda buzda yürüyerek yola çıkınca, hesaplar tuttu, o sözleşme imzalandı...
Şükran Soner / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder