Doç. Dr. Yunus Emre: Sosyal demokrat yönetimler gerçekten reformcu ve
eşitlikçi bir politika demetini sebatkâr bir şekilde uyguladıkları
takdirde büyük değişimler yaratıyorlar. Uruguay’dan Mauritius’a bunun
çok önemli örneklerini gördük son dönemde. Türkiye’de olamaması üzerinde
düşünmek gerekli.
Sosyal demokrasi kavramı Türkiye’de ideolojik ve sosyolojik açıdan çok tartışılmasa da gündelik siyasette sıkça karşımıza çıkıyor. Özellikle CHP’nin niteliği ile ilgili tartışmalarda sosyal demokrasi üzerine de yorumlar yapılıyor. Sosyal demokrasinin toplumsal karşılığına baktığımızda ise azımsanmayacak bir oran karşımıza çıkıyor. Sosyal demokrasi denilince Türkiye’de akıllara gelen simge isimlerden Erdal İnönü’nün tabiriyle ‘Aslan sosyal demokratlar’ bugünün Türkiyesi için ne anlama geliyor? Söz konusu konuya ilişkin geçen haftalarda ciddi bir kitap yayımlandı. Haksızlıklar Ülkesinde Sosyal Demokrasi çalışması Yunus Emre, Burak Cop, Aras Aladağ ve Şenol Arslantaş’ın katkılarıyla yayımlandı. Ekranlarda da sıkça gördüğümüz Doç. Dr. Yunus Emre ile sosyal demokrasinin kuramsal ve tarihsel arka planı ile pratikteki karşılığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Sosyal demokrasi meselesi tarihsel olarak Türkiye’de sık tartışılıyor. Sizce hakkıyla yapılıyor mu bu tartışma?
Ülkemizde sosyal demokrasi tartışmalarının gerçek başlangıç dönemi 1960’lı yıllardır. Bu, Batı Avrupa’ya kıyasla geç, gelişmekte olan dünyaya kıyasla erken bir dönemdir. Ama Türkiye’nin talihsizliği şurada: Türkiye’de sosyal demokrasi bağımsız bir siyasal hareket ve ideoloji olamadı. 1960’larda yükselen sola karşı bir set olarak düşünüldü. Türkiye’de kendilerine sosyal demokrat diyen partiler ve politikacılar, kendilerinin ne yapacağından ziyade
topluma solun ve sağın ne yapmaması gerektiğini anlattı. 1960’larda işçi hareketinin ve solun genel yükselişi temel belirleyiciydi ama bu, CHP’nin dışında ve hatta CHP’ye rağmen ortaya çıkmış bir gelişmeydi. CHP içinde bu gelişmenin önemini gören politikacılar oldu. Önemli gayretler oldu. Ama ideoloji, örgütlenme, toplumsal taban bakımında sosyal demokrasiye benzemeyen bir yapılanma çıktı Türkiye’de ortaya. Bu CHP’de çalışan insanların iyi niyetinden bağımsız bir şey. Tartışmanın layıkıyla yapılıp yapılmadığına dönersek CHP’liler öteden beri Türkiye’de sosyal demokrasi fikriyatının gelişememesinden şikayetçidir. 12 Eylül koşullarında Turan Güneş “sosyal demokrasi Türkiye’de anlaşılamadı” düşüncesiyle sosyal demokrasiyi tanıtan bir kitabı çevirmeye girişir. Bugün hala CHP’liler sosyal demokrasiyi tanıtan kitapların çevirisiyle meşgul . AKP’nin temel başarısı AKP-CHP farkının bir muhafazakâr parti-sosyal demokrat parti farkı haline gelememesini sağlaması. AKP şunu yapıyor: Türkiye’yi ve CHP’yi birtakım semboller ve politikalar üzerinden başka ayrım hatları etrafında mevzilenmeye yönlendiriyor. Bu ayrım hatları daha çok kimlikler üzerinden tanımlı ve doğal olarak çoğunluğu AKP’nin yanında bırakmayı hedefliyor. CHP on beş yıldır buna bir alternatif geliştiremedi. Bu, tam da sizin sorunuzla yani sosyal demokrasi meselesinin hakkıyla tartışılmamasının bir sonucu. İdeoloji, örgütlenme ve toplumsal taban. Meselenin özü bu konular etrafında sosyal demokrasiyi tartışmak.
“Haksızlıklara karşı sosyal demokrasinin önerdiği metot evrimci mi yoksa devrimci bir metot mu?
Sosyal demokrasi 19. yüzyılda kapitalizmin yarattığı büyük toplumsal sorunlara bir tepki olarak işçi sınıfının siyasal hareketi olarak doğdu. Erken aşamada evrimci ve devrimci kanatlar sosyal demokrat partilerin bünyesinde bulunuyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı ve Bolşevik Devrimi bu iki kanadın yollarını kesin olarak ayırdı. Evrimci doğrultu, sosyal demokrat partilerin tanımlayıcı özelliği oldu. Lenin’in ünlü 21 Koşulunu yerine getiren partiler de yollarına devrimci komünist partiler olarak devam ettiler. İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme ise Soğuk Savaş rekabeti temel rengini verdi. Evrim-devrim meselesine dönersek ben evrimci bir stratejinin de sonuçları itibarıyle devrimci sonuçlar verebileceği kanaatindeyim. Bunun en önemli örneği İskandinav toplumları. Bu ülkeler Avrupa’nın en geri, tarımsal yapıların en hâkim konumda olduğu toplumlar iken sosyal demokrat partilerin evrimci stratejileriyle devrimci dönüşümler yaşadılar. Kapitalizmin yarattığı büyük adaletsizlikler seçimlerle iktidara gelen ve kapsamlı reformlar yapan sosyal demokrat partilerin politikalarıyla tersine çevrilebildi. Özellikle emeğin meta niteliğini sınırlamaya dönük çalışma yaşamında gerçekleştirilen değişimler ve konut, sağlık, eğitim gibi alanlarda yapılan reformlar insanlık tarihinin en önemli dönüşümleri arasında.
“Sosyal demokrasinin ana muhalefet partisindeki karşılığı nedir?
CHP’liler demokrasiye bağlı, Tükiye’nin iyiliğini düşünen insanlar. Buna şüphe yok. Kuruluşundan beri de böyle. Ama sosyal demokrat olmak başka bir mesele. Ben CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğunu düşünmüyorum. Kimi momentlerde CHP sosyal demokrasiye yaklaştı. CHP içinde partiyi sosyal demokrat yapmak isteyen çok sayıda politikacı oldu. Hâlâ da var. Ama bu CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğu anlamına gelmiyor. Bugün AKP ve CHP arasındaki fark da bir sağ parti - sol parti farkı değil. AKP kaynakların iktidara yakın olma kriterine göre dağıtıldığı bir kapitalizm türünü temsil ediyor. CHP ise daha rasyonel işleyen bir kapitalizm türünü. Aslında bu iki sermaye fraksiyonu arasındaki fark olarak yorumlanabilir. Tabii AKP ve CHP arasındaki tek ayrım hattı bu değil. Bu ekonomi politikalarındaki farklılık. Onun dışında demokrasiye bakış, laiklik gibi birçok temel farklılık var.
“Türkiye’deki sosyal demokrat hareket nasıl olmalı? Batı’dakilerin aynısı ya da benzeri biçiminde mi yoksa Türkiye koşullarına özgü yanları mı ağır basmalı?
Batı’da sosyal demokrasi 1990’larda “Üçüncü Yol” kuramıyla birlikte küreselleşme ve neoliberal politikalarla uyumlu bir hal aldı. 2008 finansal krizi ise bu anlayışın itibarını sıfırladı. Ama Üçüncü Yol ağır bir tahribat yarattı. O da merkez sağ ve merkez solun aslında seçmenlere gerçek bir seçenek sunamamasıdır. Bu durum yükselen otoriter popülizmin en önemli nedenidir. Avrupalı seçmenlerin önüne iki alternatif kondu aslında. Birisi merkez sağ ya da merkez sol olarak sunulmuş olsa da AB teknokratlarının reçeteleri. Diğeri ise sağcı popülizm. Son bir yıldır bu eğilim değişir gibi oluyor. Corbyn bu değişimin en iyi örneği. ABD’de Sanders’ın herkesi şaşırtan başarısı da öyle. Bunun yanında 2000’li yıllarda ileri kapitalist ülkeler dışında sosyal demokratların büyük başarılar sağladığı gelişmekte olan ülkeler var. Sandbrook ve arkadaşlarının Türkçeye de çevrilen “Social Democracy in the Global Periphery” kitabı bu kapsamda dört örneği çok iyi ele alıyor. Latin Amerika’da sol 2000’li yıllara damgasını vurmuştu. ABD’li bir gazetecinin verdiği isimle bir “Pembe Dalga” yükselmişti Latin Amerika’da bu dönemde. Pembe vurgusu yeni solun “eski Kızıla” kıyasla ılımlı oluşuna işaret ediyordu. Özetle Türkiye’den bakınca sosyal demokrasi için günümüzde Batı da özenilecek bir noktada değil. Belki yarın değişir. Bu, Corbyn ve benzerlerinin başarılı olmasına bağlı. Ama gelişmekte olan ülkelerde sosyal demokrasi deneyimleri Türkiye için büyük dersler sunuyor.
“Toplumsal muhalefetin diğer kanallarıyla sosyal demokratların ilişkisi nasıl olmalı?
Türkiye’de AKP iktidarının artan otoriter eğilimi geniş bir muhalefet bloğunu kendiliğinden oluşturuyor zaten. Özel bir çabaya gerek yok. Otoriter popülizmin hakim olduğu örneklerde bir parti yoluyla değil partilerin de dahil olduğu bir toplumsal hareket formunda muhalefetin bir araya gelmesi daha gerçekçi bir strateji. İki turlu başkanlık sistemi bu durumu daha da kolaylaştırıyor aslında. Ama burada eksik olan bir şey var. İlkeler tartışılmıyor. Herkes elinde sihirli değnek olan bir aday arayışında. İşbirliği ve güç birliği nasıl yaratılacak? Politikacıların temel bir mesleki deformasyonu vardır. İşlerine başkalarının karışmasından kesinlikle hoşlanmazlar. Birlikte iş yapma kültürleri çok sınırlıdır. Örneğin bir seçim çevresinde mahalli adaylar belirlenirken meslek kuruluşları, sendikalar, siyasal faaliyetleri yoğun dernekler nasıl aday tespit sürecine katılacak? Bu soruya bir yanıt gerekli. İnsanlar muhalefet partisinin yanına gelsin ve destek olsun beklentisi haklı ama sınırlı bir beklenti. Muhalefet partisi politikalarının oluşumu ve adaylarının tespiti süreçlerine kendisi dışındaki kesimleri nasıl açacak? Bunu üzerinde düşündüklerini sanmıyorum. Yani “AKP’ye karşı olan herkes muhalefet partisini desteklesin” beklentisinin yanına “muhalefet partisi desteğini beklediği kesimleri siyasete katsın” beklentisini de eklemek gerek. Siyaset profesyonel particilerin uğraşı olmakla sınırlı kaldığında muhalefetin murad ettiği başarıyı sağlaması mümkün değil.
“Sosyal demokrasinin neoliberal düzendeki karşılığı nedir? Ilımlı ya da ‘insani’ bir kapitalizm mümkün mü, değilse kapitalizmi aşmak gibi bir hedef söz konusu mu?
Az önce, sosyal demokrasi gelişmiş Batılı ülkelerde gerilerken birçok gelişmekte olan ülkede başarı sağladı, demiştim. Bu sorunun yanıtı o başarıda gizli sanırım. Bu ülkelerde sosyal demokrat partilerin kurdukları hükümetler başta insani gelişmişlik olmak üzere toplumsal refah ve demokratik sivil toplumun gelişimi gibi birçok alanda önemli dönüşümler yaratmıştır. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde ortalama ömür beklentisi 64 iken sosyal demokrat yönetimlerin olduğu gelişmekte olan ülkelerde ortalama ömür beklentisi 70’tir. Yine gelişmekte olan dünya da okuryazarlık oranı %75 iken bu gruptaki ülkeler içinde sosyal demokrat yönetime sahip olanlarda bu oran %90’ların üzerindedir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Sosyal demokrat yönetimler gerçekten reformcu ve eşitlikçi bir politika demetini sebatkar bir şekilde uyguladıkları takdirde büyük değişimler yaratıyorlar. Uruguay’dan Mauritius’a bunun çok önemli örneklerini gördük son dönemde. Türkiye’de olamaması üzerinde düşünmek gerekli.
***
AKP-CHP ayrımı
CHP-AKP ayrımı bir sosyal demokrat parti - muhafazakâr parti ayrımı değil. Biz yaptığımız araştırmada bu konuyu da CHP’lilere sorduk. CHP’lilerin gözünde de CHP-AKP ayrımı bilindik bir sol parti-sağ parti ayrımı değil. Sosyal bilimciler yüzyıldan fazla bir süredir ABD’de neden sosyal demokrat bir emek hareketinin ortaya çıkmadığını tartışıyor. Werner Sombart’ın ünlü makalesiyle başladı bu tartışma. Hâlâ da sürüyor. Türkiye’de de bu soruya bir yanıt gerekli. Ama ben iyimserim; bu kadar eşitsizliğin olduğu, demokrasi sorunlarının bulunduğu bir ülkede sosyal demokrat siyaset için büyük fırsatlar var.
Söyleşi- CAN UĞUR- BİRGÜN
Sosyal demokrasi kavramı Türkiye’de ideolojik ve sosyolojik açıdan çok tartışılmasa da gündelik siyasette sıkça karşımıza çıkıyor. Özellikle CHP’nin niteliği ile ilgili tartışmalarda sosyal demokrasi üzerine de yorumlar yapılıyor. Sosyal demokrasinin toplumsal karşılığına baktığımızda ise azımsanmayacak bir oran karşımıza çıkıyor. Sosyal demokrasi denilince Türkiye’de akıllara gelen simge isimlerden Erdal İnönü’nün tabiriyle ‘Aslan sosyal demokratlar’ bugünün Türkiyesi için ne anlama geliyor? Söz konusu konuya ilişkin geçen haftalarda ciddi bir kitap yayımlandı. Haksızlıklar Ülkesinde Sosyal Demokrasi çalışması Yunus Emre, Burak Cop, Aras Aladağ ve Şenol Arslantaş’ın katkılarıyla yayımlandı. Ekranlarda da sıkça gördüğümüz Doç. Dr. Yunus Emre ile sosyal demokrasinin kuramsal ve tarihsel arka planı ile pratikteki karşılığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
“Sosyal demokrasi meselesi tarihsel olarak Türkiye’de sık tartışılıyor. Sizce hakkıyla yapılıyor mu bu tartışma?
Ülkemizde sosyal demokrasi tartışmalarının gerçek başlangıç dönemi 1960’lı yıllardır. Bu, Batı Avrupa’ya kıyasla geç, gelişmekte olan dünyaya kıyasla erken bir dönemdir. Ama Türkiye’nin talihsizliği şurada: Türkiye’de sosyal demokrasi bağımsız bir siyasal hareket ve ideoloji olamadı. 1960’larda yükselen sola karşı bir set olarak düşünüldü. Türkiye’de kendilerine sosyal demokrat diyen partiler ve politikacılar, kendilerinin ne yapacağından ziyade
topluma solun ve sağın ne yapmaması gerektiğini anlattı. 1960’larda işçi hareketinin ve solun genel yükselişi temel belirleyiciydi ama bu, CHP’nin dışında ve hatta CHP’ye rağmen ortaya çıkmış bir gelişmeydi. CHP içinde bu gelişmenin önemini gören politikacılar oldu. Önemli gayretler oldu. Ama ideoloji, örgütlenme, toplumsal taban bakımında sosyal demokrasiye benzemeyen bir yapılanma çıktı Türkiye’de ortaya. Bu CHP’de çalışan insanların iyi niyetinden bağımsız bir şey. Tartışmanın layıkıyla yapılıp yapılmadığına dönersek CHP’liler öteden beri Türkiye’de sosyal demokrasi fikriyatının gelişememesinden şikayetçidir. 12 Eylül koşullarında Turan Güneş “sosyal demokrasi Türkiye’de anlaşılamadı” düşüncesiyle sosyal demokrasiyi tanıtan bir kitabı çevirmeye girişir. Bugün hala CHP’liler sosyal demokrasiyi tanıtan kitapların çevirisiyle meşgul . AKP’nin temel başarısı AKP-CHP farkının bir muhafazakâr parti-sosyal demokrat parti farkı haline gelememesini sağlaması. AKP şunu yapıyor: Türkiye’yi ve CHP’yi birtakım semboller ve politikalar üzerinden başka ayrım hatları etrafında mevzilenmeye yönlendiriyor. Bu ayrım hatları daha çok kimlikler üzerinden tanımlı ve doğal olarak çoğunluğu AKP’nin yanında bırakmayı hedefliyor. CHP on beş yıldır buna bir alternatif geliştiremedi. Bu, tam da sizin sorunuzla yani sosyal demokrasi meselesinin hakkıyla tartışılmamasının bir sonucu. İdeoloji, örgütlenme ve toplumsal taban. Meselenin özü bu konular etrafında sosyal demokrasiyi tartışmak.
“Haksızlıklara karşı sosyal demokrasinin önerdiği metot evrimci mi yoksa devrimci bir metot mu?
Sosyal demokrasi 19. yüzyılda kapitalizmin yarattığı büyük toplumsal sorunlara bir tepki olarak işçi sınıfının siyasal hareketi olarak doğdu. Erken aşamada evrimci ve devrimci kanatlar sosyal demokrat partilerin bünyesinde bulunuyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı ve Bolşevik Devrimi bu iki kanadın yollarını kesin olarak ayırdı. Evrimci doğrultu, sosyal demokrat partilerin tanımlayıcı özelliği oldu. Lenin’in ünlü 21 Koşulunu yerine getiren partiler de yollarına devrimci komünist partiler olarak devam ettiler. İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme ise Soğuk Savaş rekabeti temel rengini verdi. Evrim-devrim meselesine dönersek ben evrimci bir stratejinin de sonuçları itibarıyle devrimci sonuçlar verebileceği kanaatindeyim. Bunun en önemli örneği İskandinav toplumları. Bu ülkeler Avrupa’nın en geri, tarımsal yapıların en hâkim konumda olduğu toplumlar iken sosyal demokrat partilerin evrimci stratejileriyle devrimci dönüşümler yaşadılar. Kapitalizmin yarattığı büyük adaletsizlikler seçimlerle iktidara gelen ve kapsamlı reformlar yapan sosyal demokrat partilerin politikalarıyla tersine çevrilebildi. Özellikle emeğin meta niteliğini sınırlamaya dönük çalışma yaşamında gerçekleştirilen değişimler ve konut, sağlık, eğitim gibi alanlarda yapılan reformlar insanlık tarihinin en önemli dönüşümleri arasında.
“Sosyal demokrasinin ana muhalefet partisindeki karşılığı nedir?
CHP’liler demokrasiye bağlı, Tükiye’nin iyiliğini düşünen insanlar. Buna şüphe yok. Kuruluşundan beri de böyle. Ama sosyal demokrat olmak başka bir mesele. Ben CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğunu düşünmüyorum. Kimi momentlerde CHP sosyal demokrasiye yaklaştı. CHP içinde partiyi sosyal demokrat yapmak isteyen çok sayıda politikacı oldu. Hâlâ da var. Ama bu CHP’nin sosyal demokrat bir parti olduğu anlamına gelmiyor. Bugün AKP ve CHP arasındaki fark da bir sağ parti - sol parti farkı değil. AKP kaynakların iktidara yakın olma kriterine göre dağıtıldığı bir kapitalizm türünü temsil ediyor. CHP ise daha rasyonel işleyen bir kapitalizm türünü. Aslında bu iki sermaye fraksiyonu arasındaki fark olarak yorumlanabilir. Tabii AKP ve CHP arasındaki tek ayrım hattı bu değil. Bu ekonomi politikalarındaki farklılık. Onun dışında demokrasiye bakış, laiklik gibi birçok temel farklılık var.
“Türkiye’deki sosyal demokrat hareket nasıl olmalı? Batı’dakilerin aynısı ya da benzeri biçiminde mi yoksa Türkiye koşullarına özgü yanları mı ağır basmalı?
Batı’da sosyal demokrasi 1990’larda “Üçüncü Yol” kuramıyla birlikte küreselleşme ve neoliberal politikalarla uyumlu bir hal aldı. 2008 finansal krizi ise bu anlayışın itibarını sıfırladı. Ama Üçüncü Yol ağır bir tahribat yarattı. O da merkez sağ ve merkez solun aslında seçmenlere gerçek bir seçenek sunamamasıdır. Bu durum yükselen otoriter popülizmin en önemli nedenidir. Avrupalı seçmenlerin önüne iki alternatif kondu aslında. Birisi merkez sağ ya da merkez sol olarak sunulmuş olsa da AB teknokratlarının reçeteleri. Diğeri ise sağcı popülizm. Son bir yıldır bu eğilim değişir gibi oluyor. Corbyn bu değişimin en iyi örneği. ABD’de Sanders’ın herkesi şaşırtan başarısı da öyle. Bunun yanında 2000’li yıllarda ileri kapitalist ülkeler dışında sosyal demokratların büyük başarılar sağladığı gelişmekte olan ülkeler var. Sandbrook ve arkadaşlarının Türkçeye de çevrilen “Social Democracy in the Global Periphery” kitabı bu kapsamda dört örneği çok iyi ele alıyor. Latin Amerika’da sol 2000’li yıllara damgasını vurmuştu. ABD’li bir gazetecinin verdiği isimle bir “Pembe Dalga” yükselmişti Latin Amerika’da bu dönemde. Pembe vurgusu yeni solun “eski Kızıla” kıyasla ılımlı oluşuna işaret ediyordu. Özetle Türkiye’den bakınca sosyal demokrasi için günümüzde Batı da özenilecek bir noktada değil. Belki yarın değişir. Bu, Corbyn ve benzerlerinin başarılı olmasına bağlı. Ama gelişmekte olan ülkelerde sosyal demokrasi deneyimleri Türkiye için büyük dersler sunuyor.
“Toplumsal muhalefetin diğer kanallarıyla sosyal demokratların ilişkisi nasıl olmalı?
Türkiye’de AKP iktidarının artan otoriter eğilimi geniş bir muhalefet bloğunu kendiliğinden oluşturuyor zaten. Özel bir çabaya gerek yok. Otoriter popülizmin hakim olduğu örneklerde bir parti yoluyla değil partilerin de dahil olduğu bir toplumsal hareket formunda muhalefetin bir araya gelmesi daha gerçekçi bir strateji. İki turlu başkanlık sistemi bu durumu daha da kolaylaştırıyor aslında. Ama burada eksik olan bir şey var. İlkeler tartışılmıyor. Herkes elinde sihirli değnek olan bir aday arayışında. İşbirliği ve güç birliği nasıl yaratılacak? Politikacıların temel bir mesleki deformasyonu vardır. İşlerine başkalarının karışmasından kesinlikle hoşlanmazlar. Birlikte iş yapma kültürleri çok sınırlıdır. Örneğin bir seçim çevresinde mahalli adaylar belirlenirken meslek kuruluşları, sendikalar, siyasal faaliyetleri yoğun dernekler nasıl aday tespit sürecine katılacak? Bu soruya bir yanıt gerekli. İnsanlar muhalefet partisinin yanına gelsin ve destek olsun beklentisi haklı ama sınırlı bir beklenti. Muhalefet partisi politikalarının oluşumu ve adaylarının tespiti süreçlerine kendisi dışındaki kesimleri nasıl açacak? Bunu üzerinde düşündüklerini sanmıyorum. Yani “AKP’ye karşı olan herkes muhalefet partisini desteklesin” beklentisinin yanına “muhalefet partisi desteğini beklediği kesimleri siyasete katsın” beklentisini de eklemek gerek. Siyaset profesyonel particilerin uğraşı olmakla sınırlı kaldığında muhalefetin murad ettiği başarıyı sağlaması mümkün değil.
“Sosyal demokrasinin neoliberal düzendeki karşılığı nedir? Ilımlı ya da ‘insani’ bir kapitalizm mümkün mü, değilse kapitalizmi aşmak gibi bir hedef söz konusu mu?
Az önce, sosyal demokrasi gelişmiş Batılı ülkelerde gerilerken birçok gelişmekte olan ülkede başarı sağladı, demiştim. Bu sorunun yanıtı o başarıda gizli sanırım. Bu ülkelerde sosyal demokrat partilerin kurdukları hükümetler başta insani gelişmişlik olmak üzere toplumsal refah ve demokratik sivil toplumun gelişimi gibi birçok alanda önemli dönüşümler yaratmıştır. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde ortalama ömür beklentisi 64 iken sosyal demokrat yönetimlerin olduğu gelişmekte olan ülkelerde ortalama ömür beklentisi 70’tir. Yine gelişmekte olan dünya da okuryazarlık oranı %75 iken bu gruptaki ülkeler içinde sosyal demokrat yönetime sahip olanlarda bu oran %90’ların üzerindedir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Sosyal demokrat yönetimler gerçekten reformcu ve eşitlikçi bir politika demetini sebatkar bir şekilde uyguladıkları takdirde büyük değişimler yaratıyorlar. Uruguay’dan Mauritius’a bunun çok önemli örneklerini gördük son dönemde. Türkiye’de olamaması üzerinde düşünmek gerekli.
***
AKP-CHP ayrımı
CHP-AKP ayrımı bir sosyal demokrat parti - muhafazakâr parti ayrımı değil. Biz yaptığımız araştırmada bu konuyu da CHP’lilere sorduk. CHP’lilerin gözünde de CHP-AKP ayrımı bilindik bir sol parti-sağ parti ayrımı değil. Sosyal bilimciler yüzyıldan fazla bir süredir ABD’de neden sosyal demokrat bir emek hareketinin ortaya çıkmadığını tartışıyor. Werner Sombart’ın ünlü makalesiyle başladı bu tartışma. Hâlâ da sürüyor. Türkiye’de de bu soruya bir yanıt gerekli. Ama ben iyimserim; bu kadar eşitsizliğin olduğu, demokrasi sorunlarının bulunduğu bir ülkede sosyal demokrat siyaset için büyük fırsatlar var.
Söyleşi- CAN UĞUR- BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder