29 Ağustos 2017 Salı

Hangi Türkiye hangi Avrupa ile krizde? - EROL MANİSALI

Gündemde tartışılan Ankara-Brüksel krizi ne anlam taşıyor?
Önce bu taraftan, “hangi Türkiye” sorusuna yanıt bulmamız gerekir: 
İslamcı ve Arapçı otoriter bir düzen kurmak isteyen Türkiye mi? 
Yoksa laik, çağdaş, demokratik Avrupa değerleri ile, “ulusal çıkarlarını bağdaştıran” bir Türkiye mi?
 
Bugün Ankara’da “birincisi” hâkim. Ve iktidar, “ikinciyi” uygulamak yerine “birinciyi” tercih ediyor. Avrupa ve onun değerleri ile kavgayı seçmiş. Çünkü bu kavga onun, çağdaş demokratik değerler yerine İslami örgütlenmeyi egemen kılarak iktidarda tutunmasına ortam yaratıyor.
Brüksel ile kavga durumu, Türkiye’nin değil ama iktidarın işine geliyor. İçerde ve dışarıda kutuplaşma, otoriter rejimin sürmesini kolaylaştırıyor. Taktik kavgalar, stratejik hedefin yolunu açıyor. 
 
AB açısından da Ankara’dakine benzer bir durum söz konusu: Türkiye ile “kriz ortamı”, Avrupa kamuoyunda ve kurumlarında Türkiye’yi daha da “ötekileştiriyor”.
Ortadoğu’daki enerji paylaşımı ve denetimi kavgasında küresel güçlerin işine geliyor: BOP’un Kürdistan hesabından Türkiye’nin Lozan’dan Sevr’e taşınmasına kadar, “yararları daha fazla olan bir ortam” yaratıyor. 
 
Soğuk savaş döneminde, “iki süper gücün de kutuplaşmaktan yararlandığı gibi”.
1970’lerin başında ABD “Washington Uzlaşısı’nı” piyasaya sürmüştü. Kapitalizmin küreselleşmesi ile ABD kapitalist düzenin doğal lideri olacaktı. Ancak önerilen şeyler Çin’in işine yaradı. Çin ABD’yi geçme noktasına geldi. Ve ABD iç yapısı, Trump gibi radikal bir başkanı üretti.
 
Türkiye’deki farklı mı?
Bizde de benzer bir etkileşim oldu: iç yapıda “Batıcılar kendilerini Batılı olarak yutturdukları için, İslami otoriter yapılanmanın yolunu açtılar”.
Hangi ortamı hazırladılar: Yalçın Akdoğan’ın en güçlü olduğu 2005-2006 yıllarında, “200 yıldır ilk defa, Batı talepleri ile bizim taleplerimiz örtüştü” açıklamaları gibi. 
 
Ancak bizdeki “asimetrik” çalıştı, Batı’ya Ortadoğu’yu yeniden parçalama yolunu açarken bizi de hedef tahtası haline getirdi: Türkiye’yi Lozan’dan Sevr’e taşıma girişimlerini hızlandırdı.
İçerde İslamcı kesimin bir bölümünü Atatürk, Cumhuriyet ve Lozan düşmanı yaptılar ve devşirdiler.
Bugün Türkiye’de FETÖ ve PKK, bu konuda tam bir işbirliği içine girmişlerdir. Artık Yalçın Akdoğan’lar da eskisi gibi “örtüşmelerden” söz edemiyorlar, düşürüldükleri tuzağı 15 Temmuz’da anladılar. 
 
1990 sonrasında Türkiye’de kafaca “Batı’lılar”, “Batıcı’lar” ve “İslamcılar” daha net bir biçimde görüldüler. Sözde demokrat Batıcı’lar farkında bile olmadan “İslamcıların” yolunu açtılar. Aynen ikinci Cumhuriyetçi yeni liberaller gibi. Bir kısım FETÖ’cüler de “Batılı” rolüne soyundular. Toplum mühendisliği kuramı, kurşun askerlerini tıkır tıkır üretti. 
 
Ankara-Brüksel ilişkilerinde bütün bu gelişmeleri bire bir yaşadım: Özal, Çiller ve AKP dönemlerinde tüm ağır eleştirilerimi ve ikazlarımı yaptım. Bu bağlamda gerçek Batılı kafaya sahip olmayan “Batıcı’lar” İslamcıların da yolunu açtılar ve bugünkü “kriz” noktasına getirdiler.
Yalnız AKP’nin değil CHP ve yeni MHP’nin de bu konuları bir daha düşünmeleri gerekiyor: mesele artık, Lozan’a ve Cumhuriyet’e sahip çıkıp Sevr’e yeniden karşı koyma noktasına gelmiştir.
 
FETÖ-PKK ortaklığına “Batıcı’lar” büyük katkı sağlamışlardır. Bir kısmı, alet olduklarının farkında bile değildiler…

Erol Manisalı / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder