5 yıl önce sonsuzluğa uğurladık. 24 Ağustos 2012'de. 5 yıl sonra o günü anarken aklıma gelenleri paylaşmak istedim.
Metin Kurt’un Metin Kurt olduğu, nam saldığı yıllarda da endüstriyel futbol, ya da o günlerde daha çok kullanılan şekliyle profesyonel futbol sahada oynanan oyun, binlerce izleyicinin, belki daha doğrusu taraftarın izlediği maç dışındaki yönleriyle de toplumun gündemindeydi.
Bina aralarında, arsalarda, tarlalarda bazen şişme meşin topla değil, çaput doldurulmuş lastiklerle oynayan, top koşturan yoksul çocuklarının inatla, hırsla, yetenek ve ihtirasla yükseldikleri, şöhret oldukları yıllardı.
Henüz çok lüks arabalar, biriktirilen gayrımenkuller değil ama mesela şatafatlı bir gece hayatı geliyordu “meşhur futbolcu” denilince akla.
Futbolcu, halkın hem özendiği, kıskandığı bir ışıltılı hayatı yaşayan, düne kadar açlık ve yoksulluk çekerken şimdi paraya boğulmuş bir kişilikti, hem de kınanan, şımarmış ve bozulmuş olduğu düşünülen bir fırlama…
Ve aslında bu iki imge de gerçeği yansıtmıyordu.
Benim tanıdığım Metin Kurt, buradaki diyalektik gerçeği de gören kişiydi. O, 1970’li yıllarda Galatasaray’da çok kullanılan deyişle “şöhretinin zirvesindeyken” duraksamadan seçmişti yolunu. İşte bu yola girmeyen, onun spor, emek ve alınterinin hakkı için öne atıldığı mücadeleye katılmayan meslektaşlarına hakaret ederken, onları karalarken de hiç görmedim. Onlarla kavga etti, mücadele etti. Ama şöhretler konusunda toplumun çok büyük bir kısmının paylaştığı ikiyüzlülüğü benimseyip beslemedi.
Taratarların “piç” lakabını taktığı, sportmenlik dışı hareketlerle rakibini ezip başarı kazandığında alkışlayıp, fazla ileri gidip durdurulduğunda edilmedik hakaret bırakmadığı bir genç futbolcumuz vardı biliyorsunuz.
Metin Kurt spordaki çirkinliklerle, piyasacı rekabetin ürünü olan sportmenlik dışı varoluşlarla mücadele ederken, ısrarla bu tür kişiliklerin de sistemin kurbanı olduğunun altını çizerdi.
Endüstriyel futbolun emperyalist medyaya yansıyan ışıltılı tablodan ibaret olmadığını, sporun da emeğin, alınterinin ve bunlarla varolan sömürünün hayat bulduğu bir alan olduğunu onun gibiler gösterdi bize.
Spor, insanın kendini fiziksel ve zihinsel bütünlüğü içinde var edebildiği alanlardan birisi. Belki de bu alanların en benzersiz. en yeri doldurulamaz olanı.
Futbol gibi yaratıcılık ve emeğin mucizeler yaratabildiği bir takım sporunun insanlığın, uygarlığın gelişiminin içinde tuttuğu çok özel yeri unutamayız. Bu 6 harflik kelimeyle birlikte anılan pek çok çirkinlik olduğu halde.
Futbolcu Metin Kurt, insanlığın geleceğinde sporun nasıl bir yeri olduğunu çok iyi kavramıştı. Sosyalist ülkeler o zamanlar olimpik zaferleri ve “kitle sporu” ile biliniyordu. Kitle sporu! Trenyolu kadar komünist ve tehlikeli bir kelime olarak görülen bu terim çok şey anlatıyor.
Ama Metin Kurt, spora sadece böylesi soyut (şüphesiz değerli) bir hümanizmanın penceresinden bakmıyordu. Sporun, insan ve insan uygarlığı için tuttuğu yeri gördüğü, tasarladığı kadar, sporu sınıf mücadelesinin bir alanı, sömürünün ve sömürüye karşı mücadelenin hayat bulacağı bir toplumsal pratik olarak görüyordu.
Onun inanılmaz şeyler yapmış olmasının, yaptığı pek çok işte öncü olmasının inatçı karakteriyle, mücadeleciliği ve kendine inanmasıyla bir ilgisi var. Ama bunun ötesinde biraz önce andığım bütünlükli ilgili.
Spordaki ilk grevi örgütledi. Hem de herhangi bir futbol klübünde değil. En büyüklerden Galatasaray’da.
Futbol dünyasındaki ilk sendikalaşma çalışmasının örgütleyicisi oldu.
Bunlarla başlayan zorlu ve inatçı mücadeleyi sporun fikri temeline yaptığı benzersiz katkılarla sürdürdü.
Düşüncelerini parlak ve keskin biçimde ifade etmeyi, temsil ettiği değerleri milyonlara taşıyan sözlerle başardı.
“Atılan hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek” dedi mesela.
“Futbol borsada değil, arsada güzel” diyerek piyasacı spor ve insanlık düşmanı tekellerin kalesine dehşetli bir gol atan da oydu.
Metin Kurt, aksi zaten düşünülemezdi, bir komünistti. Savunduğu, mücadelesini verdiği ideallerini hayata geçirecek olan partiyi, Türkiye Komünist Partisi’ni kimliği belledi. Yaşamının tüm alanlarında, tüm yaşantılarında bu kimliği örgütledi.
Metin Kurt’un çizgisinin toplumda bulduğu karşılık, yarattığı etki, bir de bu nedenle umut veriyor.
Mehmet Kuzulugil /SOL
Metin Kurt’un Metin Kurt olduğu, nam saldığı yıllarda da endüstriyel futbol, ya da o günlerde daha çok kullanılan şekliyle profesyonel futbol sahada oynanan oyun, binlerce izleyicinin, belki daha doğrusu taraftarın izlediği maç dışındaki yönleriyle de toplumun gündemindeydi.
Bina aralarında, arsalarda, tarlalarda bazen şişme meşin topla değil, çaput doldurulmuş lastiklerle oynayan, top koşturan yoksul çocuklarının inatla, hırsla, yetenek ve ihtirasla yükseldikleri, şöhret oldukları yıllardı.
Henüz çok lüks arabalar, biriktirilen gayrımenkuller değil ama mesela şatafatlı bir gece hayatı geliyordu “meşhur futbolcu” denilince akla.
Futbolcu, halkın hem özendiği, kıskandığı bir ışıltılı hayatı yaşayan, düne kadar açlık ve yoksulluk çekerken şimdi paraya boğulmuş bir kişilikti, hem de kınanan, şımarmış ve bozulmuş olduğu düşünülen bir fırlama…
Ve aslında bu iki imge de gerçeği yansıtmıyordu.
Benim tanıdığım Metin Kurt, buradaki diyalektik gerçeği de gören kişiydi. O, 1970’li yıllarda Galatasaray’da çok kullanılan deyişle “şöhretinin zirvesindeyken” duraksamadan seçmişti yolunu. İşte bu yola girmeyen, onun spor, emek ve alınterinin hakkı için öne atıldığı mücadeleye katılmayan meslektaşlarına hakaret ederken, onları karalarken de hiç görmedim. Onlarla kavga etti, mücadele etti. Ama şöhretler konusunda toplumun çok büyük bir kısmının paylaştığı ikiyüzlülüğü benimseyip beslemedi.
Taratarların “piç” lakabını taktığı, sportmenlik dışı hareketlerle rakibini ezip başarı kazandığında alkışlayıp, fazla ileri gidip durdurulduğunda edilmedik hakaret bırakmadığı bir genç futbolcumuz vardı biliyorsunuz.
Metin Kurt spordaki çirkinliklerle, piyasacı rekabetin ürünü olan sportmenlik dışı varoluşlarla mücadele ederken, ısrarla bu tür kişiliklerin de sistemin kurbanı olduğunun altını çizerdi.
Endüstriyel futbolun emperyalist medyaya yansıyan ışıltılı tablodan ibaret olmadığını, sporun da emeğin, alınterinin ve bunlarla varolan sömürünün hayat bulduğu bir alan olduğunu onun gibiler gösterdi bize.
Spor, insanın kendini fiziksel ve zihinsel bütünlüğü içinde var edebildiği alanlardan birisi. Belki de bu alanların en benzersiz. en yeri doldurulamaz olanı.
Futbol gibi yaratıcılık ve emeğin mucizeler yaratabildiği bir takım sporunun insanlığın, uygarlığın gelişiminin içinde tuttuğu çok özel yeri unutamayız. Bu 6 harflik kelimeyle birlikte anılan pek çok çirkinlik olduğu halde.
Futbolcu Metin Kurt, insanlığın geleceğinde sporun nasıl bir yeri olduğunu çok iyi kavramıştı. Sosyalist ülkeler o zamanlar olimpik zaferleri ve “kitle sporu” ile biliniyordu. Kitle sporu! Trenyolu kadar komünist ve tehlikeli bir kelime olarak görülen bu terim çok şey anlatıyor.
Ama Metin Kurt, spora sadece böylesi soyut (şüphesiz değerli) bir hümanizmanın penceresinden bakmıyordu. Sporun, insan ve insan uygarlığı için tuttuğu yeri gördüğü, tasarladığı kadar, sporu sınıf mücadelesinin bir alanı, sömürünün ve sömürüye karşı mücadelenin hayat bulacağı bir toplumsal pratik olarak görüyordu.
Onun inanılmaz şeyler yapmış olmasının, yaptığı pek çok işte öncü olmasının inatçı karakteriyle, mücadeleciliği ve kendine inanmasıyla bir ilgisi var. Ama bunun ötesinde biraz önce andığım bütünlükli ilgili.
Spordaki ilk grevi örgütledi. Hem de herhangi bir futbol klübünde değil. En büyüklerden Galatasaray’da.
Futbol dünyasındaki ilk sendikalaşma çalışmasının örgütleyicisi oldu.
Bunlarla başlayan zorlu ve inatçı mücadeleyi sporun fikri temeline yaptığı benzersiz katkılarla sürdürdü.
Düşüncelerini parlak ve keskin biçimde ifade etmeyi, temsil ettiği değerleri milyonlara taşıyan sözlerle başardı.
“Atılan hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek” dedi mesela.
“Futbol borsada değil, arsada güzel” diyerek piyasacı spor ve insanlık düşmanı tekellerin kalesine dehşetli bir gol atan da oydu.
Metin Kurt, aksi zaten düşünülemezdi, bir komünistti. Savunduğu, mücadelesini verdiği ideallerini hayata geçirecek olan partiyi, Türkiye Komünist Partisi’ni kimliği belledi. Yaşamının tüm alanlarında, tüm yaşantılarında bu kimliği örgütledi.
Metin Kurt’un çizgisinin toplumda bulduğu karşılık, yarattığı etki, bir de bu nedenle umut veriyor.
Mehmet Kuzulugil /SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder