AKP'deki çatlaklar bitmiyor. Erdoğan'ın partisinin attığı adımlar
veya bir siyasi gelişme partide ve parti çevresinde bazı görüş
ayrılıklarını tetikliyor. Üstelik bu ayrılıklar halının altına da
süpürülemiyor, açığa çıkıyor. Açığa çıkmasıyla birlikte çatlak doğal
olarak büyüme eğilimi gösteriyor.
Erdoğan partisini şu ana kadar bir arada tutmayı başardı. Otoritesini sarsacak her türlü girişime sert yanıt verdi, güvensizlik hissettiği veya kendi liderliğini sorgulayacak bir adımdan endişe duyduğu anda da tasfiye mekanizmasını çalıştırdı. Erdoğan da iktidarda geçen uzun yıllardan sonra partinin yıprandığını ve bir sürü arıza biriktirdiğini biliyor. Teşkilatıyla bizzat ilgilenmesi, eline geçen her fırsatta AKP adına konuşanlara ayar vermesi bunun işareti.
Ama AKP liderinin işi hiç kolay değil...
Partiyi bugüne getirirken çevresini gittikçe daraltması ilk bakışta işleri kolaylaştırmış gibi görünebilir. Oysa bu büyüklükteki bir iktidar partisini böylesine dar bir ekiple yönetmenin güçlükleri var.
AKP için en önemli pozisyonlardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığının Nurculukla ilişkisi açık, Abant toplantılarının müdavimi bir isme emanet edilmesi bunun göstergesi olmalı... AKP kendi içinden yetenekli bir hekim, iyi bir fizikçi veya birikimli bir iktisat uzmanı aramadı. Bunu yaparken işinin zor olduğu zaten ortada. Ancak neredeyse yarısı imam olan bir partide, bu iş Ali Erbaş'a kalmışsa Erdoğan'ın seçenekleri gerçekten azalmış olmalı. Burada mesele genel olarak işaret edildiği gibi AKP'nin aslında cemaatle mücadele etmemesi değil. AKP ve cemaat bu anlamda birbiriyle gerçekten mücadele edecek iki özne olarak zaten tanımlanamaz. Ama bir partide Diyanetten MİT'e, MİT'ten Genelkurmaya ağırlığı olan tüm makamların sahipleri hakkında soru işaretlerinin varlığı normal karşılanabilir mi? Erdoğan'ın atadığı neredeyse her isim için kendi açısından soru işaretlerinin ortaya çıkması kadro kaynaklarının kuruduğunun kanıtı olarak görülebilir.
Bütün bunlar AKP'nin 15 Temmuz'la somutlanan sürecin travmasını atlatamadığını ve işlerin kolaylaşmadığını, tam tersine zorlaştığını gösteriyor. Erdoğan için koşullar gittikçe ağırlaşırken, bu koşullarda alınan önemli kararlar parti içinde ve çevresinde gerilimi doğal olarak arttırıyor. Gerilim arttıkça da çatlakların ortaya çıkması kaçınılmaz hale geliyor.
ABD yönetiminin eski bir bakan hakkında tutuklama kararı çıkardığı, Erdoğan'ın ABD'ye korumasız gitmek zorunda kaldığı günlerde işlerin Erdoğan açısından kolay olduğu söylenebilir mi? Peki ya bu gelişmelere dair alınan tutumun partide soru işaretleri doğurmayacağı, mesela kimilerinin aklına bazı isimleri verip kendimizi kurtaralım fikrinin düşmeyeceği...
Bölgedeki en önemli müttefiklerden birisi olan Barzani'nin attığı referandum adımının AKP'de hem iktisadi hem de ideolojik nedenlerle sorun çıkarmaması mümkün mü?
Ya da toplumsal yaşantıyı, eğitim, hukuk gibi alanları gericileştirme operasyonunun yoğunlaştığı her an partide hızlanalım diyenlerle, acelecilikten endişelenenleri karşı karşıya getirmemesi olası mı?
Türkiye'nin yağmalanması sürerken önemli varlıkların toplandığı fonun yönetiminin ve dolayısıyla paylaşılmasının kabine düzeyinde gerilim yaratmaması ihtimal dahilinde mi?
Bunlar bitmeyecek. Erdoğan ve partisi hem içeride, hem dışarıda zorlandıkça çatlaklar büyüyerek devam edecek. Bu çatlaklar işleri AKP için daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getirirken, 2019 seçiminin arifesinde, partinin bölünmesinden, Erdoğan'ın devrilmesine kadar çok sayıda farklı senaryoyla AKP'ye oynayanların sayısı ve beklentisi artacak.
Türkiye'de düzen içi muhalefet uzun zamandır AKP'nin iç dengelerine oynuyor zaten. Erdoğan'ın hem bu kadar güçlü, hem de bu denli zaaflarla malul olması, büyük toplumsal desteğine rağmen bu zaaflar nedeniyle gidebilecek gibi görünmesi Türkiye siyasetini Erdoğan merkezli sınırları belli bir oyuna hapsediyor.
Üstelik bu oyun yalnızca içeride oynanmıyor. Uluslararası düzende süren krizin yarattığı boşlukları kullanmaya gayret eden Erdoğan'ın partisinin içinde bulunduğu koşullar, AKP'yi sözcüğün gerçek anlamıyla dış müdahaleye açık hale getiriyor.
Erdoğan, AKP'nin içindeki çatlaklara bu gözle baktı mı bilinmez, ama kendisine yönelik dış destekli tehdidin yalnızca muhalefet saflarında örgütlenebileceğine bu noktadan sonra artık kimse inanmaz... ABD, Almanya, Rusya... Bu liste uzar gider ama bunların AKP'nin içine dönük bir perspektifinin olmaması, AKP'nin içindeki çatlak ve dinamiklerin dışarıdan da takip edilmemesi ve hatta yönlendirilmeye çalışılmaması mümkün mü? Her taşın altında dış tehdit arayan sıkı reisçilerin kendi partilerine ve hatta aynaya bakmalarının vakti geldi de geçiyor... Hatta, delicesine bir hızla komplo senaryoları üretmelerinin bir nedeni de aynaya bakmayı erteleme çabası olsa gerek.
Türkiye'de siyasete Erdoğan başta olmak üzere tüm güçler yön vermeye çalışıyor. Bir tek halk dışarıda kalıyor. Bu oyunda halk yok, çünkü emekçileri temsil eden bir aktör yok. Geniş emekçi kesimler şimdilik olanı biteni izlemekle yetiniyor. Tüm bu güçlerin bu oyunu bu kadar rahat oynamalarının sebebi de bu zaten.
O zaman soru da belli; olanı biteni elleri kolları bağlı izleyecek ve bizim dışımızda gelişen bu senaryolara onay mı vereceğiz?
Yoksa biz de kendi yolumuz ve hedeflerimiz doğrultusunda siyasete müdahale mi edeceğiz?
Özgür Şen / SOL
Erdoğan partisini şu ana kadar bir arada tutmayı başardı. Otoritesini sarsacak her türlü girişime sert yanıt verdi, güvensizlik hissettiği veya kendi liderliğini sorgulayacak bir adımdan endişe duyduğu anda da tasfiye mekanizmasını çalıştırdı. Erdoğan da iktidarda geçen uzun yıllardan sonra partinin yıprandığını ve bir sürü arıza biriktirdiğini biliyor. Teşkilatıyla bizzat ilgilenmesi, eline geçen her fırsatta AKP adına konuşanlara ayar vermesi bunun işareti.
Ama AKP liderinin işi hiç kolay değil...
Partiyi bugüne getirirken çevresini gittikçe daraltması ilk bakışta işleri kolaylaştırmış gibi görünebilir. Oysa bu büyüklükteki bir iktidar partisini böylesine dar bir ekiple yönetmenin güçlükleri var.
AKP için en önemli pozisyonlardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığının Nurculukla ilişkisi açık, Abant toplantılarının müdavimi bir isme emanet edilmesi bunun göstergesi olmalı... AKP kendi içinden yetenekli bir hekim, iyi bir fizikçi veya birikimli bir iktisat uzmanı aramadı. Bunu yaparken işinin zor olduğu zaten ortada. Ancak neredeyse yarısı imam olan bir partide, bu iş Ali Erbaş'a kalmışsa Erdoğan'ın seçenekleri gerçekten azalmış olmalı. Burada mesele genel olarak işaret edildiği gibi AKP'nin aslında cemaatle mücadele etmemesi değil. AKP ve cemaat bu anlamda birbiriyle gerçekten mücadele edecek iki özne olarak zaten tanımlanamaz. Ama bir partide Diyanetten MİT'e, MİT'ten Genelkurmaya ağırlığı olan tüm makamların sahipleri hakkında soru işaretlerinin varlığı normal karşılanabilir mi? Erdoğan'ın atadığı neredeyse her isim için kendi açısından soru işaretlerinin ortaya çıkması kadro kaynaklarının kuruduğunun kanıtı olarak görülebilir.
Bütün bunlar AKP'nin 15 Temmuz'la somutlanan sürecin travmasını atlatamadığını ve işlerin kolaylaşmadığını, tam tersine zorlaştığını gösteriyor. Erdoğan için koşullar gittikçe ağırlaşırken, bu koşullarda alınan önemli kararlar parti içinde ve çevresinde gerilimi doğal olarak arttırıyor. Gerilim arttıkça da çatlakların ortaya çıkması kaçınılmaz hale geliyor.
ABD yönetiminin eski bir bakan hakkında tutuklama kararı çıkardığı, Erdoğan'ın ABD'ye korumasız gitmek zorunda kaldığı günlerde işlerin Erdoğan açısından kolay olduğu söylenebilir mi? Peki ya bu gelişmelere dair alınan tutumun partide soru işaretleri doğurmayacağı, mesela kimilerinin aklına bazı isimleri verip kendimizi kurtaralım fikrinin düşmeyeceği...
Bölgedeki en önemli müttefiklerden birisi olan Barzani'nin attığı referandum adımının AKP'de hem iktisadi hem de ideolojik nedenlerle sorun çıkarmaması mümkün mü?
Ya da toplumsal yaşantıyı, eğitim, hukuk gibi alanları gericileştirme operasyonunun yoğunlaştığı her an partide hızlanalım diyenlerle, acelecilikten endişelenenleri karşı karşıya getirmemesi olası mı?
Türkiye'nin yağmalanması sürerken önemli varlıkların toplandığı fonun yönetiminin ve dolayısıyla paylaşılmasının kabine düzeyinde gerilim yaratmaması ihtimal dahilinde mi?
Bunlar bitmeyecek. Erdoğan ve partisi hem içeride, hem dışarıda zorlandıkça çatlaklar büyüyerek devam edecek. Bu çatlaklar işleri AKP için daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getirirken, 2019 seçiminin arifesinde, partinin bölünmesinden, Erdoğan'ın devrilmesine kadar çok sayıda farklı senaryoyla AKP'ye oynayanların sayısı ve beklentisi artacak.
Türkiye'de düzen içi muhalefet uzun zamandır AKP'nin iç dengelerine oynuyor zaten. Erdoğan'ın hem bu kadar güçlü, hem de bu denli zaaflarla malul olması, büyük toplumsal desteğine rağmen bu zaaflar nedeniyle gidebilecek gibi görünmesi Türkiye siyasetini Erdoğan merkezli sınırları belli bir oyuna hapsediyor.
Üstelik bu oyun yalnızca içeride oynanmıyor. Uluslararası düzende süren krizin yarattığı boşlukları kullanmaya gayret eden Erdoğan'ın partisinin içinde bulunduğu koşullar, AKP'yi sözcüğün gerçek anlamıyla dış müdahaleye açık hale getiriyor.
Erdoğan, AKP'nin içindeki çatlaklara bu gözle baktı mı bilinmez, ama kendisine yönelik dış destekli tehdidin yalnızca muhalefet saflarında örgütlenebileceğine bu noktadan sonra artık kimse inanmaz... ABD, Almanya, Rusya... Bu liste uzar gider ama bunların AKP'nin içine dönük bir perspektifinin olmaması, AKP'nin içindeki çatlak ve dinamiklerin dışarıdan da takip edilmemesi ve hatta yönlendirilmeye çalışılmaması mümkün mü? Her taşın altında dış tehdit arayan sıkı reisçilerin kendi partilerine ve hatta aynaya bakmalarının vakti geldi de geçiyor... Hatta, delicesine bir hızla komplo senaryoları üretmelerinin bir nedeni de aynaya bakmayı erteleme çabası olsa gerek.
Türkiye'de siyasete Erdoğan başta olmak üzere tüm güçler yön vermeye çalışıyor. Bir tek halk dışarıda kalıyor. Bu oyunda halk yok, çünkü emekçileri temsil eden bir aktör yok. Geniş emekçi kesimler şimdilik olanı biteni izlemekle yetiniyor. Tüm bu güçlerin bu oyunu bu kadar rahat oynamalarının sebebi de bu zaten.
O zaman soru da belli; olanı biteni elleri kolları bağlı izleyecek ve bizim dışımızda gelişen bu senaryolara onay mı vereceğiz?
Yoksa biz de kendi yolumuz ve hedeflerimiz doğrultusunda siyasete müdahale mi edeceğiz?
Özgür Şen / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder