19 Eylül 2017 Salı

Bir fotoğraf, bir grev, bir ülke…- AZİZ ÇELİK

Bu fotoğraf Türkiye’de grev hakkının özetidir. Bakanlık, ekim başında Türkiye’de yapılacak olan ILO toplantısının uluslararası sendikal örgütler ve Avrupa işçi örgütleri tarafından neden boykot edildiğinin sebebini başka yerde araması.


Siz hiç sendikaya üye oldukları için işçileri işten atan işverenin fabrikaya gelen kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alındığını gördünüz mü? Hiç hakkını arayan çalışanını kapının önüne koyan işverenin fabrikayı basan jandarma tarafından yaka paça götürüldüğünü okudunuz mu? 

Siz hiç işçileri ölümüne çalıştıran, iş cinayetleri ve meslek hastalığı sonucu ölümlerine yol açan patronlara bu fotoğraftaki gibi muamele yapıldığını işittiniz mi? Veya siz hiç hileli iflas ve bin bir türlü mevzuat labirentini kullanarak işçi alacaklarının, işçinin alınterinin ve göz nurunun üstüne yatıp keyif çatan sahtekâr işverenin kollarında kolluk kuvvetleri marifetiyle götürüldüğüne tanık oldunuz mu? Ben görmedim, duymadım, okumadım.

Bazı fotoğraflar vardır dile gelir, konuşur, meselenin özünü fazla söze ihtiyaç duymadan anlatır. Bazı fotoğraflar vardır memleketin halini özetler. Karmaşık görünen, üstü örtülen meseleleri, saklanan ve gizlenen gerçekleri apaçık anlamamızı sağlar. Bazı fotoğraflar vardır artık minareye kılıf bulmak mümkün değildir. Bu fotoğraf da öyle!

Grev itinayla kırılır!
Düzce’de bir fabrika önü, duvarda “bu işyerinde grev vardır” pankartı, kapıda bir kamyon mal çıkarmaya çalışıyor, kamyonun önüne oturmuş grevci işçiler, onların birkaç katı tam teçhizatlı jandarma ve jandarma tarafından gözaltına alınan grev gözcüsü. Bu fotoğraf Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Düzce’de kurulu Tekno Maccaferri işyerinde yürütmeye çalıştığı grevden. Greve fabrikada çalışan 41 işçiden 37’si katılıyor. Dördü yasa gereği zorunlu olarak çalışıyor. İşçiler yekvücut, direniyor. İşveren ise 31 Temmuz 2017’de başlayan grevi sık sık jandarma müdahalesi ile kırmaya çalışıyor.

DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Tekno Maccaferri işyerinde yürüttüğü grev adeta bir çalışma ilişkileri laboratuvarı gibi.

Onlarca kitaba bedel, hızlandırılmış bir sınıf mücadelesi, devlet ve sermaye ilişkileri, iş hukuku (hukuksuzluğu) kursu gibi.

Sendikal hak ve özgürlüklerin nasıl itinayla ihlal edildiğinin, örgütlenmenin nasıl engellendiğinin, grev oylamasına nasıl hile karıştırıldığının, sermayenin valilik ve kolluk kuvvetleri üzerindeki nüfuzunun, kısaca hukuksuzluğun ve keyfiliğinin bir özeti gibi.

Grev birkaç kez kolluk kuvvetlerince kırılmaya çalışıldı. 24 Ağustos 2017’de kolluk kuvvetleri gözetiminde yasaya aykırı biçimde yarı mamul madde ile makine ekipmanları dışarıya çıkarıldı. Yasadışı mal çıkaran yükleme kamyonlara jandarma eşlik etti.

Grev gözcüsü işçilerin itirazlarına karşı, malların Valiliğin oluru ve savcılığın sözlü talimatı doğrultusunda çıkarıldığı söylendi.

Bunun yasadışı olduğunu belirten grev gözcüleri gözaltına alındı ve mallar zorla dışarıya çıkarıldıktan sonra serbest bırakıldı.

Bitmedi. Tam 12 Eylül günü, 12 Eylül’e yakışan bir uygulama ile jandarma ikinci kez grevi kırmaya kalktı. Yine yasaya aykırı bir biçimde, işyerinden yarı mamul ve makine ekipmanları dışarıya çıkarılmak istendi. Bu hukuksuzluğu bedenleri ile engellemeye çalışan grevci işçiler darp edildi. Grev kırıcılık mal çıkaran kamyonlara eşlik eden jandarmanın gözetiminde yapıldı. İşçilerin hepsi grevde olduğuna göre, içeride çalışan kimse yok. O halde içeriden çıkarılan ne? Grevden önce üretilen mallar, onları yükleyecek işçiler grevdeyse dışarı çıkarılmaz. Öte yandan fabrikadan hammadde, malzeme ve makine de dışarı çıkarılmaz.

Yapılan işlem açıkça suç ama bu suça kamu idarecileri de ortak oluyor.

Hukukmuş, yasaymış, grev anayasal hakmış kimin umurunda! Sermayenin menfaatleri söz konusu olduğunda anayasanın ve hukukun ne önemi var!

Düzce cephesinde yeni bir şey yok
Son grev kırıcılığı Tekno Maccaferri işvereninin ve Düzce’deki mülki amirlerinin, bürokrasinin ve kolluk kuvvetlerinin ilk marifeti değil. Bir Türk-İtalyan ortak şirketi olan Tekno Maccaferri işvereni grevi kırmak için grev oylamasında hileye başvurarak sendikal hakları ihlal etmeye başladı.

“Uyanık” işveren sendikanın grev kararını boşa çıkarmak için, Haziran 2017 içinde, Ankara ofisinde çalışan işçi sayısını SGK kayıtları üzerinden 37 kişi arttırdı. Üç dört kişinin çalıştığı ofise adeta bir fabrika kadar işçi alındı. Grev kararının ardından, beklendiği gibi işveren grev oylaması talebinde bulundu ve 21 Haziran 2017’de yapılan grev oylamasında greve “hayır” çıktı. Birleşik Metal muvazaalı (hileli) işçi alımına dayanan grev oylamasına itiraz etti. 25 Haziran 2017 tarihinde, Düzce İş Mahkemesi sendikanın itirazını kabul ederek, hileli oylamayı iptal etti. Hileli grev oylaması yoluyla grevi engelleyemeyen işveren şimdi de kolluk kuvvetlerini kullanarak grevi kırmaya çalışıyor.

Sendikal örgütlenmeye karşı ülkenin her yerinde aşina olduğumuz hukuksuzluklar Düzce’de sık sık yaşanıyor. 2011 yılında Düzce’de Masdaf işyerinde yine Birleşik Metal-İş örgütlenmesi sonrasında 120 işçi işten çıkarılmış, işçilerin direnişi kolluk kuvvetlerince kırılmak istenmiş, işçiler gözaltına alınmıştı. Hatta Düzce Müftülüğü de işverene arka çıkarak “işi gereğinden fazla yavaşlatmak ve işyerine zarar vermek, kârı ve kârlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak çalışanı ağır dini mesuliyet altına sokar” şeklinde hutbelerin camilerde okunmasını sağlamıştı.

Grev hakkı ayaklar altında
Anayasa bakarsanız grev işçilerin temel haklarından biri. Dolayısıyla hükümetin, valinin, savcının ve hakimin kullanılması için titizlenmesi, korunması için seferber olması gereken bir hak. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil. Grev Türkiye’de hükümetin ve valilerin iki dudağı arasında. Hükümet istediği grevi keyfi olarak yasaklayabilmekte ve maalesef bu konuda etkili bir hukuk yolu yok. Danıştay adeta grev ertelemelerini onaylayan bir notere dönüştü. Anayasa Mahkemesi grev hakkını koruyan kararlar veriyor ama dinleyen yok, uygulayan yok. AKP döneminde 62 bine yakın işçiyi kapsayan 13 grev ertelendi. Sadece 2017 yılında beş büyük grev ertelendi. 2017’de ertelenen grevlerden ikisi Birleşik Metal-İş’in greviydi.

Grev hakkı sadece grev ertelemesi/yasaklaması yoluyla engellenmiyor: Bir diğer yol ise grev kırıcılığı. Grev kırıcılığının da envaiçeşit yöntemi var ülkemizde. Yasak olmasına rağmen, grevci işçi yerine başka işçi çalıştırmak, fabrikadan yasadışı mal ve malzeme çıkarmak, işçileri tehdit ve şantaj ile greve katılmaktan alıkoymak, kolluk kuvvetleri yoluyla grev gözcülerine müdahale etmek en bilinenleri…

Düzce’de yaşananlar büyük resmin bir parçası. Grevin devletin en üst makamlarınca tehlikeli ilan edilmesi, grevlerin hükümet tarafından sistematik olarak yasaklanması yerel düzeyde de hukuksuzluğa ve işgüzarlığa davet çıkarıyor. Biz yine de hatırlatalım: Türk Ceza Kanunu madde 118’e göre sendikal faaliyeti engellemek, grevi kırmaya çalışmak suçtur. Olur ya, belki bir gün bir savcı mülkiyeti korumak için değil Türk Ceza Kanunu’ndaki  bu suçu işleyenler için harekete geçer.
Fotoğrafa dönerek bitirelim. Bu fotoğraf Türkiye’de grev hakkının ve sendikal hakların özetidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ekim ayı başında Türkiye’de yapılacak olan ILO toplantısının uluslararası sendikal örgütler ve Avrupa işçi örgütleri tarafından boykot edilme sebebini başka yerde aramasın, bu fotoğrafa baksın. Bu fotoğraf yeterince açıklayıcı.

Aziz Çelik / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder