Mademki gündem et, biz de yakından bakalım toplumun ocağında pişen bu mevzuya.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Açıkçası her şeyin bu kadar hızlıca değişebileceğini düşünmemiştim. On, on beş yıl öncesinden bahsediyorum. Evet, Türkiye’de uzun zamandır kırlar boşalıyordu ama Avrupa hedeflerinin pat diye tutturulabileceğini ve kırların apar topar terk edilebileceğini pek tahmin etmiyordum.
Ülkenin kentleri, kırları “çok da zorlanmadan” değişiverdi ve Türkiye'nin etle olan ilişkisi de değişti.
Tamam, et hiçbir zaman sıradan bir besin olmadı. Ama hem Türkiye kapitalizmi hem de dünya kapitalizmi eti beslenme akışkanlıklarımızda bambaşka bir yere getirdi. Şimdilerde başını Çin ve Hindistan çekse de küresel çapta kişi başı et tüketimi son elli yılda ikiye katlanmış durumda[1]. Türkiye de aynı değişim ikliminin bir parçası: Et tüketimi yıllardır sürekli artıyor. Kırlar boşalırken kentlerde et, kamyon lastiği reyonunun hemen yanındaki yerini gittikçe genişletiyor. Hem de kendi lügatiyle: antrikot, incik, döş, gerdan, kontrnuar, drymeat, vs....
Genişleyen bir tek market reyonları değil. Toplumun et ile kurduğu ilişki de değişti. Çok değil 20-30 yıl önce et, özel günlerin besiniydi. En özeli kebap yapılırdı; onun da yanında binbir çeşit garnitür olurdu.
Şimdi ise ete ulaşmak ve eti tüketmek kütlesel bir boyut kazandı: Ankara'da Balgat, Çukurambar, İzmir’de İnciraltı-Güzelbahçe sahil şeridi ve İstanbul’da başta Etiler olmak üzere bilumum semt kütlesel et tüketilen, fabrika bacası gibi bacaları olan mekânlarla dolu. Aynı anda onlarca masaya hizmet eden bu tür mekânlarda masanın hemen yanına bir mangal kuruluyor ve sonra da gelsin kilo ile et. Her bir masadaki baca da merkezi tek bir bacaya bağlanıyor, devasa bir motor ile. Alın size modern tüketim fabrikası…
Tabaklar da büyüdü: Amerikan porsiyonlarına döndü kebaplar, biftekler, burgerler. Artık restoran görünümlü bu devasa fabrikalarda servis edilen etler, bir oturuşta dört kişiyi besleyebilecek tabaklarda geliyor.
Aynı zamanda günlük toplam enerji ihtiyacına denk gelen 1500 kilokaloriyi elde etmek de ucuzladı. Bir "bolluk" geldi ama nereden ve nasıl geldiği çok da bilinmeden, sorulmadan. Hakikaten nereden geldi bu “kilo ile et”? Kırlar boşaldıysa kim yetiştiriyor bunları?
Öte yandan bir gerçek var: Et, evrimsel olarak insana, homo sapiense çok önemli bir gelişim olanağı sundu. Özellikle beyin işleyişi ve gelişimi için gerekli olan mineralleri ve vitaminleri bir besin küpü olarak sağlayıverdi[2]. Evet, örneğin demir ıspanakta da var ama 300 gr kırmızı et ile alınan demiri ancak 2,5 kg ıspanak ile alabiliyoruz. Yani, beslenme açısından et oldukça pratik bir çözüm.
Ama et, bir tek et değil işte. Pazarı var, endüstrisi var, tekelleri var ve de halimizi yansıtan kültürü var. Tüm toplumun etle ilişkisi bir yandan da kültürel bir uğrak: Kebaptan grillhouselara uzanan. Ve artık sormak zorundayız: Bu lezzetin, bolluğun, değişimin bedeli ne?
Mesela kırmızı etin çevreye olan maliyetini düşünmek abes mi?
Şu dört bir yana açılan Pirzola Houselarda, GrillCenterlarda, SteakStoplarda tüketilen ya da marketlerde reyonu genişleyen dry, marine, özel kesim, helal etleri ve genel olarak herhangi bir eti üretmenin bedeli nedir?
Bir başka canlı grubu üzerindeki sınırsız tasarrufun bedeli nedir?
Sormak abes mi?
Hâlâ mı?
Örneğin et, çok su gerektiren bir besin. Şöyle ki: 1 kg dana eti için 15.415 litre su gerekiyor[3]. Et sadece pratik bir beslenme kaynağı değil, aynı zamanda pratik bir sağlıksızlık kaynağı da. Obeziteden kalp hastalıklarına birçok durum etin de merkezinde durduğu bir beslenme ve yaşam biçimiyle yakından ilişkili.
Velhasıl et insan beynini ve zihnini değiştirmeye devam ediyor. Ve farklı görünümleri olan bir beden kültürü, zihin hali ortaya çıkıyor.
Mesela son bir yılın fenomeni Nusret nedir?
Nedir büyüsü?
Ete ne olduğunu anlarsak Nusret’i de anlarız. Çünkü Nusret bir noktadan sonra Türkiye’nin ta kendisi değil mi? İster içinde ne olduğu bilinmeyen ucuzlukta olsun isterse gazete köşelerinde bilmem kaç liralık yemek fişi yayınlansın, tüm toplumun et ile ilişkisinde artık genel doğrultu Nusret değil mi? Fantezilerle yaşamak ve gerisini çok da takmamak değil mi?
Tüm o kareler erkeksi, kaslı, etli, paralı, seçkin, güçlü, cool ve haz içinde değil mi? Toplumun kaymak tabakasından en altına kadar geniş bir kesim artık oraya bakıyor: Nusret’in videolarına, fotoğraflarına, orada pişen, kızaran, cızır cızır eden arzuya…
Ve bir de gün geçtikçe artan kilolara. Obezite ile Nusret el ele geçiyor günlerimizden: Sağlık Bakanlığı ise obezite için hareket etmeyi öneriyor. İşte yürüyüş, merdiven çıkma vs. gibi.
Olabilir. Ama tam bir parçalı düşünme hali, meselenin özünü ıskalama yok mu, bu yaklaşımda? Zihin dünyası ile beden kültürü iç içedir; toplumun zihinsel ufku değişmeden beden kültürü de değişmiyor. Ve kentlerde ete ve etin temsil ettiklerine aç bir toplam var. Mesele de orada: Beden kültürünün tamamında.
Öbür yanda ise toplumdan, tarihten ve varoluşumuzdan koparılmış bir sağlıklılık endişesi var, bu parçalı kavrayışın bir başka ifadesi olarak: Vejetaryenlik, veganlık ve ortoreksi gibi. Ve teslim etmeliyiz ki tüm bu değişik derecedeki haklı titizlikler alttan alta da etkili. Özellikle solda. Yani sol içinde henüz siyasete yansımamış olsa da beslenme pratiklerinde değişimi içeren bir konumlanış da var. Öyle burun kıvırıp geçmek mümkün değil.
Yine de et ile olan yeni ilişkimizin herkesi eşit derecede etkilediğini düşünmek saflık ve körlük olur. Çünkü en alttakilere nereden geldiği, ne içerdiği, hatta ne olduğu belli olmayan bir et düşerken üsttekilerin “iyi et” arayışı ise paraya bakıyor.
Kentlerdeki geniş bir eğitimli emekçi kesimi ise tüm bu sürece bireysel çareler arıyor. Bazen rahatsızlık verici bir titizlikle.
Ama şunu da bir kenara yazalım: Tüm bu besin/beden uğraşısı kentli yeni bir kuşağın habercisi. Kapitalizmi deforme ya da reforme edecek bir kuşağın. Yaşayıp göreceğiz.
Şimdilik mangal bacalarının mesajı net:
Çekilin, burjuvazi et yiyecek!
Tüm toplumu da peşinden sürükleyerek…
Peki, ama bir şarkı vardır, bilir misiniz?
Ne mi der?
Et, cinayettir[4].
Afiyet olsun.
Tolga Binbay / SOL
[1] Gould J (2017) Nutrition: A world of insecurity. Nature, 544, s6-s7.
[2] Gupta S (2016) Brain food: Clever eating. Nature, 531,S12–S13.
[3] Heffernan O (2016) Sustainability: A meaty issue. Nature, 544, S18–S20.
[4] The Smiths, Meat is Murder. https://www.youtube.com/watch?v=CzuDSSO_c9o
Öncelikle şunu söyleyeyim: Açıkçası her şeyin bu kadar hızlıca değişebileceğini düşünmemiştim. On, on beş yıl öncesinden bahsediyorum. Evet, Türkiye’de uzun zamandır kırlar boşalıyordu ama Avrupa hedeflerinin pat diye tutturulabileceğini ve kırların apar topar terk edilebileceğini pek tahmin etmiyordum.
Ülkenin kentleri, kırları “çok da zorlanmadan” değişiverdi ve Türkiye'nin etle olan ilişkisi de değişti.
Tamam, et hiçbir zaman sıradan bir besin olmadı. Ama hem Türkiye kapitalizmi hem de dünya kapitalizmi eti beslenme akışkanlıklarımızda bambaşka bir yere getirdi. Şimdilerde başını Çin ve Hindistan çekse de küresel çapta kişi başı et tüketimi son elli yılda ikiye katlanmış durumda[1]. Türkiye de aynı değişim ikliminin bir parçası: Et tüketimi yıllardır sürekli artıyor. Kırlar boşalırken kentlerde et, kamyon lastiği reyonunun hemen yanındaki yerini gittikçe genişletiyor. Hem de kendi lügatiyle: antrikot, incik, döş, gerdan, kontrnuar, drymeat, vs....
Genişleyen bir tek market reyonları değil. Toplumun et ile kurduğu ilişki de değişti. Çok değil 20-30 yıl önce et, özel günlerin besiniydi. En özeli kebap yapılırdı; onun da yanında binbir çeşit garnitür olurdu.
Şimdi ise ete ulaşmak ve eti tüketmek kütlesel bir boyut kazandı: Ankara'da Balgat, Çukurambar, İzmir’de İnciraltı-Güzelbahçe sahil şeridi ve İstanbul’da başta Etiler olmak üzere bilumum semt kütlesel et tüketilen, fabrika bacası gibi bacaları olan mekânlarla dolu. Aynı anda onlarca masaya hizmet eden bu tür mekânlarda masanın hemen yanına bir mangal kuruluyor ve sonra da gelsin kilo ile et. Her bir masadaki baca da merkezi tek bir bacaya bağlanıyor, devasa bir motor ile. Alın size modern tüketim fabrikası…
Tabaklar da büyüdü: Amerikan porsiyonlarına döndü kebaplar, biftekler, burgerler. Artık restoran görünümlü bu devasa fabrikalarda servis edilen etler, bir oturuşta dört kişiyi besleyebilecek tabaklarda geliyor.
Aynı zamanda günlük toplam enerji ihtiyacına denk gelen 1500 kilokaloriyi elde etmek de ucuzladı. Bir "bolluk" geldi ama nereden ve nasıl geldiği çok da bilinmeden, sorulmadan. Hakikaten nereden geldi bu “kilo ile et”? Kırlar boşaldıysa kim yetiştiriyor bunları?
Öte yandan bir gerçek var: Et, evrimsel olarak insana, homo sapiense çok önemli bir gelişim olanağı sundu. Özellikle beyin işleyişi ve gelişimi için gerekli olan mineralleri ve vitaminleri bir besin küpü olarak sağlayıverdi[2]. Evet, örneğin demir ıspanakta da var ama 300 gr kırmızı et ile alınan demiri ancak 2,5 kg ıspanak ile alabiliyoruz. Yani, beslenme açısından et oldukça pratik bir çözüm.
Ama et, bir tek et değil işte. Pazarı var, endüstrisi var, tekelleri var ve de halimizi yansıtan kültürü var. Tüm toplumun etle ilişkisi bir yandan da kültürel bir uğrak: Kebaptan grillhouselara uzanan. Ve artık sormak zorundayız: Bu lezzetin, bolluğun, değişimin bedeli ne?
Mesela kırmızı etin çevreye olan maliyetini düşünmek abes mi?
Şu dört bir yana açılan Pirzola Houselarda, GrillCenterlarda, SteakStoplarda tüketilen ya da marketlerde reyonu genişleyen dry, marine, özel kesim, helal etleri ve genel olarak herhangi bir eti üretmenin bedeli nedir?
Bir başka canlı grubu üzerindeki sınırsız tasarrufun bedeli nedir?
Sormak abes mi?
Hâlâ mı?
Örneğin et, çok su gerektiren bir besin. Şöyle ki: 1 kg dana eti için 15.415 litre su gerekiyor[3]. Et sadece pratik bir beslenme kaynağı değil, aynı zamanda pratik bir sağlıksızlık kaynağı da. Obeziteden kalp hastalıklarına birçok durum etin de merkezinde durduğu bir beslenme ve yaşam biçimiyle yakından ilişkili.
Velhasıl et insan beynini ve zihnini değiştirmeye devam ediyor. Ve farklı görünümleri olan bir beden kültürü, zihin hali ortaya çıkıyor.
Mesela son bir yılın fenomeni Nusret nedir?
Nedir büyüsü?
Ete ne olduğunu anlarsak Nusret’i de anlarız. Çünkü Nusret bir noktadan sonra Türkiye’nin ta kendisi değil mi? İster içinde ne olduğu bilinmeyen ucuzlukta olsun isterse gazete köşelerinde bilmem kaç liralık yemek fişi yayınlansın, tüm toplumun et ile ilişkisinde artık genel doğrultu Nusret değil mi? Fantezilerle yaşamak ve gerisini çok da takmamak değil mi?
Tüm o kareler erkeksi, kaslı, etli, paralı, seçkin, güçlü, cool ve haz içinde değil mi? Toplumun kaymak tabakasından en altına kadar geniş bir kesim artık oraya bakıyor: Nusret’in videolarına, fotoğraflarına, orada pişen, kızaran, cızır cızır eden arzuya…
Ve bir de gün geçtikçe artan kilolara. Obezite ile Nusret el ele geçiyor günlerimizden: Sağlık Bakanlığı ise obezite için hareket etmeyi öneriyor. İşte yürüyüş, merdiven çıkma vs. gibi.
Olabilir. Ama tam bir parçalı düşünme hali, meselenin özünü ıskalama yok mu, bu yaklaşımda? Zihin dünyası ile beden kültürü iç içedir; toplumun zihinsel ufku değişmeden beden kültürü de değişmiyor. Ve kentlerde ete ve etin temsil ettiklerine aç bir toplam var. Mesele de orada: Beden kültürünün tamamında.
Öbür yanda ise toplumdan, tarihten ve varoluşumuzdan koparılmış bir sağlıklılık endişesi var, bu parçalı kavrayışın bir başka ifadesi olarak: Vejetaryenlik, veganlık ve ortoreksi gibi. Ve teslim etmeliyiz ki tüm bu değişik derecedeki haklı titizlikler alttan alta da etkili. Özellikle solda. Yani sol içinde henüz siyasete yansımamış olsa da beslenme pratiklerinde değişimi içeren bir konumlanış da var. Öyle burun kıvırıp geçmek mümkün değil.
Yine de et ile olan yeni ilişkimizin herkesi eşit derecede etkilediğini düşünmek saflık ve körlük olur. Çünkü en alttakilere nereden geldiği, ne içerdiği, hatta ne olduğu belli olmayan bir et düşerken üsttekilerin “iyi et” arayışı ise paraya bakıyor.
Kentlerdeki geniş bir eğitimli emekçi kesimi ise tüm bu sürece bireysel çareler arıyor. Bazen rahatsızlık verici bir titizlikle.
Ama şunu da bir kenara yazalım: Tüm bu besin/beden uğraşısı kentli yeni bir kuşağın habercisi. Kapitalizmi deforme ya da reforme edecek bir kuşağın. Yaşayıp göreceğiz.
Şimdilik mangal bacalarının mesajı net:
Çekilin, burjuvazi et yiyecek!
Tüm toplumu da peşinden sürükleyerek…
Peki, ama bir şarkı vardır, bilir misiniz?
Ne mi der?
Et, cinayettir[4].
Afiyet olsun.
Tolga Binbay / SOL
[1] Gould J (2017) Nutrition: A world of insecurity. Nature, 544, s6-s7.
[2] Gupta S (2016) Brain food: Clever eating. Nature, 531,S12–S13.
[3] Heffernan O (2016) Sustainability: A meaty issue. Nature, 544, S18–S20.
[4] The Smiths, Meat is Murder. https://www.youtube.com/watch?v=CzuDSSO_c9o
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder