Aydınlanma Hareketi uzun zamandır zorunlu din dersine karşı mücadele
veriyor. Bunun için hukuksal bir algoritma hazırladı. Velilerin bu
algoritmayı izleyerek dava açmaları ve hatta davalarında kendi
avukatlıklarını yapmaları bile mümkün. Açılan davalar kazanılıyor da.
Ben hep din siyasettir diyorum. Çocuklara öğretilmesinin de siyasi bir faaliyet olduğunu, çocuğun doğuştan itibaren tam anlamıyla yaratıcı, bilimsel bir şekilde işleyen beynini korkularla doldurmak anlamına geldiğini düşünüyorum.
Eğer bir insanın beyni bu şekilde işleniyorsa biliniz ki o insanın aklını kullanmaması ve kul köle olması istendiği içindir.
Üstelik bütün psikolog ve psikiyatrların üzerinde uzlaştıkları gibi dini konuların içeriği şiddetle, korkularla, tehditlerle doludur ve bunun çocuk dünyasında yaratacağı tek şey travmadır. Ama zaten dinin hedefi bu travmayı yaratmak değil midir? Travma kalıcı izler bırakır. O izler korkulara, korkulması gereken öznelere ilişkindir ve dinin insan dünyasında kalıcı olması da ancak böyle sağlanır.
Çocuğunun bu tür şeylere maruz kalmasını istemeyen her anne babanın, özellikle cihat gibi konuların da artık eğitime dahil edilmiş bulunduğu günümüzde yapacağı tek şey çocuğunu din eğitiminden korumaktır.
Ama öyle olmadığı da görülüyor.
Çeşitli gerekçeler var. Açılacak davanın kazanılmasıyla çocuğun din dersine girmemesinin kendisini yalnızlaştıracağı endişesi gibi.
Diğeri ise din dersine girmeyecek çocuğun hayatı için çok önem taşıyan kimi sınavlarda din dersi sorularını ya da din dersi soruları yerine daha zor olduğu düşünülen felsefe gibi alanların sorularını yanıtlamak zorunda kalacağı ve başarısının düşeceği endişesi.
Din dersine girmeyen çocuğun yalnızlaşacağı, arkadaşlarına durumunu anlatmakta sıkıntı çekeceği, ders saatleri içinde boşalan o saatini nasıl ve nerede değerlendireceği gibi sorular gerçekten de önemli.
Ancak yalnızlığın karşısına konulan toplumsallaşma, sosyalleşme dinamiğinin hangi ortamda gerçekleştiği, o sosyalleşmenin hangi mekanizmalar, mesajlar ile şekillendirildiği gibi sorular önemsiz mi?
Dinin emirlerini yerine getirmediğinizde günah işlemiş olursunuz, gideceğiniz yer cehennemdir, orada sonsuza kadar yanarsınız mesajlarının sağlayacağı türden bir “sosyalleşme” midir istediğimiz?
İyi ve doğru olmayı sağlamanın yolunun tehdit, korku salmak olarak belirlendiği bir ortamda “sosyalleşecek” çocuklarınız sosyalleşmiş mi yoksa sinmiş, ürkekleşmiş mi olacak?
Üstelik diğer velilerle birlikte hareket etmeyi başardığımızda yalnızlaşma sorununu da aşmış olmayacak mıyız?
Eğitim insana küçüklüğünden itibaren aklını kullanmayı ve eşit bir toplumsal düzenin oluşturulmasına katkı sunmayı öğretmeli. Çocuklukta tehditle şekillendirilmiş insan benliğinin otoriteryen bir kişilik yapısına doğru evrileceği açık değil mi?
Hangisi daha önemli: Çocuğumuzun din dersi saatlerinde yalnız kalması mı, dini zorunlu tutanların oluşturacağı kişilik yapısını kazanması mı?
Aslında konu ne biliyor musunuz? AKP’nin toplumu dinselleştirme yönündeki gerici operasyonunun sınırlarının ailemizin içine girmiş olması. Bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkiye el atmış bulunması.
Çocuğumuzla bizim aramızda artık AKP var, gericilik var. Onları aramızdan çıkaracak mıyız, yoksa top mu yuvarlayacağız? Ve daha önemlisi burada duracaklarını mı sanıyoruz?
Gericiliğin bizi artık çok somut, bizzat kendi hayatımızı ilgilendiren kararlar almaya zorluyor olduğu bir aşamadayız. Ve bu hareketlenmenin çocuğumuzla aramızdaki ilişkiyi gerilimli hale getirecek olmasından endişeleniyoruz.
Aslında esas endişelenmemiz gereken konu gericiliğin çocuğumuzu ele geçirecek olması değil mi?
Kendisine din eğitimi sırasında uygulanan şiddetle büyümüş, dini kuralları çiğnemenin yaratacağı suçun ezikliğini içinde sürekli olarak hisseden, kendisini günahkar birisi olarak algılayan bireylerin, kazandıkları bu otoriteryen kişilik yapısını başka bireyler, eşleri ve kendi çocukları üzerine şiddetle yansıtacak olmaları gerçeği yanında, bu sıkıntıların ve sınav başarı düzeyinin bir derece düşecek olmasının lafı mı edilir?
Üstelik çocuklarımız felsefe sorularını neden çözemesinler?
Ya da “kayıplar” olacaksa bile çocuğumuzu kurtarmaya değmez mi?
Hiç kimse kusura bakmasın.
Mücadele edeceksek hayatlarımız etkilenecek, mücadele hayatlarımızı değiştirecek, biz hayatlarımızı kendi inandığımız doğrular doğrultusunda değiştireceğiz, bunların neden gerekli olduğunu çocuklarımıza anlatacağız.
Çocuklarımıza başka şeyleri de yaşları uygun düştükçe yine biz anlatacağız. Artık bunları okullarda öğrenemeyecekler. Hiçbir şeyin zamanını geçirmeyeceğiz. Bizim onlara anlattıklarımızı arkadaşlarına anlatmalarını da isteyeceğiz: Evrimi, ilk canlının, ilk insanın nasıl ortaya çıktığını, kadının nasıl gebe kaldığını, kendisinin nasıl dünyaya geldiğini, cinsel ilişkiyi, gebelikten korunmayı, cinselliğin, karşı cinsten birisiyle ilişki kurmanın suç ve/veya günah olmadığını, tüm doğmaların uydurma olduğunu, inandığımız gibi yaşamaya hakkımız bulunduğunu, dinin amacını, iddia edilenin tersine doğa üstü güçlerin hiç birisinin mevcut olmadığını, iyi insan olmak için korkmaya değil meraka, bilmeye ve paylaşmaya gerek olduğunu tüm açıklığıyla anlatacağız. Anlatırken yaratıcılığımız gelişecek, kendimize kendimiz bile şaşıracağız.
Bütün bunlar çok sıradan, çok insani şeyler olduğu için çocuğumuz büyük bir hevesle öğrenecek. Bizden öğrenmeyecekse kimden öğrenecek?
Kendimizi bu kadar mı güçsüz görüyoruz?
Çocuğumuzun bize karşı bu kadar mı güvensiz olduğunu düşünüyoruz?
Sahi başka türlü bu dönemde aydınlık nesiller yetiştirmek nasıl mümkün olacak?
Ve unutmayalım her çocuk doğduğunda kendi ölçeğinde şairane bir bilim insanıdır, sadece araştırır, onun dünyasında korkuların, şiddetin yeri yoktur, bütün bunlar öğretilen şeylerdir ve öğretilmelerinde dinin yeri çok belirleyicidir.
Korkular ve sömürü olmasa her çocuk mutlaka çok yaratıcı ve çok yönlü bir yetişkin olur. Korkuyu da sömürüyü de yıkacağız.
İlker Belek / SOL
Ben hep din siyasettir diyorum. Çocuklara öğretilmesinin de siyasi bir faaliyet olduğunu, çocuğun doğuştan itibaren tam anlamıyla yaratıcı, bilimsel bir şekilde işleyen beynini korkularla doldurmak anlamına geldiğini düşünüyorum.
Eğer bir insanın beyni bu şekilde işleniyorsa biliniz ki o insanın aklını kullanmaması ve kul köle olması istendiği içindir.
Üstelik bütün psikolog ve psikiyatrların üzerinde uzlaştıkları gibi dini konuların içeriği şiddetle, korkularla, tehditlerle doludur ve bunun çocuk dünyasında yaratacağı tek şey travmadır. Ama zaten dinin hedefi bu travmayı yaratmak değil midir? Travma kalıcı izler bırakır. O izler korkulara, korkulması gereken öznelere ilişkindir ve dinin insan dünyasında kalıcı olması da ancak böyle sağlanır.
Çocuğunun bu tür şeylere maruz kalmasını istemeyen her anne babanın, özellikle cihat gibi konuların da artık eğitime dahil edilmiş bulunduğu günümüzde yapacağı tek şey çocuğunu din eğitiminden korumaktır.
Ama öyle olmadığı da görülüyor.
Çeşitli gerekçeler var. Açılacak davanın kazanılmasıyla çocuğun din dersine girmemesinin kendisini yalnızlaştıracağı endişesi gibi.
Diğeri ise din dersine girmeyecek çocuğun hayatı için çok önem taşıyan kimi sınavlarda din dersi sorularını ya da din dersi soruları yerine daha zor olduğu düşünülen felsefe gibi alanların sorularını yanıtlamak zorunda kalacağı ve başarısının düşeceği endişesi.
Din dersine girmeyen çocuğun yalnızlaşacağı, arkadaşlarına durumunu anlatmakta sıkıntı çekeceği, ders saatleri içinde boşalan o saatini nasıl ve nerede değerlendireceği gibi sorular gerçekten de önemli.
Ancak yalnızlığın karşısına konulan toplumsallaşma, sosyalleşme dinamiğinin hangi ortamda gerçekleştiği, o sosyalleşmenin hangi mekanizmalar, mesajlar ile şekillendirildiği gibi sorular önemsiz mi?
Dinin emirlerini yerine getirmediğinizde günah işlemiş olursunuz, gideceğiniz yer cehennemdir, orada sonsuza kadar yanarsınız mesajlarının sağlayacağı türden bir “sosyalleşme” midir istediğimiz?
İyi ve doğru olmayı sağlamanın yolunun tehdit, korku salmak olarak belirlendiği bir ortamda “sosyalleşecek” çocuklarınız sosyalleşmiş mi yoksa sinmiş, ürkekleşmiş mi olacak?
Üstelik diğer velilerle birlikte hareket etmeyi başardığımızda yalnızlaşma sorununu da aşmış olmayacak mıyız?
Eğitim insana küçüklüğünden itibaren aklını kullanmayı ve eşit bir toplumsal düzenin oluşturulmasına katkı sunmayı öğretmeli. Çocuklukta tehditle şekillendirilmiş insan benliğinin otoriteryen bir kişilik yapısına doğru evrileceği açık değil mi?
Hangisi daha önemli: Çocuğumuzun din dersi saatlerinde yalnız kalması mı, dini zorunlu tutanların oluşturacağı kişilik yapısını kazanması mı?
Aslında konu ne biliyor musunuz? AKP’nin toplumu dinselleştirme yönündeki gerici operasyonunun sınırlarının ailemizin içine girmiş olması. Bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkiye el atmış bulunması.
Çocuğumuzla bizim aramızda artık AKP var, gericilik var. Onları aramızdan çıkaracak mıyız, yoksa top mu yuvarlayacağız? Ve daha önemlisi burada duracaklarını mı sanıyoruz?
Gericiliğin bizi artık çok somut, bizzat kendi hayatımızı ilgilendiren kararlar almaya zorluyor olduğu bir aşamadayız. Ve bu hareketlenmenin çocuğumuzla aramızdaki ilişkiyi gerilimli hale getirecek olmasından endişeleniyoruz.
Aslında esas endişelenmemiz gereken konu gericiliğin çocuğumuzu ele geçirecek olması değil mi?
Kendisine din eğitimi sırasında uygulanan şiddetle büyümüş, dini kuralları çiğnemenin yaratacağı suçun ezikliğini içinde sürekli olarak hisseden, kendisini günahkar birisi olarak algılayan bireylerin, kazandıkları bu otoriteryen kişilik yapısını başka bireyler, eşleri ve kendi çocukları üzerine şiddetle yansıtacak olmaları gerçeği yanında, bu sıkıntıların ve sınav başarı düzeyinin bir derece düşecek olmasının lafı mı edilir?
Üstelik çocuklarımız felsefe sorularını neden çözemesinler?
Ya da “kayıplar” olacaksa bile çocuğumuzu kurtarmaya değmez mi?
Hiç kimse kusura bakmasın.
Mücadele edeceksek hayatlarımız etkilenecek, mücadele hayatlarımızı değiştirecek, biz hayatlarımızı kendi inandığımız doğrular doğrultusunda değiştireceğiz, bunların neden gerekli olduğunu çocuklarımıza anlatacağız.
Çocuklarımıza başka şeyleri de yaşları uygun düştükçe yine biz anlatacağız. Artık bunları okullarda öğrenemeyecekler. Hiçbir şeyin zamanını geçirmeyeceğiz. Bizim onlara anlattıklarımızı arkadaşlarına anlatmalarını da isteyeceğiz: Evrimi, ilk canlının, ilk insanın nasıl ortaya çıktığını, kadının nasıl gebe kaldığını, kendisinin nasıl dünyaya geldiğini, cinsel ilişkiyi, gebelikten korunmayı, cinselliğin, karşı cinsten birisiyle ilişki kurmanın suç ve/veya günah olmadığını, tüm doğmaların uydurma olduğunu, inandığımız gibi yaşamaya hakkımız bulunduğunu, dinin amacını, iddia edilenin tersine doğa üstü güçlerin hiç birisinin mevcut olmadığını, iyi insan olmak için korkmaya değil meraka, bilmeye ve paylaşmaya gerek olduğunu tüm açıklığıyla anlatacağız. Anlatırken yaratıcılığımız gelişecek, kendimize kendimiz bile şaşıracağız.
Bütün bunlar çok sıradan, çok insani şeyler olduğu için çocuğumuz büyük bir hevesle öğrenecek. Bizden öğrenmeyecekse kimden öğrenecek?
Kendimizi bu kadar mı güçsüz görüyoruz?
Çocuğumuzun bize karşı bu kadar mı güvensiz olduğunu düşünüyoruz?
Sahi başka türlü bu dönemde aydınlık nesiller yetiştirmek nasıl mümkün olacak?
Ve unutmayalım her çocuk doğduğunda kendi ölçeğinde şairane bir bilim insanıdır, sadece araştırır, onun dünyasında korkuların, şiddetin yeri yoktur, bütün bunlar öğretilen şeylerdir ve öğretilmelerinde dinin yeri çok belirleyicidir.
Korkular ve sömürü olmasa her çocuk mutlaka çok yaratıcı ve çok yönlü bir yetişkin olur. Korkuyu da sömürüyü de yıkacağız.
İlker Belek / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder