Almanya seçimleri bize Hıristiyan birlik partilerinin sağcı politikalarının bile sağ seçmeni tatmin etmediğini gösterdi.
Almanya’da yapılan seçimlere ilişkin ilk değerlendirmeler bu ülkede yıllarca yaşamış olan Profesör Faruk Şen hocadan geldi. Şen hoca seçimin kaybedeninin Sosyal Demokratlar olduğunu belirtiyor. Eğer Martin Schulz, diyor Şen hoca, Avrupa Parlamentosu Başkanı olarak kalsaydı imajı bu kadar zedelenmezdi. Gerçekten de Almanya tarihinde Sosysal demokratlar Schulz ile en düşük oyu aldılar.
Profesör Faruk Şen hükümet olasılıklarını da belirtiyor. Bir, Alman Hristiyan Demokratlar Sosyal Demokratlarla bir koalisyon oluşturur. Angela Merkel başbakan, Martin Schulz Dışişleri bakanı olur. Alman Sosyal Demokratları iki kez üst üste Hristiyan Demokratları ile yaptığı koalisyonlarda ciddi oy kaybettiği için koalisyon düşünmüyorlar. İkinci alternatif ise 3’lü bir koalisyon olabilir. Hristiyan Demokratlar, Hür Demokratlar ve Yeşiller. Böyle bir koalisyonun ömrü pek uzun değil. Çünkü Hür Demokratlar ve Yeşiller birbirinin rakibi ve birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bunlar Şen hocanın tahminleri. Hangisinin gerçekleşeceğini yakında anlayacağız.
Seçimin en çarpıcı sonucu aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’nin üçüncü parti olarak parlamentoya girmesi oldu.
AfD parti, seçimlerde yüzde 13’ün üzerinde oy alarak Hristiyan Birlik partileri ve Sosyal Demokrat Parti’nin ardından ilk kez Federal Meclis’e girdi. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez gerçekleşmiş oluyor. Sosyal dengeler açısından çok ama çok ciddi bir tehlike demek bu. Tüm Avrupa’da zincirleme bir etki de yapabilir. Almanya seçimleri bize Hıristiyan birlik partilerinin sağcı politikalarının bile sağ seçmeni tatmin etmediğini gösterdi. Angela Merkel 2005’te Başbakan olduğunda partisini modern muhafazakar bir çizgiye getirmek için bir takım adımlar attı, gittikçe partisini daha merkeze çekti. Zorunlu askerliğe son verdi, nükleerden çıkış politikasını hayata geçirdi. Bunlar muhafazakarların dünyasında ciddi sarsıntılar yaratan kararlardı. Bunun sağda bir boşluk yarattığı ileri sürülür. İşte bu boşluğu, 2013 yılında kurulan AfD’nin doldurduğu görülüyor.
Sağ seçmen beklediği daha radikal politikaları aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinde buldu. Bu parti lokal düzeyde savunduğu ırkçı politikalarını artık federal düzeyde dile getirilecek. Uygulama fırsatı bulup bulamayacağı meclisteki diğer partilerin tutumuna bağlı. Şimdiden ciddi protestolarla karşılandığı haberleri geliyor.
AfD’yi protesto etmek isteyen yüzlerce gösterici Berlin’de seçim sonuçlarının belli olmasının ardından bir araya geldi. AfD’nin seçim partisi düzenlediği Alexander Meydanı’ndaki bir mekanın önünde toplanan göstericiler, “Nazi propagandası hakkı yoktur” sloganları attı. Polis gösterinin düzenlendiği noktada yoğun güvenlik önlemi alarak göstericilerin AfD’lilerin bulunduğu binaya girmesine izin vermedi. Göstericilerle polis arasında zaman zaman gerginlik yaşandığı bildirildi. Bazı göstericileri olay yerinden uzaklaştıran polis, AfD’lilerin bulunduğu binanın balkonunu da göstericilerin çeşitli objeler fırlatması nedeniyle boşalttı.
AfD neden meclise girdi sorusundan çok neden bugüne kadar girmedi diye sormak gerekir. Çünkü Almanya’da yabancılara olan tahammülsüzlük muhafazakar seçmeni giderek sağcı partilere yöneltmeye başladı uzun süredir. Alman merkez partilerininin göçmenlere “hoş geldin” politikası işte bu seçmenlerin tepkisini topladı. AfD gibi bir partinin bu ortamı değerlendirmemesi beklenemezdi. Zaten yabancı düşmanlığı, göçmenlik olgusu üzerine oluşturduğu bir politikası vardı, bu politikayı yıllar boyunca titizlikle işlemişti. Almanya’da muhafazakar seçmende yükselmeye başlayan ırkçı dalganın bu partiyle buluşması an meselesiydi. Bu seçimde bu gerçekleşti. Suriye kriziyle başlayan göç dalgası ırkçı söylemleri güçlendirdi.
AfD göçmenlerin sadece Almanya için değil tüm Avrupa için tehlikeli olduğunu Avrupa değerlerini öne çıkararak vurguladı. Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Hareketi (Pegida) ile de bağlantı kurdu bu yüzden.
AfD politikasını sola karşı değil Hıristiyan Demokratlar’a karşı oluşturdu aslında. Hıristiyan Demokratlar’ın Avro ile AB politikalarını her zaman eleştirdiler. Bu konularda daha sağcı görüşleri vardı. Euro karşıtı bir parti olarak yola çıktı ve göç karşıtı bir partiye dönüştü. Önce pek dikkat çekmedi. Ancak 2014 seçimleride, ki ilk kez girdikleri seçimlerdi, hem AB Parlamentosu’nda hem Almanya’da yerel meclislerinde sandalye kazanmayı başardılar. Bu seçim başarılarından sonra söylemleri daha sertleşip düpedüz ırkçı bir tona dönüştü. O günden beri de oylarında bir düşüş olmadığı gibi sürekli bir artış da kaydedildi. Gündemde hangi sorun varsa ona ilişkin görüşler dile getirdiler. Bunlar çözüm içeren görüşler değildi. Sıradan vaatlerdi ama o meşhur “Alman gururu”nu okşayan vaatlerdi. Almanlar için büyük yenilgiyle sonuçlanmış olmasına rağmen AfD bu savaşın kazanımlarından gurur duyduğunu tekrarlamaktan çekinmedi örneğin. Berlin’deki Yahudi Soykırım Anıtı’na tepkilerini dile getirmekten hiç çekinmedi.
Bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın ezikliğini hala içinde hisseden sağcı seçmen için çok etkileyici çıkışlardı. İlk kez bu parti sayesinde Almanya’nın “kendilerinin olduğunu” hissettiler.
Alman aşırı sağının avantajlı sayıldığı durum şu: Arkalarında sadece Alman sağcı seçmeni yok. Avusturya’da,Fransa’da Macaristan’da kendileriyle göçmen karşıtlığında birleşen, dolayısıyla Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı cepheleşmiş bir “sağcı” kitle var. Almanya’da aşırı sağın bu başarısı adı geçen ülkelerde de bir “kelebek etkisi”ne yol açabilir. Fransız faşist Lider, Ulusal Cephe Başkanı Marine Le Pen, AfD’nin seçim başarısını “Bu Avrupa halklarının büyümesinin yeni bir sembolü” sözleriyle değerlendirdi örneğin.
AfD üzerinde bundan böyle herhalde çok yazacağız. Alman federal parlamentosunda neler yapacağını da izleyip göreceğiz. Yararlı olduğuna inandığımı şu alıntıyı da paylaşmış olayım:
“AfD’nin başarılarının nedenini tahmin etmek için yeni bir yaklaşım geliştirmek ve ayrıca verili güncel ampirik koşulları şimdiye kadar olduğundan daha titiz bir şekilde dikkate almak gerekmektedir. Şunları saptamış olalım:
a) Göründüğü kadarıyla bu parti kendisini taşıyan toplumsal bir tabana sahip. Toplumun orta tabakasından insanları harekete geçirebildiği çok açık – bunlar egemen partilerin etkilemediği ya da artık seslenemediği, gerektiğinde seçime gitmeye ve bir partiyle özdeşleşmeye hazır insanlardır.
b) AfD’nin savunduğu, medyaya ve yerleşik düzene yönelen görüşleri toplumun orta kesiminin düşüncelerine uygun görünüyor. Buna göre konu marjinalleşmiş olanlar değil, aksine, olsa olsa, kendini haklı gören, ama günümüz kamuoyunda yeterince temsil edilmediğini, siyaset ile ideolojik bağlantılarının koptuğunu düşünen, ancak öte yandan başarılı olan, siyasi “düş kırıklığına” uğramış gruplaşmalardır.
Yapılan bir ankette AfD yandaşlarının yüzde 79’u ekonomik durumlarının “çok iyi” ya da “iyi” olduğunu yazmışlardır [1].
c) Partinin yaptığı özel polemik yalnızca iyi karşılanmakla kalmıyor, göründüğü kadarıyla yerinde, çoktan verilmesi gereken bir tepki olarak görülüyor ve bu tepki için gerektiğinde etkin de olunuyor. Nihayet bir grup kalkıp çoktan söylenmesi gerektiği düşünülenleri söylüyor ve yapıyor.
Birçok AfD yandaşı diğer partilerden memnun değil, onlar sığınmacı politikasını protesto ediyor ya da “saf dışı” bırakıldıklarını hissettiren belirsiz bir duyguyu paylaşıyor… [2]
Her üç bileşen bir toplu görüntüde birleşiyor: Burada burjuva çevreler söz konusudur, ancak bu çevreler günümüz medyası ve kitle partileri tarafından temsil edilmediklerini, ama bireysel başarıları nedeniyle iyi konumda ve haklı olduklarını düşünüyor.
Medyaya karşı yapılan güncel polemik ve sığınmacılara karşı ırkçı saldırılar, belirleyici noktaları özetleyen ve bir çeşit ana iletileri oluşturan iki görüş olarak görülüyor, ki sığınmacı tematiği bir tür yön belirleyici konu durumundadır.
Sığınmacı tematiği,
»Temel konu olarak sunulabiliyor (yılda bir milyon sığınmacıyla tekne dolup taşıyor)
»Başlı başına temel soruna dönüştürülebiliyor (eskimiş yabancılar polemiğine birçok atıfta bulunulması olanaklı: Aşırı yük, entegrasyon beklentileri, radikal İslam şüphesi)
»Kriminalleştirmede kullanılabiliyor (maddi nedenlerle sığınanlar insan kaçakçılığından yararlanıyor ve IŞİD teröristlerine gereken gizliliği sağlıyor)
»Herşeyin kilitlendiği asıl konu olarak biçimlendirilebiliyor (Batı dünyasının ve özellikle Hristiyan değerlerin çöküşü kesin görünüyor).
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
(Bknz) Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) Toplumsal Tabanı – Prof. Dr. Wolf D. Bukow. http://politeknik.de/p6662/
Almanya’da yapılan seçimlere ilişkin ilk değerlendirmeler bu ülkede yıllarca yaşamış olan Profesör Faruk Şen hocadan geldi. Şen hoca seçimin kaybedeninin Sosyal Demokratlar olduğunu belirtiyor. Eğer Martin Schulz, diyor Şen hoca, Avrupa Parlamentosu Başkanı olarak kalsaydı imajı bu kadar zedelenmezdi. Gerçekten de Almanya tarihinde Sosysal demokratlar Schulz ile en düşük oyu aldılar.
Profesör Faruk Şen hükümet olasılıklarını da belirtiyor. Bir, Alman Hristiyan Demokratlar Sosyal Demokratlarla bir koalisyon oluşturur. Angela Merkel başbakan, Martin Schulz Dışişleri bakanı olur. Alman Sosyal Demokratları iki kez üst üste Hristiyan Demokratları ile yaptığı koalisyonlarda ciddi oy kaybettiği için koalisyon düşünmüyorlar. İkinci alternatif ise 3’lü bir koalisyon olabilir. Hristiyan Demokratlar, Hür Demokratlar ve Yeşiller. Böyle bir koalisyonun ömrü pek uzun değil. Çünkü Hür Demokratlar ve Yeşiller birbirinin rakibi ve birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bunlar Şen hocanın tahminleri. Hangisinin gerçekleşeceğini yakında anlayacağız.
Seçimin en çarpıcı sonucu aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’nin üçüncü parti olarak parlamentoya girmesi oldu.
AfD parti, seçimlerde yüzde 13’ün üzerinde oy alarak Hristiyan Birlik partileri ve Sosyal Demokrat Parti’nin ardından ilk kez Federal Meclis’e girdi. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez gerçekleşmiş oluyor. Sosyal dengeler açısından çok ama çok ciddi bir tehlike demek bu. Tüm Avrupa’da zincirleme bir etki de yapabilir. Almanya seçimleri bize Hıristiyan birlik partilerinin sağcı politikalarının bile sağ seçmeni tatmin etmediğini gösterdi. Angela Merkel 2005’te Başbakan olduğunda partisini modern muhafazakar bir çizgiye getirmek için bir takım adımlar attı, gittikçe partisini daha merkeze çekti. Zorunlu askerliğe son verdi, nükleerden çıkış politikasını hayata geçirdi. Bunlar muhafazakarların dünyasında ciddi sarsıntılar yaratan kararlardı. Bunun sağda bir boşluk yarattığı ileri sürülür. İşte bu boşluğu, 2013 yılında kurulan AfD’nin doldurduğu görülüyor.
Sağ seçmen beklediği daha radikal politikaları aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinde buldu. Bu parti lokal düzeyde savunduğu ırkçı politikalarını artık federal düzeyde dile getirilecek. Uygulama fırsatı bulup bulamayacağı meclisteki diğer partilerin tutumuna bağlı. Şimdiden ciddi protestolarla karşılandığı haberleri geliyor.
AfD’yi protesto etmek isteyen yüzlerce gösterici Berlin’de seçim sonuçlarının belli olmasının ardından bir araya geldi. AfD’nin seçim partisi düzenlediği Alexander Meydanı’ndaki bir mekanın önünde toplanan göstericiler, “Nazi propagandası hakkı yoktur” sloganları attı. Polis gösterinin düzenlendiği noktada yoğun güvenlik önlemi alarak göstericilerin AfD’lilerin bulunduğu binaya girmesine izin vermedi. Göstericilerle polis arasında zaman zaman gerginlik yaşandığı bildirildi. Bazı göstericileri olay yerinden uzaklaştıran polis, AfD’lilerin bulunduğu binanın balkonunu da göstericilerin çeşitli objeler fırlatması nedeniyle boşalttı.
AfD neden meclise girdi sorusundan çok neden bugüne kadar girmedi diye sormak gerekir. Çünkü Almanya’da yabancılara olan tahammülsüzlük muhafazakar seçmeni giderek sağcı partilere yöneltmeye başladı uzun süredir. Alman merkez partilerininin göçmenlere “hoş geldin” politikası işte bu seçmenlerin tepkisini topladı. AfD gibi bir partinin bu ortamı değerlendirmemesi beklenemezdi. Zaten yabancı düşmanlığı, göçmenlik olgusu üzerine oluşturduğu bir politikası vardı, bu politikayı yıllar boyunca titizlikle işlemişti. Almanya’da muhafazakar seçmende yükselmeye başlayan ırkçı dalganın bu partiyle buluşması an meselesiydi. Bu seçimde bu gerçekleşti. Suriye kriziyle başlayan göç dalgası ırkçı söylemleri güçlendirdi.
AfD göçmenlerin sadece Almanya için değil tüm Avrupa için tehlikeli olduğunu Avrupa değerlerini öne çıkararak vurguladı. Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Hareketi (Pegida) ile de bağlantı kurdu bu yüzden.
AfD politikasını sola karşı değil Hıristiyan Demokratlar’a karşı oluşturdu aslında. Hıristiyan Demokratlar’ın Avro ile AB politikalarını her zaman eleştirdiler. Bu konularda daha sağcı görüşleri vardı. Euro karşıtı bir parti olarak yola çıktı ve göç karşıtı bir partiye dönüştü. Önce pek dikkat çekmedi. Ancak 2014 seçimleride, ki ilk kez girdikleri seçimlerdi, hem AB Parlamentosu’nda hem Almanya’da yerel meclislerinde sandalye kazanmayı başardılar. Bu seçim başarılarından sonra söylemleri daha sertleşip düpedüz ırkçı bir tona dönüştü. O günden beri de oylarında bir düşüş olmadığı gibi sürekli bir artış da kaydedildi. Gündemde hangi sorun varsa ona ilişkin görüşler dile getirdiler. Bunlar çözüm içeren görüşler değildi. Sıradan vaatlerdi ama o meşhur “Alman gururu”nu okşayan vaatlerdi. Almanlar için büyük yenilgiyle sonuçlanmış olmasına rağmen AfD bu savaşın kazanımlarından gurur duyduğunu tekrarlamaktan çekinmedi örneğin. Berlin’deki Yahudi Soykırım Anıtı’na tepkilerini dile getirmekten hiç çekinmedi.
Bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın ezikliğini hala içinde hisseden sağcı seçmen için çok etkileyici çıkışlardı. İlk kez bu parti sayesinde Almanya’nın “kendilerinin olduğunu” hissettiler.
Alman aşırı sağının avantajlı sayıldığı durum şu: Arkalarında sadece Alman sağcı seçmeni yok. Avusturya’da,Fransa’da Macaristan’da kendileriyle göçmen karşıtlığında birleşen, dolayısıyla Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı cepheleşmiş bir “sağcı” kitle var. Almanya’da aşırı sağın bu başarısı adı geçen ülkelerde de bir “kelebek etkisi”ne yol açabilir. Fransız faşist Lider, Ulusal Cephe Başkanı Marine Le Pen, AfD’nin seçim başarısını “Bu Avrupa halklarının büyümesinin yeni bir sembolü” sözleriyle değerlendirdi örneğin.
AfD üzerinde bundan böyle herhalde çok yazacağız. Alman federal parlamentosunda neler yapacağını da izleyip göreceğiz. Yararlı olduğuna inandığımı şu alıntıyı da paylaşmış olayım:
“AfD’nin başarılarının nedenini tahmin etmek için yeni bir yaklaşım geliştirmek ve ayrıca verili güncel ampirik koşulları şimdiye kadar olduğundan daha titiz bir şekilde dikkate almak gerekmektedir. Şunları saptamış olalım:
a) Göründüğü kadarıyla bu parti kendisini taşıyan toplumsal bir tabana sahip. Toplumun orta tabakasından insanları harekete geçirebildiği çok açık – bunlar egemen partilerin etkilemediği ya da artık seslenemediği, gerektiğinde seçime gitmeye ve bir partiyle özdeşleşmeye hazır insanlardır.
b) AfD’nin savunduğu, medyaya ve yerleşik düzene yönelen görüşleri toplumun orta kesiminin düşüncelerine uygun görünüyor. Buna göre konu marjinalleşmiş olanlar değil, aksine, olsa olsa, kendini haklı gören, ama günümüz kamuoyunda yeterince temsil edilmediğini, siyaset ile ideolojik bağlantılarının koptuğunu düşünen, ancak öte yandan başarılı olan, siyasi “düş kırıklığına” uğramış gruplaşmalardır.
Yapılan bir ankette AfD yandaşlarının yüzde 79’u ekonomik durumlarının “çok iyi” ya da “iyi” olduğunu yazmışlardır [1].
c) Partinin yaptığı özel polemik yalnızca iyi karşılanmakla kalmıyor, göründüğü kadarıyla yerinde, çoktan verilmesi gereken bir tepki olarak görülüyor ve bu tepki için gerektiğinde etkin de olunuyor. Nihayet bir grup kalkıp çoktan söylenmesi gerektiği düşünülenleri söylüyor ve yapıyor.
Birçok AfD yandaşı diğer partilerden memnun değil, onlar sığınmacı politikasını protesto ediyor ya da “saf dışı” bırakıldıklarını hissettiren belirsiz bir duyguyu paylaşıyor… [2]
Her üç bileşen bir toplu görüntüde birleşiyor: Burada burjuva çevreler söz konusudur, ancak bu çevreler günümüz medyası ve kitle partileri tarafından temsil edilmediklerini, ama bireysel başarıları nedeniyle iyi konumda ve haklı olduklarını düşünüyor.
Medyaya karşı yapılan güncel polemik ve sığınmacılara karşı ırkçı saldırılar, belirleyici noktaları özetleyen ve bir çeşit ana iletileri oluşturan iki görüş olarak görülüyor, ki sığınmacı tematiği bir tür yön belirleyici konu durumundadır.
Sığınmacı tematiği,
»Temel konu olarak sunulabiliyor (yılda bir milyon sığınmacıyla tekne dolup taşıyor)
»Başlı başına temel soruna dönüştürülebiliyor (eskimiş yabancılar polemiğine birçok atıfta bulunulması olanaklı: Aşırı yük, entegrasyon beklentileri, radikal İslam şüphesi)
»Kriminalleştirmede kullanılabiliyor (maddi nedenlerle sığınanlar insan kaçakçılığından yararlanıyor ve IŞİD teröristlerine gereken gizliliği sağlıyor)
»Herşeyin kilitlendiği asıl konu olarak biçimlendirilebiliyor (Batı dünyasının ve özellikle Hristiyan değerlerin çöküşü kesin görünüyor).
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
(Bknz) Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) Toplumsal Tabanı – Prof. Dr. Wolf D. Bukow. http://politeknik.de/p6662/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder