İşlerini geri isteyen KHK mağduru iki genç insan... Dünyanın bedeli en ağır direnişini sergiliyorlar.
Kendi ölüşlerinde devletin katilliğini ispatlamak için yemek yemiyorlar.
Günlerdir.
Aylardır.
Artık gözümüzün önünde bile değiller.
Ama her an aklımızın bir köşesinde kendilerini usul usul öldürmekteler.
Biliyoruz...
Devlet onları işlerine iade edene kadar bu eylemlerini sürdürecekler.
Ve biliyoruz...
En baştan beri biliyoruz, devlet onları işlerine hiçbir zaman iade etmeyecek.
Genelde zaten lanet olan...
Ama şu an özelde lanetten de beter olan bu devlet...
Hepimiz biliyoruz, dünya yıkılsa onların isteklerine olumlu yanıt vermeyecek.
O devlete baskı yapabilecek hiçbir güç, hiçbir irade yok ortada.
Bu kıskacın içinden o iki insanı çekip çıkarabilecek tüm dinamikler çoktan dağıldı gitti.
“Onları işlerine iade edin” diye haykıran sesler işitilmedikleri bir koridorda uğulduyorlar.
Hukuk, devletten başka kimsenin lehine işlemeyen hukuk, her şeye sağır.
Ne uluslararası bir diplomasi, ne toplum baskısı, ne vicdan, ne akıl...
Yasaları hiçe sayan...
Akılsızlığı tavan yapan...
Vicdanı alafranga bir züppelik sanan...
Ülkeyi her yerinden aşağıya çeke çeke batıran bir iktidarın sağduyusu, bu iki insanın direnişini kendine bir koz olarak kullanacak kadar sığ.
Onlar artık bir hukuk garabetinin haklı ve en baştan yenik iki güçlü ikonu.
Onların yaşamları ve ölüme yatmaları ve mahkemede yaptıkları savunmaları evet, ülke tarihine büyük ve güçlü bir cümle olarak geçecek.
Ve biz tarihe geçecek “cümleler” için kendi hayatlarını feda edilmeye değer gören insanlar üzerine daha çok düşünüp tartışacağız.
Onlar girdikleri yolun geri dönüşü olmadığını bize en baştan söylediler.
Bu geri dönüşsüzlük çok yakıcı ve yıkıcı. Mahkemedeki Semih ve hastanedeki Nuriye...
Ülkede yaşanan korkunçluğun altını kendi hayatlarından vazgeçme eylemiyle çizerken biz bedeller ve inançlar ve ideolojiler ve ilkeler üzerine uzun uzun tartışacağız..
Sıkıştığımız noktada susup kalacağız.
Onlar...
Ölmeye devam edecekler.
Çünkü yaşamak için önce bir ölmek gerektiğine inanıyorlar.
Gerçeğin terazisiyle tartıldığında ağır basmayacak bedeller, yanında durulması ve desteklenmesi zor meseleler.
O yüzden gelinen nokta şaşırtıcı değil.
Tabii ki hapiste olacaklar, tabii ki korkunç bir iddianameyle yargılanacaklar, tabii ki gözlerden uzak tutulmaya çalışılacaklar...
Tabii ki hikâyelerine insani açıdan asla bakılmayacak...
Tabii ki haklılıkları ideolojik bir kaosun derinliklerinde kaybolacak...
Onların iki genç insan olduğu...
Sizin benim gibi olduğu...
Hem düşmanları hem de dostları tarafından zamanla unutulacak.
Birileri onlara illa terörist gözüyle bakacak; birileri kahraman.
Bense gözümü ve kalbimi bir türlü alamıyorum onlardaki o sıradan ve kıymetli insanlıktan.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Kendi ölüşlerinde devletin katilliğini ispatlamak için yemek yemiyorlar.
Günlerdir.
Aylardır.
Artık gözümüzün önünde bile değiller.
Ama her an aklımızın bir köşesinde kendilerini usul usul öldürmekteler.
Biliyoruz...
Devlet onları işlerine iade edene kadar bu eylemlerini sürdürecekler.
Ve biliyoruz...
En baştan beri biliyoruz, devlet onları işlerine hiçbir zaman iade etmeyecek.
Genelde zaten lanet olan...
Ama şu an özelde lanetten de beter olan bu devlet...
Hepimiz biliyoruz, dünya yıkılsa onların isteklerine olumlu yanıt vermeyecek.
O devlete baskı yapabilecek hiçbir güç, hiçbir irade yok ortada.
Bu kıskacın içinden o iki insanı çekip çıkarabilecek tüm dinamikler çoktan dağıldı gitti.
“Onları işlerine iade edin” diye haykıran sesler işitilmedikleri bir koridorda uğulduyorlar.
Hukuk, devletten başka kimsenin lehine işlemeyen hukuk, her şeye sağır.
Ne uluslararası bir diplomasi, ne toplum baskısı, ne vicdan, ne akıl...
Yasaları hiçe sayan...
Akılsızlığı tavan yapan...
Vicdanı alafranga bir züppelik sanan...
Ülkeyi her yerinden aşağıya çeke çeke batıran bir iktidarın sağduyusu, bu iki insanın direnişini kendine bir koz olarak kullanacak kadar sığ.
Onlar artık bir hukuk garabetinin haklı ve en baştan yenik iki güçlü ikonu.
Onların yaşamları ve ölüme yatmaları ve mahkemede yaptıkları savunmaları evet, ülke tarihine büyük ve güçlü bir cümle olarak geçecek.
Ve biz tarihe geçecek “cümleler” için kendi hayatlarını feda edilmeye değer gören insanlar üzerine daha çok düşünüp tartışacağız.
Onlar girdikleri yolun geri dönüşü olmadığını bize en baştan söylediler.
Bu geri dönüşsüzlük çok yakıcı ve yıkıcı. Mahkemedeki Semih ve hastanedeki Nuriye...
Ülkede yaşanan korkunçluğun altını kendi hayatlarından vazgeçme eylemiyle çizerken biz bedeller ve inançlar ve ideolojiler ve ilkeler üzerine uzun uzun tartışacağız..
Sıkıştığımız noktada susup kalacağız.
Onlar...
Ölmeye devam edecekler.
Çünkü yaşamak için önce bir ölmek gerektiğine inanıyorlar.
Gerçeğin terazisiyle tartıldığında ağır basmayacak bedeller, yanında durulması ve desteklenmesi zor meseleler.
O yüzden gelinen nokta şaşırtıcı değil.
Tabii ki hapiste olacaklar, tabii ki korkunç bir iddianameyle yargılanacaklar, tabii ki gözlerden uzak tutulmaya çalışılacaklar...
Tabii ki hikâyelerine insani açıdan asla bakılmayacak...
Tabii ki haklılıkları ideolojik bir kaosun derinliklerinde kaybolacak...
Onların iki genç insan olduğu...
Sizin benim gibi olduğu...
Hem düşmanları hem de dostları tarafından zamanla unutulacak.
Birileri onlara illa terörist gözüyle bakacak; birileri kahraman.
Bense gözümü ve kalbimi bir türlü alamıyorum onlardaki o sıradan ve kıymetli insanlıktan.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder