30 Eylül 2017 Cumartesi

Sana selam olsun büyük tahammül! - ORHAN GÖKDEMİR

Süleyman Soylu 1969’lu. İşletme eğitimi almış. Kariyerine Borsa’da başlamış, sonra şirket kurmuş, ver elini ticaret hayatı. Ülkenin kendine biçilen deli gömleğini yırtmaya çalıştığı 1980’li yılların sonunda Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisinin kapısını çalmış. Az zamanda yükselmiş, il başkanı olmuş. Tansu Çiller başa geçince, Çiller’in yanında. Bu hızlı yükselişinin önünü merkez sağın hızlı çöküşü kesmiş yalnız. İyice küçülen DYP ve ANAP birleşip seçimlere Demokrat Parti çatısı altında girmiş ama buna rağmen varlık gösteremeyince parti genel başkanı Mehmet Ağar’ın istifasıyla boşalan koltuğa oturmayı başarmış. Düşüşe engel olamayınca başladığı yere geri dönmüş nihayetinde. Merkez sağ kariyerinin o son yıllarında AKP muhalifi ve sert bir Tayyip Erdoğan eleştirmeni olarak hatırlanıyor. Sağda iyi bir kariyer için gerekli başarısızlıklara fazlasıyla sahip özetle.

Bu ölü doğmuş siyasi hayat 12 Eylül 2010 referandumunda “evet” kampanyasına gönüllü katılmasıyla tersine dönmüş. Partisine rağmen yürüttüğü “evet” kampanyasındaki arzulu hali etkilemiş olacak ki Tayyip Erdoğan tarafından AKP’ye davet edilmiş ve davete icabet ederek AKP’ye katılmış. Önce MKYK üyesi, sonra genel başkan yardımcısı. 64. hükümette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı. 2016 yılından bu yana İçişleri Bakanı.
12 Eylül’den bu yana şahidiyiz, devletin en zalim bakanlığıdır içişleri. Kendi halkına karşı örgütlenmiş devletin hassas sinir ucudur çünkü. Hakkını verelim, Süleyman Soylu bayrağı devraldığı Mehmet Ağar’la aynı kararlılıkla yürütmektedir görevini. Ama kör talih, dönemi büyük bir tasfiyeye denk geldi. On binlerce memuru kapı dışına koydu, on binlercesini tutup içeri tıktı. Mağdurlara yasal itiraz yolu da kapalı üstelik. Ucunda devletin ali menfaatleri olunca olağan karşılanıyor bunlar biliyoruz. Süleyman Beyin partisinin il başkanlarından biri atılanlarla ilgili fikri sorulunca, “Ne yer ne içerler beni ilgilendirmez. Ağaç kökü yesinler" diyerek özetledi durumu zaten.

***

Semih Özakça 1989’lu. SS’dan 20 yaş daha genç. Sınıf öğretmeni.  Erzurum Horasan’ın bir köyünde çalışmış, ulaşım olmayan köydeki okulun müdürü, hademesi ve öğretmeni olmuş. Erzurum’daki bir yılın ardından ver elini Mardin. Eşi Esra Özakça, “Öğrencileriyle çok vakit geçirirdi, hava güzelken eve geç gelir, öğrencileriyle piknik yaparlardı” diye anlatıyor o yılları. Bu sade hayat 2016'da OHAL uyarınca çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerden biri ile görevden ihraç edilmesi ile değişti. Yani AKP’lilerin “ağaç kökü yesinler” dediği o mağdurlardan biri Semih. Ama gelin görün ki ne cemaatle bağı var, ne Fethullah’ın fistanına yüz sürmüşlüğü. AKP’nin, DYP’nin kapısından geçmemiş; Sağcı değil yani. Borsa falan bilmediğinden eminim. İşten atılınca çoğunluğun yaptığı gibi boyun eğip ağaç kökü ile yetinmeyi kabul etmedi haliyle. Nuriye Gülmen’in yanına ilişip direndi. Olmayınca açlık grevine yattı. Defalarca gözaltına alındı Süleyman Soylu’nun polislerince, defalarca tartaklandı, itilip kakıldı. Her defasında dönüp aynı yerde aynı inatla oturmaya devam etti. Sonunda alıp götürüldüler; Tutuklayıp bir köşeye attılar. Ama direnmeyi sürdürüyor Semih. Süleyman Beyin sinirlerini bozmaya devam ediyor Nuriye ile birlikte.
Bir yıl oldu direnişte, 200 gün oldu açlıkta. Tutuklu olduğu günlerde gardiyanlar kapısını çalıp, “uyan ölümüsün değil misin bakacağız” diye uyandırıyorlardı. Haliyle duruşmaya tekerlekli sandalyeyle getirildi hafta başında. Kaçmasın diye de bir ordu seferber edilmişti.
Tarih böyledir, aynı zaman diliminde birbirine hiç benzemeyen insanları karşı karşıya getirir. Kimini yüceltir, kimini utanç içinde kaderiyle baş başa bırakır. Kişisel değildir, sınıf mücadelesinin tezahürleridir.

***

Bu hafta başında mahkeme çıkarıldı Nuriye’den ayrı. Savunmasını yaptı. Onca güvenliğin, onca karanlığın, onca zulmün arasından sıyrılıp birkaç saatliğine firar etmeyi başardı bir anlamda…
Dedi ki;
Emeğimle onurumla ekmeğimi kazanan bir öğretmendim. AKP ekmeğimle beni terbiye etmek istedi. Tarih, ekmek kavgasının tarihidir. Sömürü var olduğu sürece direniş de sürecek.
Dedi ki;
Ben işinden atılmış bir sınıf öğretmeniyim, köleliğe karşı mücadele eden Spartaküs’üm, firavuna karşı Musa’yım, ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’ diyen Pir Sultan Abdal’ım, ‘Yârin yanağından gayri her şey ortaktır’ diyen Şeyh Bedrettin’im, İsrail zulmüne karşı dövüşen Filistinliyim, dünyanın her köşesinde haksızlığa uğrayan ve mücadele eden kim varsa oyum.
Dedi ki;
Halkın aydını en güzel türkünün koro ile söylenen olduğunu bilen, tek başına kalsa da mücadele eden, hem halktan öğrenen hem halka öğretendir. Bu direniş iki kişinin direnişi diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu direniş ezilen halkların direnişidir.
Dedi ki;
Direnişi başlatan da bastırmaya çalışan da iktidardır. ‘İhraç edilenler ağaç kökü yesin’ diyen bakana sesleniyorum, onu da yemiyoruz. Ömrümüzden yiyoruz.
Dedi ki;
Süleyman Soylu bizi hedef gösterdi, terörist ilan etti. Peki, bu mahkeme niye kuruldu? Asıl suç olan budur. Zorla müdahale için götüreceklerini düşünüp annemle vedalaştım.
Dedi ki;
Zulüm artarsa direniş olacaktır.
Dedi ki;
Verin kararınızı perde kapansın…

***

“Sana selam olsun
Sürgünler, mahkûmlar, hastalar
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,

Sana selam olsun
Zincirin zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!”
Direniş olur da şiir olmaz mı? Semih giderayak okudu, paylaşmasak bu yazı eksik kalırdı; Ömrü Semih gibi yoksulluk ve direniş içinde geçmiş Enver Gökçe’nindir. Yoksuldur yoksul olmasına ama sonsuz zenginlikte sihirli sözcükler bırakmıştır arkasında. Bir yıldır direnişte, 200 gündür açlıkta olan Semih’i ayakta tutacak kadar hem de. Zincirin kar etmediği, kırbacın aciz kaldığı o büyük tahammülü görmüş, not düşmüştür tarihin şiirine.
Semih işte o büyük tahammülün ta kendisidir. Ülkesine “senin emekçin olaydım” diyen Enver Gökçe’nin bayrağı artık emeğin hatırı için kırbacın kar etmediği bir tahammülle direnen Semih’in ellerindedir.

***

İki insanın hikâyesini anlattım size, iki insanın karanlıkta karşılaşmasını. Borsa ile emeğin sonsuz karşı karşıya gelişlerinden biridir desek abartmış olur muyuz?
Oysa diyorlar ki bize, “Süleyman milletin adamı Semih terörist!” Ne diyebiliriz? İşte hayat, işte direniş, işte inanç, işte söz, işte zulmün karşısında dimdik duran o büyük tahammül. Gayrı gerisini siz bilirsiniz.

***

Ey şiir, senden geldik yine sana döneriz; “Ah len ah. Onlar yoksul eti yerler ve içtikleri kandır.”

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder