Henüz AB’nin, daha doğrusu “Almanya Avrupası”nın merkezine, ki
“Almanya-Avusturya hattı” da diyebiliriz, tam girmedi; ama çok alametler
belirdi: Ayrılıkçı hareketlere, mevcut ve bayağı da oturmuş devletlerin
içinden yeni devletler çıkarma işine yani, hep -nedense- “çeperde”
rastlanıyordu, İspanya-Katalonya krizi, bu sorunun merkeze, yani “zengin
mutfağına” doğru hareketlendiği yolunda yeni bir işaret kabul
edilebilir.
Ama o iş orada kalmaz.
Almanya-Avusturya hattı, dedik: Buranın sermayedarları, bir türlü önüne geçilemeyen AB krizinden yakın çevredeki birkaç devletle birlikte yegâne kârlı çıkan sınıftır. Almanya’nın ihracat şampiyonluğu malum. Ancak içeride açık bir Müslüman-Türk endişesi büyütülüyor. Giderek toplumsallaşan bu endişenin girişte sözünü ettiğimiz tedirginlikle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan’ın Berlin’e yönelik “Müslüman-Türk sıkıştırması” ve bir Erdoğan partisinin Alman genel seçimlerinde, tek bir eyalette bile olsa, 41 bin civarında oy toplaması, belki bir açıdan hezimet sayılabilir, ama bir başka pencereden bakınca, korkutucu bir sinyaldir de. Galiba gizli soru şu: Kimin için korkutucu?
Bir şey derinleşiyor ve yerleşiyor.
Bu köşeye yıllar önce “parçacıklar siyaseti” ile başlamıştık. İşte artık zenginleri de vuran o çizgi derinleşiyor, yayılıyor.
Yugoslavya’nın parça parça edilip topraklarının nasıl Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Kosova gibi küçümen etnik mafya devletçiklerine dönüştürüldüğü biliniyor. Çeklerle Slovakların sözde kavgasız gürültüsüz boşanması bir başka kirli komedi. Tam bir sömürgeye dönüşmüş o coğrafyada olan bitene bir isim vermeye kalkmak bile hakaret. Bizim açımızdan sorun biraz da şu: Eğer emperyalist politikalar Yugoslavya’dan yedi “cumhuriyet” çıkarmışsa, bu sayının, eğer üzerinde biraz çalışılırsa, Türkiye’de iki katına çıkmaması için neden yoktur. Şaka değil; büyük bir çözülme sürecindeyiz.
Uygarlığın beşiği Anadolu’da “kültür çevresi” ve dil mi yok?
Görünen köy, şöyle: Karadağ’ı Sırbistan’dan ayırabilen bir zihniyet, Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi atar. Bunu da öncelikle “Türkçü çeteleri” kullanarak yapar. Türk olmayı Türkçülüğe çevirenlerin ilk satacağı ve yıkacağı yer cumhuriyetçi Türkiye’dir. Zaten de yıktılar. Cumhuriyeti boğazladılar. Ama hep söylüyoruz: Türkiye’nin katil ikizleri, Türk-İslam faşizmi de diyebileceğimiz Türkçülük ile onun tamamlayıcı parçasını oluşturan “liberal sürü”dür. Türkçü barbarlığı bahane ve ana malzeme olarak kullanmayan emperyalizm ya başka hesaplar peşindedir ya da akli melekelerini yitirmiş bir zümrenin elinde esirdir. Bu işe girmemeleri mümkün değil.
Gelmek istediğimiz yer asıl şurası: Yoksul Kosova olacak, zengin Katalonya olacak, muhtemelen bir dönem sonra Kuzey İtalya (“Lega Nord”) falan olacak ve Türkiye kaya gibi yekvücut yerinde kalacak, öyle mi? Hele Barzanistan’dan sonra... Buna üç-beş safdil demokratla onların “mütemmim cüzü” Türkçü faşistlerden başka kim inanır? Liberal sol satıcıları anmak herhalde gereksiz. Onları sosyalizm düşmanı her türlü bayağılıkta çeken bir şey vardır.
Kürt düşmanlığından ekmek yiyeceğini ve Türkiye’yi kurtaracağını falan sanan Türkler, Hitler ve Mussolini’den sadece asır farkıyla ayrılıyorlar. Liberal sol satıcılarla birbirlerinin ellerine oynuyorlar.
Metropoller bu fırsatı neden kaçırsın?
Türkçülüğün ve onun sürüklediği Kürtçülüğün, bu cepheleşmenin bütün bir bölge için nasıl bir felaket anlamına geldiğini hep birlikte uzak olmayan bir gelecekte göreceğiz. Barzanistan bütün taşları yerinden oynatmak zorunda kaldı. Kimse sükûnet beklemesin bundan sonra.
AB’de kalalım ve yineleyelim: Barzanistan bir yana, Katalonya, metropollerde de farklı bir dinamiğin hareketlendiğini gösteriyor aslında. Daha açık olsun: Kosova’yı devlet diye tanıyan bir ülke, Katalonya’yı nasıl tanımaz?
Er ya da geç...
Mesele bu değil.
Mesele AB’nin zengin mutfağında, Almanya-Avusturya hattında da ayrılıkçılığın hortlama ihtimalidir. Bavyera eyaleti zaten Berlin’i pek taşımak istemediğini yıllardır söylüyor. Ya 5 milyonu bulan ve yaklaşık 3,2 milyonu Türkiye kökenlilerden oluşan Müslüman “yeni aktif azınlık”? Özellikle eski Doğu Almanya’da neredeyse her dört seçmenden birinin oyunu almayı başaran faşistoid parti AfD, başka şeylerden önce, tam da bunun habercisidir. AfD’nin tetikleyeceği süreç, Almanya Avrupası’ndaki istikrarı yerle bir edebilecek kadar tehlikeli patlayıcılar içeriyor. Bu hattın genelde etnik bir homojenlik içerdiğini, son 50 yıldaki göçlerle eski yapısının bozulduğu da düşünülürse, zor zamanların eli kulağında diyebiliriz. Saatli bombaların tiktaklarını herkes duyuyor.
İspanya’da ekonomik olarak en gelişkin bir bölge, diğer bölgelere kaynak aktarmak istemiyor ve bağımsızlık hevesi içinde. Kapitalizme de başkası yakışmaz zaten.
Sosyalizmsizlik, tüm sonuçlarıyla ortada.
Sosyalistlerin içine karışmış liberallerin, olan bitene ve krizlere sınıfsallık dışında gözlüklerle, etnik, dinsel, cinsel, kültürel vs. moda bayağılıklarla bakma hevesi, üstelik bunu sosyalizm diye propaganda edebilme ve yutturabilme “başarısı”, komünist hareketin ağır tasfiyesi, hepimize çok pahalıya mal olacak. Bu bayağılıkları ciddiye alan her bünye, zamanından çok önce, ölümü tatmaya mahkûmdur. Hem de şiddetle...
Bitirelim: Katalonya, Almanya Avrupası’nda AfD başta olmak üzere çok tehlikeli taşların yerinden oynamaya başladığına dair de bir göstergedir. Bu şiddetin gölgesi, bizim oralara inanılmaz bir hızlandıran katsayısı eşliğinde düşecektir; o ayrı. Ama AB’nin merkezinde de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. AfD ile Katalonya arasında tersinden ve düzünden işleyen binlerce bağlantı var.
Özet olsun: Sosyalizmsizliğin faturasını daha tam almış sayılmayız. Demokrat metropoller, ellerine sıkıştırılan bu faturanın sürprizleri karşısında şaşkın. Çözülmenin önüne geçemezler, o zaman faturayı yoksullara ödetecekler.
Demokrasi niye var?
Önce bu şike için var.
Osman Çutsay / SOL
Ama o iş orada kalmaz.
Almanya-Avusturya hattı, dedik: Buranın sermayedarları, bir türlü önüne geçilemeyen AB krizinden yakın çevredeki birkaç devletle birlikte yegâne kârlı çıkan sınıftır. Almanya’nın ihracat şampiyonluğu malum. Ancak içeride açık bir Müslüman-Türk endişesi büyütülüyor. Giderek toplumsallaşan bu endişenin girişte sözünü ettiğimiz tedirginlikle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan’ın Berlin’e yönelik “Müslüman-Türk sıkıştırması” ve bir Erdoğan partisinin Alman genel seçimlerinde, tek bir eyalette bile olsa, 41 bin civarında oy toplaması, belki bir açıdan hezimet sayılabilir, ama bir başka pencereden bakınca, korkutucu bir sinyaldir de. Galiba gizli soru şu: Kimin için korkutucu?
Bir şey derinleşiyor ve yerleşiyor.
Bu köşeye yıllar önce “parçacıklar siyaseti” ile başlamıştık. İşte artık zenginleri de vuran o çizgi derinleşiyor, yayılıyor.
Yugoslavya’nın parça parça edilip topraklarının nasıl Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Kosova gibi küçümen etnik mafya devletçiklerine dönüştürüldüğü biliniyor. Çeklerle Slovakların sözde kavgasız gürültüsüz boşanması bir başka kirli komedi. Tam bir sömürgeye dönüşmüş o coğrafyada olan bitene bir isim vermeye kalkmak bile hakaret. Bizim açımızdan sorun biraz da şu: Eğer emperyalist politikalar Yugoslavya’dan yedi “cumhuriyet” çıkarmışsa, bu sayının, eğer üzerinde biraz çalışılırsa, Türkiye’de iki katına çıkmaması için neden yoktur. Şaka değil; büyük bir çözülme sürecindeyiz.
Uygarlığın beşiği Anadolu’da “kültür çevresi” ve dil mi yok?
Görünen köy, şöyle: Karadağ’ı Sırbistan’dan ayırabilen bir zihniyet, Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi atar. Bunu da öncelikle “Türkçü çeteleri” kullanarak yapar. Türk olmayı Türkçülüğe çevirenlerin ilk satacağı ve yıkacağı yer cumhuriyetçi Türkiye’dir. Zaten de yıktılar. Cumhuriyeti boğazladılar. Ama hep söylüyoruz: Türkiye’nin katil ikizleri, Türk-İslam faşizmi de diyebileceğimiz Türkçülük ile onun tamamlayıcı parçasını oluşturan “liberal sürü”dür. Türkçü barbarlığı bahane ve ana malzeme olarak kullanmayan emperyalizm ya başka hesaplar peşindedir ya da akli melekelerini yitirmiş bir zümrenin elinde esirdir. Bu işe girmemeleri mümkün değil.
Gelmek istediğimiz yer asıl şurası: Yoksul Kosova olacak, zengin Katalonya olacak, muhtemelen bir dönem sonra Kuzey İtalya (“Lega Nord”) falan olacak ve Türkiye kaya gibi yekvücut yerinde kalacak, öyle mi? Hele Barzanistan’dan sonra... Buna üç-beş safdil demokratla onların “mütemmim cüzü” Türkçü faşistlerden başka kim inanır? Liberal sol satıcıları anmak herhalde gereksiz. Onları sosyalizm düşmanı her türlü bayağılıkta çeken bir şey vardır.
Kürt düşmanlığından ekmek yiyeceğini ve Türkiye’yi kurtaracağını falan sanan Türkler, Hitler ve Mussolini’den sadece asır farkıyla ayrılıyorlar. Liberal sol satıcılarla birbirlerinin ellerine oynuyorlar.
Metropoller bu fırsatı neden kaçırsın?
Türkçülüğün ve onun sürüklediği Kürtçülüğün, bu cepheleşmenin bütün bir bölge için nasıl bir felaket anlamına geldiğini hep birlikte uzak olmayan bir gelecekte göreceğiz. Barzanistan bütün taşları yerinden oynatmak zorunda kaldı. Kimse sükûnet beklemesin bundan sonra.
AB’de kalalım ve yineleyelim: Barzanistan bir yana, Katalonya, metropollerde de farklı bir dinamiğin hareketlendiğini gösteriyor aslında. Daha açık olsun: Kosova’yı devlet diye tanıyan bir ülke, Katalonya’yı nasıl tanımaz?
Er ya da geç...
Mesele bu değil.
Mesele AB’nin zengin mutfağında, Almanya-Avusturya hattında da ayrılıkçılığın hortlama ihtimalidir. Bavyera eyaleti zaten Berlin’i pek taşımak istemediğini yıllardır söylüyor. Ya 5 milyonu bulan ve yaklaşık 3,2 milyonu Türkiye kökenlilerden oluşan Müslüman “yeni aktif azınlık”? Özellikle eski Doğu Almanya’da neredeyse her dört seçmenden birinin oyunu almayı başaran faşistoid parti AfD, başka şeylerden önce, tam da bunun habercisidir. AfD’nin tetikleyeceği süreç, Almanya Avrupası’ndaki istikrarı yerle bir edebilecek kadar tehlikeli patlayıcılar içeriyor. Bu hattın genelde etnik bir homojenlik içerdiğini, son 50 yıldaki göçlerle eski yapısının bozulduğu da düşünülürse, zor zamanların eli kulağında diyebiliriz. Saatli bombaların tiktaklarını herkes duyuyor.
İspanya’da ekonomik olarak en gelişkin bir bölge, diğer bölgelere kaynak aktarmak istemiyor ve bağımsızlık hevesi içinde. Kapitalizme de başkası yakışmaz zaten.
Sosyalizmsizlik, tüm sonuçlarıyla ortada.
Sosyalistlerin içine karışmış liberallerin, olan bitene ve krizlere sınıfsallık dışında gözlüklerle, etnik, dinsel, cinsel, kültürel vs. moda bayağılıklarla bakma hevesi, üstelik bunu sosyalizm diye propaganda edebilme ve yutturabilme “başarısı”, komünist hareketin ağır tasfiyesi, hepimize çok pahalıya mal olacak. Bu bayağılıkları ciddiye alan her bünye, zamanından çok önce, ölümü tatmaya mahkûmdur. Hem de şiddetle...
Bitirelim: Katalonya, Almanya Avrupası’nda AfD başta olmak üzere çok tehlikeli taşların yerinden oynamaya başladığına dair de bir göstergedir. Bu şiddetin gölgesi, bizim oralara inanılmaz bir hızlandıran katsayısı eşliğinde düşecektir; o ayrı. Ama AB’nin merkezinde de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. AfD ile Katalonya arasında tersinden ve düzünden işleyen binlerce bağlantı var.
Özet olsun: Sosyalizmsizliğin faturasını daha tam almış sayılmayız. Demokrat metropoller, ellerine sıkıştırılan bu faturanın sürprizleri karşısında şaşkın. Çözülmenin önüne geçemezler, o zaman faturayı yoksullara ödetecekler.
Demokrasi niye var?
Önce bu şike için var.
Osman Çutsay / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder