Uzun adam anti-emperyalist oldu, yavaş yavaş Cumhuriyetçi oldu, şimdi
de Atatürkçü oluyormuş… Herkesin Cumhurbaşkanı diyeceklermiş ona…
Yeni strateji buymuş.
CHP içinden bu stratejiye destek verecekler çıkacakmış. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra değişiyormuş. Ah, bir de laikliğin değerini kavrasaymış! Ama az bekleyin, iki vakte kadar o da olacakmış.
Hal böyleyken uluslararası güçler Erdoğan’ı sıkıştıracak, onu devirmek için fırsat kollayacakmış. Bu nedenle Erdoğan’ı savunmak vatan göreviymiş.
Ne güzel değil mi, bütün yollar Erdoğan’a çıkıyor ya da Erdoğan bütün yollara çıkıyor!
Önce şuna açıklık getirelim: ABD ve diğer NATO ülkelerinin müdahale etmediği, köşeye sıkıştırmaya çalışmadığı, şantajla terbiye etmediği tek bir başbakan ya da cumhurbaşkanı bulamazsınız bu ülkenin tarihinde. Buna en Amerikancı olanlar da dahildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin iç dinamikleri vardır, bu ülkede siyasetçilerin davranışları sadece Beyaz Saray stratejistleri tarafından belirlenmemektedir ve de giderek semiren patronlarımızın kâr arayışları Türkiye’nin uluslararası kapitalist sistem içindeki konumunda belli değişiklikleri zorunlu kılmaktadır.
Söylediğimiz kural Amerikancılıkları hiç tartışılamayacak Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Kenan Evren, Turgut Özal, Tansu Çiller için de geçerlidir. Güçlü emperyalist ülkeler kendilerine yıllarca saygıda kusur etmeden hizmet veren aktörleri bile daha fazla kontrol etmeye, sıkı sıkıya kendilerine bağlamaya, gerekiyorsa da tasfiye etmeye çalışırlar. Burada yeni bir şey yok.
Emperyalistlerden ve uşaklarından her tür alçaklığı bekleyebiliriz.
Kimi siyasetçiler bu tür müdahaleleri uyum sağlayarak, geri adım atarak savuşturur. Kimileri ise manevra yapmayı ve arkasını güçlendirmeyi tercih eder; belki geri adım atacak yeri kalmamıştır, belki bir hesap hatası yapıyordur, belki uzlaşmanın ya da yeniden göze girmenin bedelinin çok ağır olduğunu hesaplıyordur, belki çaresiz olmadığını göstererek pazarlık masasında el yükseltiyordur.
Bunların önemli bölümünün Erdoğan için geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Uluslararası koşullar da bu manevralar için uygundur. Emperyalist sistem içinde bir hegemonya krizi yaşanmaktadır. En tepedeki ABD en tepedeki yerini kaybetmektedir ama onun yerini alacak bir güç henüz ortaya çıkmamıştır. ABD hem bu durumun paniğini hem de benzersiz bir siyasi kilitlenmeyi yaşamaktadır. Onun hegemonyasını sürdürmesi, dünyadaki dengelere sürekli müdahale etmesine bağlıdır ama ne buna artık gücü yetmektedir ne de Çin ve Rusya onun hamlelerine izin vermektedir.
Bir garip durumdur bu; dünyanın mevcut durumundan memnun olması gereken ABD mevcut durumu değiştirmeye çalışmakta, en büyük ekonomik güç haline gelmeye başlayan Çin ise mevcut durumun değişmesini istememektedir çünkü zaman onun lehine işlemektedir!
Burada Almanya’ya da değinmek gerek ama konumuz emperyalist dünyadaki tepişme değil.
Konumuz Erdoğan’ın Atatürkçülüğü!
Uluslararası koşullar burada şu nedenle önem kazanıyor: Emperyalist sistem ABD’den ibaret değil! Emperyalist sistem bugün bir-iki istisna ile bütün ülkeleri içine alan hiyerarşik bir yapı. Kapitalist sömürünün olduğu her yer bu kapsamda görülmeli. Bu sistemde herkes gücü oranında etkiye sahiptir, bu etkiyi başka ülkelerin ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamını değiştirme yeteneğine kadar genişletebilen ülkelere emperyalist diyoruz. Dolayısıyla emperyalizm askeri müdahaleler, işgaller ya da bir dış politika pratiği olarak görülemez. Kapitalizmin tekelci aşamasının bir özelliğidir.
ABD ile sürtünmesi olan her ülkeye, her siyasetçiye anti-emperyalist demek cehalet değilse, sahtekarlıktır.
ABD emperyalizmine karşı olmadan devrimci, ilerici olunmayacağı çok açıktır ama tersi yeterli değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın ABD ile sürtünmesi ya da çelişkileri onun temel özelliklerini, değiştirmemektedir.
Zaten biraz da bu nedenle ısrarla sömürü düzenine karşı olmadan emperyalizmle hesaplaşamazsınız diyoruz.
Peki “renkli devrim” girişimlerine karşı ne yapacağız? Gerçek devrimciler yıllardır ve hemen her ülkede dolarla, CIA aklıyla, Alman vakıflarının himayesinde iş çeviren ve solculukla alakası olmayan bir muhalefet türünden uzak dururlar, durmalılar. Dahası onları teşhir görevi öncelikle devrimcilerindir. Erdoğan’ı iktidara taşıyan sözünü ettiğim işbirlikçileri de içine alan uluslararası bir operasyondu. Buna zamanında karşı duranlar, aynı operasyonla Erdoğan’ın köşeye sıkıştırılması veya alt edilmesine de karşı dururlar.
Ancak burada asıl taraflaşma Erdoğan’ın oradan oraya gezindiği düzen cephesi ile emekçi halk arasındadır. Karşı tarafta ABD ve diğerleri, bütün emperyalist sistem, patronlar, sömürü düzeni, gericilik bir bütün olarak yer almaktadır.
Erdoğan’ın kendi elini güçlendirmek için Atatürkçülüğe de başvuracak olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Mustafa Kemal, 1920’lerin başında bu coğrafyadaki saflaşmada devrim safında yer alan bir liderdir. Emperyalist işgale karşı durmuştur, gericiliğe karşı durmuştur, Sovyetler Birliği ile dostluğu tercih etmiştir. Erdoğan’ın öncülleri ise diğer taraftadır. Bu gerçek manevralarla değişmez.
Demeçlerine Atatürk’ün adını ekleyerek kendini aklayacağını sanıyorsa aldanıyor.
Bunu alkışlayanlar, bundan keyif alanlar bu düzenin sürmesini isteyenlerdir; halkın çıkarları, sömürü filan onların umurunda değildir.
Kemal Okuyan / SOL
Yeni strateji buymuş.
CHP içinden bu stratejiye destek verecekler çıkacakmış. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra değişiyormuş. Ah, bir de laikliğin değerini kavrasaymış! Ama az bekleyin, iki vakte kadar o da olacakmış.
Hal böyleyken uluslararası güçler Erdoğan’ı sıkıştıracak, onu devirmek için fırsat kollayacakmış. Bu nedenle Erdoğan’ı savunmak vatan göreviymiş.
Ne güzel değil mi, bütün yollar Erdoğan’a çıkıyor ya da Erdoğan bütün yollara çıkıyor!
Önce şuna açıklık getirelim: ABD ve diğer NATO ülkelerinin müdahale etmediği, köşeye sıkıştırmaya çalışmadığı, şantajla terbiye etmediği tek bir başbakan ya da cumhurbaşkanı bulamazsınız bu ülkenin tarihinde. Buna en Amerikancı olanlar da dahildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin iç dinamikleri vardır, bu ülkede siyasetçilerin davranışları sadece Beyaz Saray stratejistleri tarafından belirlenmemektedir ve de giderek semiren patronlarımızın kâr arayışları Türkiye’nin uluslararası kapitalist sistem içindeki konumunda belli değişiklikleri zorunlu kılmaktadır.
Söylediğimiz kural Amerikancılıkları hiç tartışılamayacak Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Kenan Evren, Turgut Özal, Tansu Çiller için de geçerlidir. Güçlü emperyalist ülkeler kendilerine yıllarca saygıda kusur etmeden hizmet veren aktörleri bile daha fazla kontrol etmeye, sıkı sıkıya kendilerine bağlamaya, gerekiyorsa da tasfiye etmeye çalışırlar. Burada yeni bir şey yok.
Emperyalistlerden ve uşaklarından her tür alçaklığı bekleyebiliriz.
Kimi siyasetçiler bu tür müdahaleleri uyum sağlayarak, geri adım atarak savuşturur. Kimileri ise manevra yapmayı ve arkasını güçlendirmeyi tercih eder; belki geri adım atacak yeri kalmamıştır, belki bir hesap hatası yapıyordur, belki uzlaşmanın ya da yeniden göze girmenin bedelinin çok ağır olduğunu hesaplıyordur, belki çaresiz olmadığını göstererek pazarlık masasında el yükseltiyordur.
Bunların önemli bölümünün Erdoğan için geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Uluslararası koşullar da bu manevralar için uygundur. Emperyalist sistem içinde bir hegemonya krizi yaşanmaktadır. En tepedeki ABD en tepedeki yerini kaybetmektedir ama onun yerini alacak bir güç henüz ortaya çıkmamıştır. ABD hem bu durumun paniğini hem de benzersiz bir siyasi kilitlenmeyi yaşamaktadır. Onun hegemonyasını sürdürmesi, dünyadaki dengelere sürekli müdahale etmesine bağlıdır ama ne buna artık gücü yetmektedir ne de Çin ve Rusya onun hamlelerine izin vermektedir.
Bir garip durumdur bu; dünyanın mevcut durumundan memnun olması gereken ABD mevcut durumu değiştirmeye çalışmakta, en büyük ekonomik güç haline gelmeye başlayan Çin ise mevcut durumun değişmesini istememektedir çünkü zaman onun lehine işlemektedir!
Burada Almanya’ya da değinmek gerek ama konumuz emperyalist dünyadaki tepişme değil.
Konumuz Erdoğan’ın Atatürkçülüğü!
Uluslararası koşullar burada şu nedenle önem kazanıyor: Emperyalist sistem ABD’den ibaret değil! Emperyalist sistem bugün bir-iki istisna ile bütün ülkeleri içine alan hiyerarşik bir yapı. Kapitalist sömürünün olduğu her yer bu kapsamda görülmeli. Bu sistemde herkes gücü oranında etkiye sahiptir, bu etkiyi başka ülkelerin ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamını değiştirme yeteneğine kadar genişletebilen ülkelere emperyalist diyoruz. Dolayısıyla emperyalizm askeri müdahaleler, işgaller ya da bir dış politika pratiği olarak görülemez. Kapitalizmin tekelci aşamasının bir özelliğidir.
ABD ile sürtünmesi olan her ülkeye, her siyasetçiye anti-emperyalist demek cehalet değilse, sahtekarlıktır.
ABD emperyalizmine karşı olmadan devrimci, ilerici olunmayacağı çok açıktır ama tersi yeterli değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın ABD ile sürtünmesi ya da çelişkileri onun temel özelliklerini, değiştirmemektedir.
Zaten biraz da bu nedenle ısrarla sömürü düzenine karşı olmadan emperyalizmle hesaplaşamazsınız diyoruz.
Peki “renkli devrim” girişimlerine karşı ne yapacağız? Gerçek devrimciler yıllardır ve hemen her ülkede dolarla, CIA aklıyla, Alman vakıflarının himayesinde iş çeviren ve solculukla alakası olmayan bir muhalefet türünden uzak dururlar, durmalılar. Dahası onları teşhir görevi öncelikle devrimcilerindir. Erdoğan’ı iktidara taşıyan sözünü ettiğim işbirlikçileri de içine alan uluslararası bir operasyondu. Buna zamanında karşı duranlar, aynı operasyonla Erdoğan’ın köşeye sıkıştırılması veya alt edilmesine de karşı dururlar.
Ancak burada asıl taraflaşma Erdoğan’ın oradan oraya gezindiği düzen cephesi ile emekçi halk arasındadır. Karşı tarafta ABD ve diğerleri, bütün emperyalist sistem, patronlar, sömürü düzeni, gericilik bir bütün olarak yer almaktadır.
Erdoğan’ın kendi elini güçlendirmek için Atatürkçülüğe de başvuracak olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Mustafa Kemal, 1920’lerin başında bu coğrafyadaki saflaşmada devrim safında yer alan bir liderdir. Emperyalist işgale karşı durmuştur, gericiliğe karşı durmuştur, Sovyetler Birliği ile dostluğu tercih etmiştir. Erdoğan’ın öncülleri ise diğer taraftadır. Bu gerçek manevralarla değişmez.
Demeçlerine Atatürk’ün adını ekleyerek kendini aklayacağını sanıyorsa aldanıyor.
Bunu alkışlayanlar, bundan keyif alanlar bu düzenin sürmesini isteyenlerdir; halkın çıkarları, sömürü filan onların umurunda değildir.
Kemal Okuyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder