Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan
-adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı’nın
bir kitabına Shakespeare’den esinle isim olarak verdiği-
“kültürsüzlüğümüzün kışı”nı yaşadığımız gerçeğidir.
TDK’ye göre ‘diktatör’ün tanımı: Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse.
TDK’ye göre ‘adalet’in tanımı: Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması.
Hayvan Çiftliği, Onuncu Bölüm: “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir!”
Birini tercih edeceğiz. Ya yasalar önünde eşit yaşayan özgür ve demokrasiye bağlı bireyler olacağız. Ya da diktatör ne derse o olacak…
Yani ya hepimiz ya da hiçbirimiz…
• • •
Son günlerde Orwell’in Hayvan Çiftliği romanı üzerinden yapılan açıklamaya bakılırsa AKP’nin Genel Başkanı ne derse olsun istemenin de bir adım ötesine geçmiş ne uydurursa o olsun istiyor! 15 yıllık AKP iktidarı boyunca sistemli şekilde öncelikle eğitimi hedef alarak yerleştirilen kültürsüzlük, bu yozluğun inşası için kullanılan popüler kültür ve kalıcı olan teslimiyet sayesinde koca ülke sahici bir çiftliğe dönüştü.
Öyle ki kulaktan dolma bilgilerle afili yazar, filozof isimleri kullanmak bu yolla aydın postuna bürünmek de yetmiyor. Hiç söylenmemiş sözleri, hiç kastedilmeyen yorumları bu isimlere atfederek, çıktığınız tahttan büyük bir özgüvenle ‘hayvan çiftliğindeki sürülere’ doğru savuruverdiniz mi daha güvenilir, bilge ve inandırıcı görünüyorsunuz anlaşılan. Kimse işin gerçeğini bilmez, kimse sorgulamaz nasılsa. Sorgulamayan, düşünmeyen sadece beyana inanan bir toplum inşa edilmiştir artık. Düşünenler susturulmuş, konuşanlar tutsak edilmiş, ısrarcılar bir şekilde yok edilmiştir. ‘Kral çıplak’ diyebilecekler de korkudan susmaktadır.
Hayvan Çiftliği olabilecek en ince ve ironik biçimde tam da bu tabloyu anlatır. Kitapta özetle; çiftlikte yaşayan hayvanlar baskılar ve kısıtlanan özgürlüklerden yılmıştır. Arzuları kendilerine iyi davranılması olan hayvanlar başkaldırır ve yönetimi ele geçirirler. Bir kanun çıkartırlar. İnsanlar gibi olmayacaklar, asla başka bir hayvanı öldürmeyeceklerdir. Başta her şey yolunda gider ve kendi aralarında yaptıkları eşit iş dağılımı ile çiftliği mükemmel şekilde işletirler.
Ancak iyilik bu kadar kolay değildir. Diğerlerinden üstün olmak isteyen hırslı domuzlar iktidarı ele geçirir ve insanlardan da daha baskıcı bir düzen kurarlar!
Snowball adındaki domuz okumayı öğrenip diğer hayvanlara öğretmeye başlar. Snowball düşünen biri olduğu için zamanla liderliğini kaybetmekten korkan Napolyon’un kinini kazanmaya başlar. Napolyon gücünü koruyabilmek için yavru köpekleri polis gibi eğitip kendi himayesine alır. Gücü eline geçirdiğinde Snowball’u hain ilan ederek çiftlikten attırır. Napolyon ihtiras ile kendine göre kararlar almaya başlar. İlk olarak kelime oyunları ile anayasa’da değişikliklere gider. Tabi ki değişiklikler hep kendi rahatı, rantı ve iktidarı içindir. Çiftliğe propaganda için yandaş medya’yı getirir ve sürekli kendini haklı gösteren ve öven yayınlar ile hayvanların beynini yıkamaya başlar! Çiftlikte bir sorun olduğunda bir zamanlar kovdurduğu ve ortalıkta görünmeyen Snowball’a suçu atar. Güzel bir şey olduğunda da kendi marifeti olduğunu bağırarak anlatır. Muhalif bir görüş olduğunda ise polis köpeklerini salarak korku yaratır.
Napolyon çiftlikte kıtlık başlayıp açlık baş gösterdiğinde tavukların yumurtalarını satmaya karar verir. Fakat tavuklar karşı çıkınca onları hain ilan eder ve hepsine ölüm cezası verir. Anayasada da maddeyi “hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç” diyerek değiştirir. Bunun üzerine tüm tavuklar öldürülür. Napolyon başkan olmanın konforunu sonuna kadar yaşamak ister ve bu yüzden bir zamanlar çiftlikten kaçırdığı insanlarla anlaşma yapar. Keyfi için çiftliğin ürünlerini onlara satar ve ihtişam içinde hayatına devam eder…
Bu kısa özete baktığımda benim aklıma gelen Birleşmiş Milletler olmadı nedense. Hatta kitabın yazıldığı dönemde eleştiri getirdiği Stalin ve onun iktidarı da aklıma öncelikli olarak düşmedi.
Tarihsiz bir sistem eleştirisi olarak Hayvan Çiftliği’nin, muktedirin diline nasıl ve neden düştüğüne bakalım. İktidarın siyasal İslâm etkisi altına alarak topyekûn değiştirmek istediği eğitim sistemi felsefeye, edebiyata, sanata düşman. Geçmiş ve bugün bağını yok etmek üzere belleksiz ve bilgisiz bir toplum yaratma emeliyle ilk ve orta öğretimi tamamıyla imam hatiplere teslim eden anlayış iş yüksek öğretime geldiğinde intihallerle profesör olan, “Cemevi, Ali, insana saygı, Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep’te katillerle beraber. Lanetliler topluluğu…” sözleriyle halkı açıkça kin ve düşmanlığa teşvik eden açık nefret dili kullanan akademisyenler gibileri koruyup kollar hatta iktidarın kilit görevlerini emanet eder.
Cahilleştirilen kitleler toplumsal hafızasızlık da eklendiğinde süslü sözlere, kof vaatlere kolayca inanır hale geldi. Öyle ki bilgisizliği açığa çıkaracak, ifşa edecek birikimde eğitmen, siyasetçi, gazeteci de bulunmaz oldu genç nesil arasında. Tarihi, doğruyu, bilgiyi eğip bükme de yetmez olunca okkalı yalanlar devreye giriveriyor şimdilerde. Öyle ya Kabataş’ta gündüz ortası 100 adamın bir türbanlı bacımızı üstleri çıplak, deri pantolonlar ve zincirlerle çevreleyip üzerine işediği ve gelip geçen kimsenin de müdahale etmediği müthiş bir zulüm tablosuna ülkenin önde gelen “okumuş yazmış” gazetecileri, genel yayın yönetmenleri bile inanır!
“Camileri ahır yaptılar” klişesi yetmemiş olsa gerek “cenazeleri yıkayacak imam yoktu” safsatasını sorgulayacak ‘cenazeyi imam yıkamaz ki’ diyebilecek “dindar” bile bulunamaz olur. Bu söylemler ve eğitim politikalarının bugün ülkemizi getirdiği yer 993 bin 794 öğretmen, 156 bin akademisyen yanında 101 bin imam-Kur’an kursu hocası-müezzin; 61 bin 201 okul yanında 87 bin 806 cami bilançosudur. İstanbul Müftüsü “10.000 cami daha gerek İstanbul’a” diyor. Sanırsınız büyük bir zulüm var. Evet 21. yüzyıl Türkiye’sinde cenazeler yerlerde kalıyor ama imam yokluğundan değil. İnsanlık ve vicdan yokluğundan!
Bugün ömründe bir edebiyat eseri okumamış, konsere gitmemiş siyasetçiler “Yeni Türkiye”nin inşası için kolları sıvamış; büyük bir kurtuluş savaşının ardından kurulan köy enstitülerinde yetişen öğretmenleri, sanatçıları, gazetecileriyle aydınlanan genç Cumhuriyetin bilimle sanatla, kültürle yetişen bireyleriyle üreten, büyüyen Atatürk’ün Türkiye’sinin fabrikalarını, TDK, TÜBİTAK gibi kurumlarını, okullarını, üniversitelerini, demir yollarını, topraklarını, ormanlarını talan ediyor.
Bunu yaparken de Orwell’i çarpıtıyor, August Comte gibi ‘sorunlu bir şahsın’ fikirlerinin kabul görmesinden rahatsız oluyor. Öyle ya “yerli ve millisi” dururken! Oysa “kendinden” bildiği İbn-i Haldun’u yasaklayan sandığı gibi ilerici, laik, kesimler değil gericiliği, baskı ve yasakları ile nam salmış Abdülhamit’tir. İbn Haldun’un dinsel, siyasal olaylara ideolojik bir açıdan bakmadığını, akıl ve bilimi esas aldığını bilse böyle sever miydi bilinmez. Ama “kindar ve dindar” kitlesi İbn Haldun’u da bilse bilse reisi kadar bilir nasılsa.
Şöyle bir bakalım bizim “ben söyledim oldu” çiftliğinde kimler başka neler söylemiş:
Recep Tayyip Erdoğan: “Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı.”
159 gazeteci tutuklu, hapishaneler yetmiyor 175 yenisi inşada.
Bekir Bozdağ / Eski Adalet Bakanı: “Türkiye’de tweet attı diye
tutuklanan bir Allah’ın kulu yok”
Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla 1845 kişiye dava açıldı. Bu sayı Ahmet Necdet Sezer için 26, Gül İçin 139 kişiydi.Onlara hakaret mi edilmiyordu? Daha mı çok seviliyorlardı? Ortada hakaret falan yok bu bir cadı avı mı?
Mehmet Şimşek: “Ortada OHAL varmış gibi bir hal yaratılıyor”
Yok canım olur mu hiç. OHAL zaten olağan halde lale devri demek. Ha bu arada 111 bin 240 kamu görevlisi ihraç edildi. 1656 kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklu ve 35 kişi intihar etti…
Burhan Kuzu / Eski Anayasa Komisyon Başkanı – AKP Milletvekili – “Profesör”:
“Türkeş, 27 Mayıs cuntacılarının idam kararını onaylamalarına karşı çıkınca, Hindistan’a sürüldü, tabutluklara konuldu ve tırnakları söküldü.”
Oysa Türkeş’in tabutluk “iddiası” Tarhan Erdem’in dediği gibi 1944’te, Yeni Delhi’ye gönderilmesi 14 Kasım 1960’da, idam kararlarının onaylanması 16 Eylül 1961’deydi… Ne gam! ‘Ben söylerim bugün gündem köpürtür, cahili dolduruşa getirir, muhalefeti hedef gösteririm.’ bakışı, sosyal medyada gerçeği bilenler tarafından alay konusu olunca da koskoca profesör “yapan aynı da ondan” diye savuşturur.
Yine Burhan Kuzu:
“Madımak vahşeti, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Eşref Bitlis Paşa’nın helikopter kazası ve Özal’ın zehirlenmesi aynı yıl; 1993… İktidarda SHP var.”
Burhan Kuzu insanların acılarından siyaset çıkaracağına, o acıları bizlere yaşatanlara neden kol kanat gerildiğini anlatırsa belki kendisini dinleyen, ciddiye alan birileri çıkacaktır.
Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan -adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı’nın bir kitabına Shakespeare’den esinle isim olarak verdiği- “kültürsüzlüğümüzün kışı”nı yaşadığımız gerçeğidir.
İktidarın yarattığı kültürsüzlük ikliminde hangi birine ne anlatsam bilemedim. Ama eyleme geçmiş cehaletin; aralarında babam Metin Altıok’un da bulunduğu Behçet Aysan, Asım Bezirci, Uğur Kaynar, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Asaf Kocak gibi aydınları düşündükleri ve aydınlattıkları için ateşe verdiği 35 insan adına onları ve nicelerini hedef alan siyasal İslam ideolojisinin bugüne şekil verdiği günlerde bu bilinçli aldatmacaya bir yanıt vermek gerekli. Zira o gün ateşe verilen Madımak’ta asıl hedef bugün yaşadıklarımızdı. Şimdi iktidar muhterislerinin çoklukla kullandığı bu yanlışa karşılık kısa bir ‘ders’ zamanı…
1-Sivas Katliamı olduğunda Kuzu’nun iddia ettiği gibi SHP iktidarda değildi. 25 Haziran 1993’te kurulan 49. hükümet DYP ve SHP koalisyonuydu ve hükümet daha 1 haftalıktı! İçişleri, Milli Savunma ve en önemlisi Başbakanlık DYP’deydi.
2- Bugün Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinden yürütülen “ılımlı İslam” soslu rejim değişikliğinin ilk ve en keskin denemesi
2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak”, “kahrolsun laiklik” sloganlarıyla Cuma namazından çıkan ve devletin göz yumarak izin vermesi sonucu 15 bin kişiye ulaşan kalabalık tarafından yapılmıştı. Sivas Katliamı’nın zaman aşımına uğramasına
‘hayırlı olsun’ diyen de AKP’nin Genel Başkanı’nın ta kendisi. O gün aydınlarımızı yakan zihniyet bugün Sivas Katliamı’nı savunan neredeyse tüm avukatları parlamentoya ya da devletin çeşitli sorumlu kademelerine taşıdı. Son örnek Gümrük Bakanı ve çiçeği burnunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.
3-Bir haftalık iktidar ortağını Madımak Katliamından sorumlu tutanlar 15 yıllık tek başına ve blok iktidar döneminde kırmızı bültenle aranan katliam sanıklarının yakalanması için üzerine düşeni yapmadı, adaletin yerini bulması için dinlenmesi gereken kilit isimleri sorgulamadı, karanlığın aydınlatılması için adım atmadı. Faili meçhul siyasi cinayetlerin aydınlatılması için Toplumsal Bellek Platformu Meclis’e tam 27 kez önerge getirdi bunların tamamı salt AKP oyları ile reddedildi!
Evet! Ya hepimiz ya da hiçbirimiz…
Zeynep Altıok Akatlı - CHP Genel Başkan Yardımcısı / BİRGÜN PAZAR
TDK’ye göre ‘diktatör’ün tanımı: Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse.
TDK’ye göre ‘adalet’in tanımı: Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması.
Hayvan Çiftliği, Onuncu Bölüm: “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir!”
Birini tercih edeceğiz. Ya yasalar önünde eşit yaşayan özgür ve demokrasiye bağlı bireyler olacağız. Ya da diktatör ne derse o olacak…
Yani ya hepimiz ya da hiçbirimiz…
• • •
Son günlerde Orwell’in Hayvan Çiftliği romanı üzerinden yapılan açıklamaya bakılırsa AKP’nin Genel Başkanı ne derse olsun istemenin de bir adım ötesine geçmiş ne uydurursa o olsun istiyor! 15 yıllık AKP iktidarı boyunca sistemli şekilde öncelikle eğitimi hedef alarak yerleştirilen kültürsüzlük, bu yozluğun inşası için kullanılan popüler kültür ve kalıcı olan teslimiyet sayesinde koca ülke sahici bir çiftliğe dönüştü.
Öyle ki kulaktan dolma bilgilerle afili yazar, filozof isimleri kullanmak bu yolla aydın postuna bürünmek de yetmiyor. Hiç söylenmemiş sözleri, hiç kastedilmeyen yorumları bu isimlere atfederek, çıktığınız tahttan büyük bir özgüvenle ‘hayvan çiftliğindeki sürülere’ doğru savuruverdiniz mi daha güvenilir, bilge ve inandırıcı görünüyorsunuz anlaşılan. Kimse işin gerçeğini bilmez, kimse sorgulamaz nasılsa. Sorgulamayan, düşünmeyen sadece beyana inanan bir toplum inşa edilmiştir artık. Düşünenler susturulmuş, konuşanlar tutsak edilmiş, ısrarcılar bir şekilde yok edilmiştir. ‘Kral çıplak’ diyebilecekler de korkudan susmaktadır.
Hayvan Çiftliği olabilecek en ince ve ironik biçimde tam da bu tabloyu anlatır. Kitapta özetle; çiftlikte yaşayan hayvanlar baskılar ve kısıtlanan özgürlüklerden yılmıştır. Arzuları kendilerine iyi davranılması olan hayvanlar başkaldırır ve yönetimi ele geçirirler. Bir kanun çıkartırlar. İnsanlar gibi olmayacaklar, asla başka bir hayvanı öldürmeyeceklerdir. Başta her şey yolunda gider ve kendi aralarında yaptıkları eşit iş dağılımı ile çiftliği mükemmel şekilde işletirler.
Ancak iyilik bu kadar kolay değildir. Diğerlerinden üstün olmak isteyen hırslı domuzlar iktidarı ele geçirir ve insanlardan da daha baskıcı bir düzen kurarlar!
Snowball adındaki domuz okumayı öğrenip diğer hayvanlara öğretmeye başlar. Snowball düşünen biri olduğu için zamanla liderliğini kaybetmekten korkan Napolyon’un kinini kazanmaya başlar. Napolyon gücünü koruyabilmek için yavru köpekleri polis gibi eğitip kendi himayesine alır. Gücü eline geçirdiğinde Snowball’u hain ilan ederek çiftlikten attırır. Napolyon ihtiras ile kendine göre kararlar almaya başlar. İlk olarak kelime oyunları ile anayasa’da değişikliklere gider. Tabi ki değişiklikler hep kendi rahatı, rantı ve iktidarı içindir. Çiftliğe propaganda için yandaş medya’yı getirir ve sürekli kendini haklı gösteren ve öven yayınlar ile hayvanların beynini yıkamaya başlar! Çiftlikte bir sorun olduğunda bir zamanlar kovdurduğu ve ortalıkta görünmeyen Snowball’a suçu atar. Güzel bir şey olduğunda da kendi marifeti olduğunu bağırarak anlatır. Muhalif bir görüş olduğunda ise polis köpeklerini salarak korku yaratır.
Napolyon çiftlikte kıtlık başlayıp açlık baş gösterdiğinde tavukların yumurtalarını satmaya karar verir. Fakat tavuklar karşı çıkınca onları hain ilan eder ve hepsine ölüm cezası verir. Anayasada da maddeyi “hiçbir hayvan öldürülemez, hainler hariç” diyerek değiştirir. Bunun üzerine tüm tavuklar öldürülür. Napolyon başkan olmanın konforunu sonuna kadar yaşamak ister ve bu yüzden bir zamanlar çiftlikten kaçırdığı insanlarla anlaşma yapar. Keyfi için çiftliğin ürünlerini onlara satar ve ihtişam içinde hayatına devam eder…
Bu kısa özete baktığımda benim aklıma gelen Birleşmiş Milletler olmadı nedense. Hatta kitabın yazıldığı dönemde eleştiri getirdiği Stalin ve onun iktidarı da aklıma öncelikli olarak düşmedi.
Tarihsiz bir sistem eleştirisi olarak Hayvan Çiftliği’nin, muktedirin diline nasıl ve neden düştüğüne bakalım. İktidarın siyasal İslâm etkisi altına alarak topyekûn değiştirmek istediği eğitim sistemi felsefeye, edebiyata, sanata düşman. Geçmiş ve bugün bağını yok etmek üzere belleksiz ve bilgisiz bir toplum yaratma emeliyle ilk ve orta öğretimi tamamıyla imam hatiplere teslim eden anlayış iş yüksek öğretime geldiğinde intihallerle profesör olan, “Cemevi, Ali, insana saygı, Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep’te katillerle beraber. Lanetliler topluluğu…” sözleriyle halkı açıkça kin ve düşmanlığa teşvik eden açık nefret dili kullanan akademisyenler gibileri koruyup kollar hatta iktidarın kilit görevlerini emanet eder.
Cahilleştirilen kitleler toplumsal hafızasızlık da eklendiğinde süslü sözlere, kof vaatlere kolayca inanır hale geldi. Öyle ki bilgisizliği açığa çıkaracak, ifşa edecek birikimde eğitmen, siyasetçi, gazeteci de bulunmaz oldu genç nesil arasında. Tarihi, doğruyu, bilgiyi eğip bükme de yetmez olunca okkalı yalanlar devreye giriveriyor şimdilerde. Öyle ya Kabataş’ta gündüz ortası 100 adamın bir türbanlı bacımızı üstleri çıplak, deri pantolonlar ve zincirlerle çevreleyip üzerine işediği ve gelip geçen kimsenin de müdahale etmediği müthiş bir zulüm tablosuna ülkenin önde gelen “okumuş yazmış” gazetecileri, genel yayın yönetmenleri bile inanır!
“Camileri ahır yaptılar” klişesi yetmemiş olsa gerek “cenazeleri yıkayacak imam yoktu” safsatasını sorgulayacak ‘cenazeyi imam yıkamaz ki’ diyebilecek “dindar” bile bulunamaz olur. Bu söylemler ve eğitim politikalarının bugün ülkemizi getirdiği yer 993 bin 794 öğretmen, 156 bin akademisyen yanında 101 bin imam-Kur’an kursu hocası-müezzin; 61 bin 201 okul yanında 87 bin 806 cami bilançosudur. İstanbul Müftüsü “10.000 cami daha gerek İstanbul’a” diyor. Sanırsınız büyük bir zulüm var. Evet 21. yüzyıl Türkiye’sinde cenazeler yerlerde kalıyor ama imam yokluğundan değil. İnsanlık ve vicdan yokluğundan!
Bugün ömründe bir edebiyat eseri okumamış, konsere gitmemiş siyasetçiler “Yeni Türkiye”nin inşası için kolları sıvamış; büyük bir kurtuluş savaşının ardından kurulan köy enstitülerinde yetişen öğretmenleri, sanatçıları, gazetecileriyle aydınlanan genç Cumhuriyetin bilimle sanatla, kültürle yetişen bireyleriyle üreten, büyüyen Atatürk’ün Türkiye’sinin fabrikalarını, TDK, TÜBİTAK gibi kurumlarını, okullarını, üniversitelerini, demir yollarını, topraklarını, ormanlarını talan ediyor.
Bunu yaparken de Orwell’i çarpıtıyor, August Comte gibi ‘sorunlu bir şahsın’ fikirlerinin kabul görmesinden rahatsız oluyor. Öyle ya “yerli ve millisi” dururken! Oysa “kendinden” bildiği İbn-i Haldun’u yasaklayan sandığı gibi ilerici, laik, kesimler değil gericiliği, baskı ve yasakları ile nam salmış Abdülhamit’tir. İbn Haldun’un dinsel, siyasal olaylara ideolojik bir açıdan bakmadığını, akıl ve bilimi esas aldığını bilse böyle sever miydi bilinmez. Ama “kindar ve dindar” kitlesi İbn Haldun’u da bilse bilse reisi kadar bilir nasılsa.
Şöyle bir bakalım bizim “ben söyledim oldu” çiftliğinde kimler başka neler söylemiş:
Recep Tayyip Erdoğan: “Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı.”
159 gazeteci tutuklu, hapishaneler yetmiyor 175 yenisi inşada.
Bekir Bozdağ / Eski Adalet Bakanı: “Türkiye’de tweet attı diye
tutuklanan bir Allah’ın kulu yok”
Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla 1845 kişiye dava açıldı. Bu sayı Ahmet Necdet Sezer için 26, Gül İçin 139 kişiydi.Onlara hakaret mi edilmiyordu? Daha mı çok seviliyorlardı? Ortada hakaret falan yok bu bir cadı avı mı?
Mehmet Şimşek: “Ortada OHAL varmış gibi bir hal yaratılıyor”
Yok canım olur mu hiç. OHAL zaten olağan halde lale devri demek. Ha bu arada 111 bin 240 kamu görevlisi ihraç edildi. 1656 kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklu ve 35 kişi intihar etti…
Burhan Kuzu / Eski Anayasa Komisyon Başkanı – AKP Milletvekili – “Profesör”:
“Türkeş, 27 Mayıs cuntacılarının idam kararını onaylamalarına karşı çıkınca, Hindistan’a sürüldü, tabutluklara konuldu ve tırnakları söküldü.”
Oysa Türkeş’in tabutluk “iddiası” Tarhan Erdem’in dediği gibi 1944’te, Yeni Delhi’ye gönderilmesi 14 Kasım 1960’da, idam kararlarının onaylanması 16 Eylül 1961’deydi… Ne gam! ‘Ben söylerim bugün gündem köpürtür, cahili dolduruşa getirir, muhalefeti hedef gösteririm.’ bakışı, sosyal medyada gerçeği bilenler tarafından alay konusu olunca da koskoca profesör “yapan aynı da ondan” diye savuşturur.
Yine Burhan Kuzu:
“Madımak vahşeti, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Eşref Bitlis Paşa’nın helikopter kazası ve Özal’ın zehirlenmesi aynı yıl; 1993… İktidarda SHP var.”
Burhan Kuzu insanların acılarından siyaset çıkaracağına, o acıları bizlere yaşatanlara neden kol kanat gerildiğini anlatırsa belki kendisini dinleyen, ciddiye alan birileri çıkacaktır.
Bu bilmezlik, siyasi rant için bile bile gerçekleri değiştirme, yalan -adını siz koyun önümüzde apaçık duran -sevgili annem Füsun Akatlı’nın bir kitabına Shakespeare’den esinle isim olarak verdiği- “kültürsüzlüğümüzün kışı”nı yaşadığımız gerçeğidir.
İktidarın yarattığı kültürsüzlük ikliminde hangi birine ne anlatsam bilemedim. Ama eyleme geçmiş cehaletin; aralarında babam Metin Altıok’un da bulunduğu Behçet Aysan, Asım Bezirci, Uğur Kaynar, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Asaf Kocak gibi aydınları düşündükleri ve aydınlattıkları için ateşe verdiği 35 insan adına onları ve nicelerini hedef alan siyasal İslam ideolojisinin bugüne şekil verdiği günlerde bu bilinçli aldatmacaya bir yanıt vermek gerekli. Zira o gün ateşe verilen Madımak’ta asıl hedef bugün yaşadıklarımızdı. Şimdi iktidar muhterislerinin çoklukla kullandığı bu yanlışa karşılık kısa bir ‘ders’ zamanı…
1-Sivas Katliamı olduğunda Kuzu’nun iddia ettiği gibi SHP iktidarda değildi. 25 Haziran 1993’te kurulan 49. hükümet DYP ve SHP koalisyonuydu ve hükümet daha 1 haftalıktı! İçişleri, Milli Savunma ve en önemlisi Başbakanlık DYP’deydi.
2- Bugün Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinden yürütülen “ılımlı İslam” soslu rejim değişikliğinin ilk ve en keskin denemesi
2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak”, “kahrolsun laiklik” sloganlarıyla Cuma namazından çıkan ve devletin göz yumarak izin vermesi sonucu 15 bin kişiye ulaşan kalabalık tarafından yapılmıştı. Sivas Katliamı’nın zaman aşımına uğramasına
‘hayırlı olsun’ diyen de AKP’nin Genel Başkanı’nın ta kendisi. O gün aydınlarımızı yakan zihniyet bugün Sivas Katliamı’nı savunan neredeyse tüm avukatları parlamentoya ya da devletin çeşitli sorumlu kademelerine taşıdı. Son örnek Gümrük Bakanı ve çiçeği burnunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı.
3-Bir haftalık iktidar ortağını Madımak Katliamından sorumlu tutanlar 15 yıllık tek başına ve blok iktidar döneminde kırmızı bültenle aranan katliam sanıklarının yakalanması için üzerine düşeni yapmadı, adaletin yerini bulması için dinlenmesi gereken kilit isimleri sorgulamadı, karanlığın aydınlatılması için adım atmadı. Faili meçhul siyasi cinayetlerin aydınlatılması için Toplumsal Bellek Platformu Meclis’e tam 27 kez önerge getirdi bunların tamamı salt AKP oyları ile reddedildi!
Evet! Ya hepimiz ya da hiçbirimiz…
Zeynep Altıok Akatlı - CHP Genel Başkan Yardımcısı / BİRGÜN PAZAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder