Gazeteciliğin en şerefli günleriyle; en itibarsız, en pespaye, en hırlı-hırsız dönemi iç içe geçmiş halde birlikte yaşanıyor.
Bir yanda yazdıkları haberleri “suç” diye iddianamelere geçirilen gazeteciler var. Açılan davaları uluslararası hukuk kurumlarına karşı savunmayan iddia sahiplerinin aczini “başkaldırı” olarak takdim eden, gazeteci kılıklı palyaçolar diğer yanda öylece sırıtarak duruyorlar.
Birinciler –yani gerçek gazeteciler- yaptıkları her şeyi üstlenip, duruşmalarda iddia makamlarını darmadağın ediyorlar:
-Burada yazılanların tümü haberdir! Gazeteciler haber yaparlar. Sonuçlarına da katlanırlar. Siz de katlanmalısınız. Çünkü söz konusu olan ülkemizdir, Türkiye’dir. İktidarlar gelir geçer, ama ülke gelip geçici değildir. Biz özgürlüğümüzden vazgeçeriz ama ülkemizden asla!
Tıpkı Nazım Hikmet’in ünlü “Vatan Haini” şiirindeki çizgiden yürüyorlar:
“Vatan sizin çiftliklerinizse/
Kasalarınız, çek defterlerinizse/
Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan…”
Şiirin sonu “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” diye bitiyor.
Hapisteki gazeteler de tıpkı büyük usta gibi inatla haykırıyorlar:
“Biz gazeteciyiz, haber yapmaya devam edeceğiz. Sizin kişisel çıkarlarınız ülkenin çıkarları değildir! Tam tersine itibar kaybettiriyor.”
• • •
İktidarda bulunanlar dünyanın her ülkesinde gazetecilerden hazzetmezler. Bu gazeteciliğin temelini oluşturur. İktidarların dümen suyundaki yayın organlarından geriye utanç belgeleri kalır ancak… Siz hiç okudunuz mu, “o yıllarda iktidarın tam desteğiyle halka karşı her türlü yalanı yazıp, basan gazetelerin kahramanca mücadelesi…” diye düşülen tarih notları. Boşuna tarih diye yazmıyoruz. Çok fazla telaffuz edilir “gazeteci tarihin tanığıdır” diye…
Nasıl tanıksınız siz?
Hiçbir şeyi görmeyerek, halkın haber alma hakkını hiçe sayarak, devleti yönetenlerin belirlediği doğruları temel alarak, gazetecilik mi yapılır?
Yaz dedin mi yazıyorsunuz, çiz dedin mi çiziyorsunuz.
Şimdi üzeri çizilme sırası işadamı Osman Kavala’da…
Daha ortada polis fezlekesi bile yokken “Kızıl Soroz” diye birinci sayfa manşetleriyle, Düzce Belediyesi’nin gübre kamyonunu geride bırakıyorsunuz.
Kavala hakkındaki iddialar 2013’te Gülen Cemaati, polis, istihbarat birimleri ve savcıları tarafından dosyalanmış, zamanı gelince kullanılmak üzere rafa kaldırılmış bekleyen evraklar. Dinbaz çetenin ömrü yetmediği için uygulayamamışlar.
• • •
Kültürleri böyle… Düşene vuracaksın! Bunun için ayrım gözetmiyorlar. Karşılarında olanları geçiyoruz, kendi içlerinden bile olsa durum değişmiyor. Bir gün önce omuzlarda taşıdıkları şahsiyetleri TEK işaretle anında götürüp lağım çukuruna atıyorlar.
Bu bir kültür…! Eğilme, bükülme, itaat etme, boyun eğme, güce tapma kültürü. Katiyen direnme refleksleri yok. Onun yerine altta kalanın canını çıkartmak için var güçleriyle çullanıyorlar.
En güçlü olanları için de bu geleneksel tavır geçerlidir.
Jack London’ın kuzey hikâyelerinde anlattığı kurtlar, onların yarı evcilleşmiş kardeşleri kızak köpekleri de böyle davranırlar. Aralarında bir liderlik kavgası çıktı mı, bütün sürü çember olup iştah kabartan hırıltılarla sonucu beklerler. Alta düşüp de kalkacak mecali kalmayan sadece birkaç dakikada tüy ve kemik yığını haline gelir, getirilir.
Daha düne kadar neredeyse modern zamanların peygamberi mertebesine çıkartılan Fethullah Gülen’e karşı yapılanları izliyoruz. “Fethullah Gülen Hoca Efendi Hazretleri” alta düşünce anında “FETÖ” haline getirildi. Artık bundan sonrası serbestti. Gülen’in elinden törenle aldıkları kalemleri onun kanına batırıp jilet dilimlerine ayırdılar.
O seviyede (şimdilik) tahrip edilmeseler de, Ankara-Bursa-Balıkesir belediye başkanlarının üzerlerindeki diş izleri yakın gelecekte ne hale gelecekleri bakımından açık örnekler oluşturdular.
Daha geri örnekleri de var. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi… Kimi “vefasızlık” diyor.
Katiyen öyle değil. Genel kural olan “Kurt Kanunları” işliyor:
-Altta kalan bir anda paramparça o.
NAZIM ALPMAN / BİRGÜN
Bir yanda yazdıkları haberleri “suç” diye iddianamelere geçirilen gazeteciler var. Açılan davaları uluslararası hukuk kurumlarına karşı savunmayan iddia sahiplerinin aczini “başkaldırı” olarak takdim eden, gazeteci kılıklı palyaçolar diğer yanda öylece sırıtarak duruyorlar.
Birinciler –yani gerçek gazeteciler- yaptıkları her şeyi üstlenip, duruşmalarda iddia makamlarını darmadağın ediyorlar:
-Burada yazılanların tümü haberdir! Gazeteciler haber yaparlar. Sonuçlarına da katlanırlar. Siz de katlanmalısınız. Çünkü söz konusu olan ülkemizdir, Türkiye’dir. İktidarlar gelir geçer, ama ülke gelip geçici değildir. Biz özgürlüğümüzden vazgeçeriz ama ülkemizden asla!
Tıpkı Nazım Hikmet’in ünlü “Vatan Haini” şiirindeki çizgiden yürüyorlar:
“Vatan sizin çiftliklerinizse/
Kasalarınız, çek defterlerinizse/
Vatan şose boylarında gebermekse açlıktan…”
Şiirin sonu “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” diye bitiyor.
Hapisteki gazeteler de tıpkı büyük usta gibi inatla haykırıyorlar:
“Biz gazeteciyiz, haber yapmaya devam edeceğiz. Sizin kişisel çıkarlarınız ülkenin çıkarları değildir! Tam tersine itibar kaybettiriyor.”
• • •
İktidarda bulunanlar dünyanın her ülkesinde gazetecilerden hazzetmezler. Bu gazeteciliğin temelini oluşturur. İktidarların dümen suyundaki yayın organlarından geriye utanç belgeleri kalır ancak… Siz hiç okudunuz mu, “o yıllarda iktidarın tam desteğiyle halka karşı her türlü yalanı yazıp, basan gazetelerin kahramanca mücadelesi…” diye düşülen tarih notları. Boşuna tarih diye yazmıyoruz. Çok fazla telaffuz edilir “gazeteci tarihin tanığıdır” diye…
Nasıl tanıksınız siz?
Hiçbir şeyi görmeyerek, halkın haber alma hakkını hiçe sayarak, devleti yönetenlerin belirlediği doğruları temel alarak, gazetecilik mi yapılır?
Yaz dedin mi yazıyorsunuz, çiz dedin mi çiziyorsunuz.
Şimdi üzeri çizilme sırası işadamı Osman Kavala’da…
Daha ortada polis fezlekesi bile yokken “Kızıl Soroz” diye birinci sayfa manşetleriyle, Düzce Belediyesi’nin gübre kamyonunu geride bırakıyorsunuz.
Kavala hakkındaki iddialar 2013’te Gülen Cemaati, polis, istihbarat birimleri ve savcıları tarafından dosyalanmış, zamanı gelince kullanılmak üzere rafa kaldırılmış bekleyen evraklar. Dinbaz çetenin ömrü yetmediği için uygulayamamışlar.
• • •
Kültürleri böyle… Düşene vuracaksın! Bunun için ayrım gözetmiyorlar. Karşılarında olanları geçiyoruz, kendi içlerinden bile olsa durum değişmiyor. Bir gün önce omuzlarda taşıdıkları şahsiyetleri TEK işaretle anında götürüp lağım çukuruna atıyorlar.
Bu bir kültür…! Eğilme, bükülme, itaat etme, boyun eğme, güce tapma kültürü. Katiyen direnme refleksleri yok. Onun yerine altta kalanın canını çıkartmak için var güçleriyle çullanıyorlar.
En güçlü olanları için de bu geleneksel tavır geçerlidir.
Jack London’ın kuzey hikâyelerinde anlattığı kurtlar, onların yarı evcilleşmiş kardeşleri kızak köpekleri de böyle davranırlar. Aralarında bir liderlik kavgası çıktı mı, bütün sürü çember olup iştah kabartan hırıltılarla sonucu beklerler. Alta düşüp de kalkacak mecali kalmayan sadece birkaç dakikada tüy ve kemik yığını haline gelir, getirilir.
Daha düne kadar neredeyse modern zamanların peygamberi mertebesine çıkartılan Fethullah Gülen’e karşı yapılanları izliyoruz. “Fethullah Gülen Hoca Efendi Hazretleri” alta düşünce anında “FETÖ” haline getirildi. Artık bundan sonrası serbestti. Gülen’in elinden törenle aldıkları kalemleri onun kanına batırıp jilet dilimlerine ayırdılar.
O seviyede (şimdilik) tahrip edilmeseler de, Ankara-Bursa-Balıkesir belediye başkanlarının üzerlerindeki diş izleri yakın gelecekte ne hale gelecekleri bakımından açık örnekler oluşturdular.
Daha geri örnekleri de var. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi… Kimi “vefasızlık” diyor.
Katiyen öyle değil. Genel kural olan “Kurt Kanunları” işliyor:
-Altta kalan bir anda paramparça o.
NAZIM ALPMAN / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder