Şostakoviç’e dair bu yazı, Sovyet aydınının,
sanatçısının, sporcusunun ve Sovyet insanının ne denli iç içe geçmiş
olduğunu gösteriyor bize... Toplumu için üreten ve üretimini, bir şey
üretmenin verdiği haz ve bilinçle gerçekleştiren aydın, sanatçı, yazar,
sporcu ve yurttaş... Büyük geri sıçramadan yıllar önce Sovyetler
Birliği’nde somutlanan yeni insan... Aşılmayı bekliyor!
Günümüzden tam yüz yıl önce gerçekleşen büyük Ekim Devrimi, bir işçi iktidarı olarak üretim araçlarına el koyarken, sınıflı toplumların tarihi boyunca sömürücü sınıfların kontrol ve tekelinde bulunan bilgiyi de toplum yararına kamulaştırdı. Bu, ezilen sınıf olan proletaryanın bilime, sanata, felsefeye ve spora rahatça erişiminin sağlanması anlamına geliyordu. Günümüzden yüz yıl önce kurulan bu eşitlikçi düzenle birlikte sınıflı toplumlar tarihinde ilk kez bilgi, toplumun tümünün yararına ve kullanımına açık hale gelmiş oldu.
Bilim, felsefe, sanat ve spor gibi günümüz kapitalist toplumunda piyasalaşmış olan alanların, sosyalist toplumdaki işlevlerini "dışarıdan" bir gözle tarif etmenin bazı zorlukları bulunsa da temel bir ayrım ilk bakışta fark edilir: Sovyet iktidarında tüm bu alanlar toplumun çıkarları ve çok yönlü birer birey olarak Sovyet insanının gelişimi için seferber edilmiştir. Bir başka deyişle Sovyet iktidarı, özünde, sosyalist devrimi ileriye taşıyacak olan gelişkin yeni insanını aramaktadır.
Sovyetler Birliği’nde yeni insanın inşası ve sosyalist toplumun örgütlenmesinde sanat ve sporun özel bir yeri olduğu söylenebilir. Farklı iş kollarından gönüllü olarak bir araya gelmiş insanların kurduğu, hem kolektif oyun stilleri hem de disiplinleriyle pek çok uluslararası başarıya imza atmış olan takımlar, aynı zamanda Sovyet toplumunun örgütlenme pratiklerinden biridir. Dünyadaki pek çok turnuvaya damga vuran, Kızıl Ordu mensuplarınca kurulmuş CSKA; Anayurt Savaşı’nda Nazi takımına boyun eğmeyen ve dokuz oyuncusunu bu galibiyete feda etmiş olan, KGB çalışanlarının kulübü Dinamo Kiev; pek çok şampiyonluk yaşamış, öğretmenlerin, işçilerin ve diğer meslek gruplarından çalışanların oynadığı Spartak Moskova... Öğrencileri, demiryolu işçilerini, denizcileri ve liman çalışanlarını, otomotiv sektöründe çalışan işçileri ve bunların bağlı oldukları sendikaları temsil eden takımların yer aldığı Sovyet ligi, Sovyetler Birliği’nde somutlanan yeni insanın, kapitalist dünyadaki anlamıyla profesyonelleşmeden uzak çok yönlülüğünü, kolektivizmini, çalışma disiplinini ve gelişkinliğini temsil etmektedir.
Sovyet müziği dendiğinde ise ilk akla gelen kuşkusuz Sovyet korolarıdır. Fabrikalarda, okullarda, çiftliklerde ve kışlalarda kurulan bu korolarda, iktidarın sahibi olan işçiler, geçmişin sınıflı toplumlarında mahrum bırakıldıkları yüksek sanatla buluştular. Böylelikle kitleler, bir örgütlenme pratiği olarak hep bir ağızdan şarkı söylemeye başladılar ve toplumun tarihsel gelişimi içinde ezen sınıflarla aralarında oluşan tarihsel açıyı kapatmak adına bilgiye ve sanata sarıldılar.
Sovyet sanatçılarının üstlendikleri görev, toplumu sanatla buluşturmak, yeni insanı yaratma işine sanat cephesinden katkı koymaktı. Bunun yanında sanatçılar, Sovyet insanının tüm alanlardaki gelişkinliğini de hem bunun altının çizilmesi hem de toplumun özendirilmesi amacıyla eserlerine taşıdılar. Osip Mandelstam’ın Futbol ve İkinci Futbol adlı şiirlerinde; Nikolay Zabolotskiy’in Futbol adlı şiirinde; Yuri Oleşa’nın Kıskançlık adlı romanında; Aleksander Deineka’nın Futbol, Futbol Oyuncusu, Koşu, Kayakçılar, Kaleci ve Oyun adlı tablolarında; Aleksander Samokvalov’un Stadyumda, Gülle Atan Kız, Sporcular Geçidi ve Sovyet Beden Kültürü adlı tabloları, sanatın sporla buluşmasına örnek olarak gösterilebilir.
Hem kişisel hayatında hem de eserlerinde spor ve müziği birleştiren en önemli şahsiyetlerden biri kuşkusuz Dimitriy Şostakoviç’tir. Spor, Şostakoviç’in pek çok eserinde geniş yer tutar. Mayakovskiy’in komedisi Tahtakurusu, Bezimenskiy’in oyunu Silah Atışı, Kozintsev ve Trauberg’in filmi Yalnız için yazdığı müzikler; Cıvata balesinin bazı bölümleri ve Altın Çağ balesi, Şostakoviç’in spor temasını işlediği başlıca eserlerdendir. Özellikle Altın Çağ balesi, rahatlıkla bir spor balesi olarak tanımlanabilir. Bu eseri, Şostakoviç şöyle anlatıyor:
“Altın Çağ balesinin temelinde iki unsur var. Batılı-Avrupalı burjuva kültürünün müziği ve Sovyet proletarya kültürünün müziği... Bu eseri bestelemedeki temel amacım, bu iki kültürü karşılaştırmaktı. Bu, esere şöyle yansıdı: Batılı-Avrupalı dansları, modern burjuva kültürünün tipik özelliği olan hastalıklı erotik dans figürleriyle; Sovyet danslarını ise spor ve sağlıklı fiziksel aktiviteyi simgeleyen unsurlarla sahneye taşıdım"...
Şostakoviç’in müzikal üretiminde sporun, diğer pek çok Sovyet sanatçının ürünlerinde olduğu gibi önemli bir yeri vardı.
Şostakoviç’in çok az bilinen özelliklerinden biri, futbola olan düşkünlüğüdür. Elbette büyük besteci Şostakoviç’in bu merakının göz ardı edilmesinde şaşılacak bir şey yok. Fakat Şostakoviç’in sporu konu edinen müzikal üretimleri dışında spor alanında yaptığı üretimler, Sovyet insanının gelişkinliğine, çok yönlülüğüne ve yeni insana dair önemli veriler sunuyor bize.
23 Ocak 1966’da Şostakoviç, Temmuz ayında Londra’da yapılacak olan FIFA Dünya Kupası karşılaşmaları hakkında İzvestiya gazetesine şöyle bir röportaj verir:
"Maç izlemek için stadyumlara gidiyorum. Futbolu seviyorum ve tüm inceliklerinden anladığımı düşünüyorum. Ne yazık ki oyuncularımız bu ara, sevinçten çok hayal kırıklığına sebep oluyor. Fakat takımımızın yurtsever taraftarlarının, her zaman onların arkasında olacağını düşünüyorum. Oyuncularımıza güveniyorum. Aksi taktirde Londra’ya gitmezdim... Pek çok Sovyet bestecinin futbola düşkün olduğunu belirtmek isterim. Bu nedenle Besteciler Birliği üyelerinden bir grup müzisyen, Temmuz ayında İngiltere’nin başkenti Londra’ya gidecek."
Şostakoviç’in futbol tutkusunu besteci Rodion Şedrin şöyle anlatıyor:
"1964 yılında, Şostakoviç, Irina Antonovna (Şostakoviç’in karısı), eşim ve ben yaz tatilimizi Ermenistan’da geçirdik. Şostakoviç tam bir futbol âşığıydı. Tatil boyunca Ermenistan ligine ilişkin tüm radyo programlarını dinledi. Futbol maçlarının atmosferi, tribünlerden yükselen sesler, sevinç çığlıkları, hayal kırıklıkları, zafer şenlikleri onu büyülüyordu. Bir gün bestecinin yazlık evinde iki takım kuruldu. Ben birinci takımın kaptanıydım. Besteci Arno Babajanyan da diğer takımın... Şostakoviç hakemdi ve bunu büyük bir zevkle yaptı. Yakınında elma ağaçları olan saha oldukça küçüktü. Top ağaca çarptı ve elmalar yere düştü. Bunun üzerine bizim sinirli hakemimiz uzun bir düdük çaldı: ‘Ağaca bir top daha gelirse iki takımı da diskalifiye edeceğim...’"
Bu alıntılar Şostakoviç’in Sovyet futboluna olan ilgisini ortaya koyuyor. Lâkin Şostakoviç’in futbolla ilişkisi, bir yurttaş olarak Sovyet futbolunu takip etmenin çok ötesinde.
Şostakoviç tarihin en kanlı kuşatmalarından biri olan Leningrad Kuşatması sırasında, anayurt savunmasında görev alır. 8 Eylül 1941 tarihinde başlayan kuşatma, 27 Ocak 1944 tarihine kadar 872 gün sürer. Şostakoviç’in bu süreçte bestelediği 7. Senfoni’sinin Leningrad prömiyeri, 9 Ağustos 1942 tarihinde gerçekleşir. Fakat Leningrad Radyo Orkestrası’nın kadrosunda sadece 14 müzisyen hayattadır. Bu nedenle şef Karl Eliasberg, senfoninin partisyonlarını çalabilecek kadar enstrüman çalabilen herkesi orkestraya dahil eder ve 7. Senfoni’nin büyük Leningrad prömiyeri bu koşullarda gerçekleşir.
Bu zor savaş koşullarına rağmen Şostakoviç’in futbola olan ilgisi azalmaz. Tersine, savaşın yarattığı yıkım sürerken oynanan maçları ilgiyle takip eder ve hatta bu maçları bir futbol yazarı olarak gazetelere taşır.
Şostakoviç, 15 Eylül 1942’de, yani 7. Senfoni’sinin Leningrad prömiyerinden yaklaşık bir ay sonra Krasnyi Sport (Kızıl Spor) gazetesinde şöyle bir yazı kaleme alır:
LENINGRADSKIE FOOTBOLLISTY V MOSKVE / LENİNGRAD FUTBOL OYUNCULARI MOSKOVA’DA
8 Eylül’de Leningradlılar, uzun bir aradan sonra ilk kez Moskovalı adaşlarıyla (Dynamo Moskova) oynadı.
Tıklım tıklım dolu Dynamo Stadyumu (Moskova), Leningrad’ın şerefli savunucularına, kahraman şehrin yurttaşlarına coşkulu bir şekilde kucak açtı. Bir Leningradlı olarak, Aloff kaptanlığındaki Dynamo (Leningrad) takımının oyuncularını izlemekten heyecan duydum ki bu oyuncular Lenin’in şehrinin favorileridir. Bu oyuncuların başarıları kadar başarısızlıkları da biz Leningradlılar tarafından hoş karşılanır.
Büyük anayurt savaşını yaşadığımız ve Leningrad’ı kahramanca savunduğumuz şu günlerde, Leningradlı sporcular hep ön saftaydı. Bu yüzden tüm oyuncular kucaklanmalı! Sadece futbolcuları değil şehrimizi kahramanca savunan tüm Leningradlıları kucaklıyoruz.
Leningrad takımında milis güçlerinden olan Nabutoff ve Oreşkin; donanma askerleri Aloff, Val. Fedoroff ve A. Fedoroff takımda düzen ve disiplini sağladı. Leningrad kuşatmasının şiddetli kış aylarının ardından ve pek çok Leningradlı ile birlikte bu zor günlerin üstesinden gelen bu futbolcular Moskova'ya geldi.
Şunu söylemek gerekir ki Moskova'daki ilk maç, en güçlü Moskova takımlarından biri olan Dynamo Moskova takımına karşı oynandı ve bu maçta Leningradlılar iyi bir başlangıç yaptılar. Takım kendini hissettirdi, özellikle hücumda Aloff, A. Fedoroff ve K. Sazonoff çok iyi oyun çıkardılar.
İlk yarı 2-2 berabere bitti fakat Leningrad defansı ikinci yarıda eski bir Leningradlı olan Solovyoff'un öncülüğündeki Moskova hücumuyla baş edemedi ve iki gol daha yedi. Leningradlılar 2-4 yenildiler. (...)
Stalin Ödülü sahibi
D. Şostakoviç
Sovyetler Birliği spor basınına üye olan Şostakoviç’in, Sovyet spor basınının en önemli gazetelerinden biri olan Krasnyi Sport’a özel bir ilgisi vardı. 1926'dan beri Moskova'da yayımlanan Krasnyi Sport, 1946'da Sovietski Sport (Sovyet sporu) adıyla yayınını sürdürdü. Şostakoviç'in pek çoğu bu gazetede yayımlanmış 300 civarı makalesinden çok büyük bir bölümü futbolla ilgilidir.
Şostakoviç’e dair yukarıda alıntılanan birkaç yazı, Sovyet aydınının, sanatçısının, sporcusunun ve Sovyet insanının ne denli iç içe geçmiş olduğunu gösteriyor bize. Toplumu için üreten ve üretimini, bir şey üretmenin verdiği haz ve bilinçle gerçekleştiren aydın, sanatçı, yazar, sporcu ve yurttaş... Büyük geri sıçramadan yıllar önce Sovyetler Birliği’nde somutlanan yeni insan... Aşılmayı bekliyor!
ULAŞ ÖZER / SOL KÜLTÜR
Günümüzden tam yüz yıl önce gerçekleşen büyük Ekim Devrimi, bir işçi iktidarı olarak üretim araçlarına el koyarken, sınıflı toplumların tarihi boyunca sömürücü sınıfların kontrol ve tekelinde bulunan bilgiyi de toplum yararına kamulaştırdı. Bu, ezilen sınıf olan proletaryanın bilime, sanata, felsefeye ve spora rahatça erişiminin sağlanması anlamına geliyordu. Günümüzden yüz yıl önce kurulan bu eşitlikçi düzenle birlikte sınıflı toplumlar tarihinde ilk kez bilgi, toplumun tümünün yararına ve kullanımına açık hale gelmiş oldu.
Bilim, felsefe, sanat ve spor gibi günümüz kapitalist toplumunda piyasalaşmış olan alanların, sosyalist toplumdaki işlevlerini "dışarıdan" bir gözle tarif etmenin bazı zorlukları bulunsa da temel bir ayrım ilk bakışta fark edilir: Sovyet iktidarında tüm bu alanlar toplumun çıkarları ve çok yönlü birer birey olarak Sovyet insanının gelişimi için seferber edilmiştir. Bir başka deyişle Sovyet iktidarı, özünde, sosyalist devrimi ileriye taşıyacak olan gelişkin yeni insanını aramaktadır.
Sovyetler Birliği’nde yeni insanın inşası ve sosyalist toplumun örgütlenmesinde sanat ve sporun özel bir yeri olduğu söylenebilir. Farklı iş kollarından gönüllü olarak bir araya gelmiş insanların kurduğu, hem kolektif oyun stilleri hem de disiplinleriyle pek çok uluslararası başarıya imza atmış olan takımlar, aynı zamanda Sovyet toplumunun örgütlenme pratiklerinden biridir. Dünyadaki pek çok turnuvaya damga vuran, Kızıl Ordu mensuplarınca kurulmuş CSKA; Anayurt Savaşı’nda Nazi takımına boyun eğmeyen ve dokuz oyuncusunu bu galibiyete feda etmiş olan, KGB çalışanlarının kulübü Dinamo Kiev; pek çok şampiyonluk yaşamış, öğretmenlerin, işçilerin ve diğer meslek gruplarından çalışanların oynadığı Spartak Moskova... Öğrencileri, demiryolu işçilerini, denizcileri ve liman çalışanlarını, otomotiv sektöründe çalışan işçileri ve bunların bağlı oldukları sendikaları temsil eden takımların yer aldığı Sovyet ligi, Sovyetler Birliği’nde somutlanan yeni insanın, kapitalist dünyadaki anlamıyla profesyonelleşmeden uzak çok yönlülüğünü, kolektivizmini, çalışma disiplinini ve gelişkinliğini temsil etmektedir.
Sovyet müziği dendiğinde ise ilk akla gelen kuşkusuz Sovyet korolarıdır. Fabrikalarda, okullarda, çiftliklerde ve kışlalarda kurulan bu korolarda, iktidarın sahibi olan işçiler, geçmişin sınıflı toplumlarında mahrum bırakıldıkları yüksek sanatla buluştular. Böylelikle kitleler, bir örgütlenme pratiği olarak hep bir ağızdan şarkı söylemeye başladılar ve toplumun tarihsel gelişimi içinde ezen sınıflarla aralarında oluşan tarihsel açıyı kapatmak adına bilgiye ve sanata sarıldılar.
Sovyet sanatçılarının üstlendikleri görev, toplumu sanatla buluşturmak, yeni insanı yaratma işine sanat cephesinden katkı koymaktı. Bunun yanında sanatçılar, Sovyet insanının tüm alanlardaki gelişkinliğini de hem bunun altının çizilmesi hem de toplumun özendirilmesi amacıyla eserlerine taşıdılar. Osip Mandelstam’ın Futbol ve İkinci Futbol adlı şiirlerinde; Nikolay Zabolotskiy’in Futbol adlı şiirinde; Yuri Oleşa’nın Kıskançlık adlı romanında; Aleksander Deineka’nın Futbol, Futbol Oyuncusu, Koşu, Kayakçılar, Kaleci ve Oyun adlı tablolarında; Aleksander Samokvalov’un Stadyumda, Gülle Atan Kız, Sporcular Geçidi ve Sovyet Beden Kültürü adlı tabloları, sanatın sporla buluşmasına örnek olarak gösterilebilir.
Hem kişisel hayatında hem de eserlerinde spor ve müziği birleştiren en önemli şahsiyetlerden biri kuşkusuz Dimitriy Şostakoviç’tir. Spor, Şostakoviç’in pek çok eserinde geniş yer tutar. Mayakovskiy’in komedisi Tahtakurusu, Bezimenskiy’in oyunu Silah Atışı, Kozintsev ve Trauberg’in filmi Yalnız için yazdığı müzikler; Cıvata balesinin bazı bölümleri ve Altın Çağ balesi, Şostakoviç’in spor temasını işlediği başlıca eserlerdendir. Özellikle Altın Çağ balesi, rahatlıkla bir spor balesi olarak tanımlanabilir. Bu eseri, Şostakoviç şöyle anlatıyor:
“Altın Çağ balesinin temelinde iki unsur var. Batılı-Avrupalı burjuva kültürünün müziği ve Sovyet proletarya kültürünün müziği... Bu eseri bestelemedeki temel amacım, bu iki kültürü karşılaştırmaktı. Bu, esere şöyle yansıdı: Batılı-Avrupalı dansları, modern burjuva kültürünün tipik özelliği olan hastalıklı erotik dans figürleriyle; Sovyet danslarını ise spor ve sağlıklı fiziksel aktiviteyi simgeleyen unsurlarla sahneye taşıdım"...
Şostakoviç’in müzikal üretiminde sporun, diğer pek çok Sovyet sanatçının ürünlerinde olduğu gibi önemli bir yeri vardı.
Şostakoviç’in çok az bilinen özelliklerinden biri, futbola olan düşkünlüğüdür. Elbette büyük besteci Şostakoviç’in bu merakının göz ardı edilmesinde şaşılacak bir şey yok. Fakat Şostakoviç’in sporu konu edinen müzikal üretimleri dışında spor alanında yaptığı üretimler, Sovyet insanının gelişkinliğine, çok yönlülüğüne ve yeni insana dair önemli veriler sunuyor bize.
23 Ocak 1966’da Şostakoviç, Temmuz ayında Londra’da yapılacak olan FIFA Dünya Kupası karşılaşmaları hakkında İzvestiya gazetesine şöyle bir röportaj verir:
"Maç izlemek için stadyumlara gidiyorum. Futbolu seviyorum ve tüm inceliklerinden anladığımı düşünüyorum. Ne yazık ki oyuncularımız bu ara, sevinçten çok hayal kırıklığına sebep oluyor. Fakat takımımızın yurtsever taraftarlarının, her zaman onların arkasında olacağını düşünüyorum. Oyuncularımıza güveniyorum. Aksi taktirde Londra’ya gitmezdim... Pek çok Sovyet bestecinin futbola düşkün olduğunu belirtmek isterim. Bu nedenle Besteciler Birliği üyelerinden bir grup müzisyen, Temmuz ayında İngiltere’nin başkenti Londra’ya gidecek."
Şostakoviç’in futbol tutkusunu besteci Rodion Şedrin şöyle anlatıyor:
"1964 yılında, Şostakoviç, Irina Antonovna (Şostakoviç’in karısı), eşim ve ben yaz tatilimizi Ermenistan’da geçirdik. Şostakoviç tam bir futbol âşığıydı. Tatil boyunca Ermenistan ligine ilişkin tüm radyo programlarını dinledi. Futbol maçlarının atmosferi, tribünlerden yükselen sesler, sevinç çığlıkları, hayal kırıklıkları, zafer şenlikleri onu büyülüyordu. Bir gün bestecinin yazlık evinde iki takım kuruldu. Ben birinci takımın kaptanıydım. Besteci Arno Babajanyan da diğer takımın... Şostakoviç hakemdi ve bunu büyük bir zevkle yaptı. Yakınında elma ağaçları olan saha oldukça küçüktü. Top ağaca çarptı ve elmalar yere düştü. Bunun üzerine bizim sinirli hakemimiz uzun bir düdük çaldı: ‘Ağaca bir top daha gelirse iki takımı da diskalifiye edeceğim...’"
Bu alıntılar Şostakoviç’in Sovyet futboluna olan ilgisini ortaya koyuyor. Lâkin Şostakoviç’in futbolla ilişkisi, bir yurttaş olarak Sovyet futbolunu takip etmenin çok ötesinde.
Şostakoviç tarihin en kanlı kuşatmalarından biri olan Leningrad Kuşatması sırasında, anayurt savunmasında görev alır. 8 Eylül 1941 tarihinde başlayan kuşatma, 27 Ocak 1944 tarihine kadar 872 gün sürer. Şostakoviç’in bu süreçte bestelediği 7. Senfoni’sinin Leningrad prömiyeri, 9 Ağustos 1942 tarihinde gerçekleşir. Fakat Leningrad Radyo Orkestrası’nın kadrosunda sadece 14 müzisyen hayattadır. Bu nedenle şef Karl Eliasberg, senfoninin partisyonlarını çalabilecek kadar enstrüman çalabilen herkesi orkestraya dahil eder ve 7. Senfoni’nin büyük Leningrad prömiyeri bu koşullarda gerçekleşir.
Bu zor savaş koşullarına rağmen Şostakoviç’in futbola olan ilgisi azalmaz. Tersine, savaşın yarattığı yıkım sürerken oynanan maçları ilgiyle takip eder ve hatta bu maçları bir futbol yazarı olarak gazetelere taşır.
Şostakoviç, 15 Eylül 1942’de, yani 7. Senfoni’sinin Leningrad prömiyerinden yaklaşık bir ay sonra Krasnyi Sport (Kızıl Spor) gazetesinde şöyle bir yazı kaleme alır:
LENINGRADSKIE FOOTBOLLISTY V MOSKVE / LENİNGRAD FUTBOL OYUNCULARI MOSKOVA’DA
8 Eylül’de Leningradlılar, uzun bir aradan sonra ilk kez Moskovalı adaşlarıyla (Dynamo Moskova) oynadı.
Tıklım tıklım dolu Dynamo Stadyumu (Moskova), Leningrad’ın şerefli savunucularına, kahraman şehrin yurttaşlarına coşkulu bir şekilde kucak açtı. Bir Leningradlı olarak, Aloff kaptanlığındaki Dynamo (Leningrad) takımının oyuncularını izlemekten heyecan duydum ki bu oyuncular Lenin’in şehrinin favorileridir. Bu oyuncuların başarıları kadar başarısızlıkları da biz Leningradlılar tarafından hoş karşılanır.
Büyük anayurt savaşını yaşadığımız ve Leningrad’ı kahramanca savunduğumuz şu günlerde, Leningradlı sporcular hep ön saftaydı. Bu yüzden tüm oyuncular kucaklanmalı! Sadece futbolcuları değil şehrimizi kahramanca savunan tüm Leningradlıları kucaklıyoruz.
Leningrad takımında milis güçlerinden olan Nabutoff ve Oreşkin; donanma askerleri Aloff, Val. Fedoroff ve A. Fedoroff takımda düzen ve disiplini sağladı. Leningrad kuşatmasının şiddetli kış aylarının ardından ve pek çok Leningradlı ile birlikte bu zor günlerin üstesinden gelen bu futbolcular Moskova'ya geldi.
Şunu söylemek gerekir ki Moskova'daki ilk maç, en güçlü Moskova takımlarından biri olan Dynamo Moskova takımına karşı oynandı ve bu maçta Leningradlılar iyi bir başlangıç yaptılar. Takım kendini hissettirdi, özellikle hücumda Aloff, A. Fedoroff ve K. Sazonoff çok iyi oyun çıkardılar.
İlk yarı 2-2 berabere bitti fakat Leningrad defansı ikinci yarıda eski bir Leningradlı olan Solovyoff'un öncülüğündeki Moskova hücumuyla baş edemedi ve iki gol daha yedi. Leningradlılar 2-4 yenildiler. (...)
Stalin Ödülü sahibi
D. Şostakoviç
Sovyetler Birliği spor basınına üye olan Şostakoviç’in, Sovyet spor basınının en önemli gazetelerinden biri olan Krasnyi Sport’a özel bir ilgisi vardı. 1926'dan beri Moskova'da yayımlanan Krasnyi Sport, 1946'da Sovietski Sport (Sovyet sporu) adıyla yayınını sürdürdü. Şostakoviç'in pek çoğu bu gazetede yayımlanmış 300 civarı makalesinden çok büyük bir bölümü futbolla ilgilidir.
Şostakoviç’e dair yukarıda alıntılanan birkaç yazı, Sovyet aydınının, sanatçısının, sporcusunun ve Sovyet insanının ne denli iç içe geçmiş olduğunu gösteriyor bize. Toplumu için üreten ve üretimini, bir şey üretmenin verdiği haz ve bilinçle gerçekleştiren aydın, sanatçı, yazar, sporcu ve yurttaş... Büyük geri sıçramadan yıllar önce Sovyetler Birliği’nde somutlanan yeni insan... Aşılmayı bekliyor!
ULAŞ ÖZER / SOL KÜLTÜR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder