Uluslararası Şeffaflık Örgütünce 2015 yılında yayımlanan Paravan Şirketler Küresel Raporu’nda,
başta ABD ve Çin olmak üzere G20 hükümetlerinin, sınır ötesi para
aktaranların kimliklerini gizlemeyeceklerine söz vermelerine karşın,
sözlerini tutmadıkları ve sırf bu nedenle her yıl 800 milyar ile 2
trilyon dolar arasında kara para aklanmasına yol açtıkları belirtiliyor.
Rapora göre; “New York, Tokyo, Şanghay ve Sydney gibi finans merkezlerini içine alan 8 G20 ülkesinde bankaların, paranın arkasındaki özel kişiyi bulamasalar bile işlemi tamamlamaları” yolsuzluğa ortam hazırlıyor. Bu nedenle de; “yolsuzluğa bulaşmış bir politikacının fonlarla bağlantısını gizlemek için basit önlemlere başvurması durumunda kamu hazinesinden çalınmış paralarla lüks bir malikane satın alması…” önlenemiyor.
Gelelim Türkiye’ye: Örgütün Türkiye’deki kolu Uluslararası Şeffaflık Derneği, 2016 yılında “Türkiye’de Yolsuzluk: Yasalar, Uygulamalar ve Riskli Alanlar” adlı bir rapor yayımladı.
Raporda özetle şunlar yazıyor:
Büyük ölçekli politik yolsuzluklar giderek artıyor. Önceki yıllarda yapılan reformlarla hiç olmazsa “küçük çaplı yolsuzluklar” bir miktar azaltılabilmişti. Yolsuzlukla mücadele eylem planı 2016 yılında askıya alındı. Askıya alınması, mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelir. Yolsuzluğun gelecek yıllarda daha da artması beklenmelidir.
Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesine uyulmamaktadır. Ne yürütme ve yargı ne Sayıştay ne de teftiş kurulları kendilerini bağımsız hissetmektedir. Böyle bir ortamda yolsuzlukla mücadele stratejisinden söz edilemeyeceği açıktır.
Resmi tamamlamak için Rapordan küçük bir alıntı yapalım, Türkiye’de olan biteni çok güzel anlatıyor: “Hükümete yakın ve üst düzey yöneticilerle organik bağları bulunan şirketlerin kamu mal ve hizmet alımlarında sürekli boy göstermesi ve Türkiye ekonomisinin en önemli unsurlarından olan inşaat sektörünün aynı şirketlerin oyun alanı haline gelmesi bu bulguları doğrular niteliktedir.”
Böyle bir ortamda yolsuzluk devasa boyutlara ulaşır elbette. Lüks malikane gibi örnekler çerez kalır.
İnatla şu soruları sorup hesap vermelerini istemeliyiz:
Özelleştiriyoruz diye Cumhuriyetin 90 yılda biriktirdiklerini 70 milyar dolara sattılar.
Hazine ve belediye topraklarını da satıyorlar?
Satmalarını bir yana bir yana bırakalım; acaba gerçek değerleri neydi?
Milyar dolar tutarında kamu taşınmazlarını, yatırım yapsınlar diye, bir kişinin sözüyle yandaş şirketlere bedava veriyorlar. Söylediklerine göre “yatırımları”, terzi yöntemiyle desteklemeye başlamışlar. Yaptıkları işi, üzerine en uygun takım elbiseyi dikebilmek için terzinin prova yapmasına benzetiyorlar. Aslında yaptıkları şu: Devletle şirket karşılıklı oturuyor, ne tür teşviklerden yararlandırılacağına birlikte karar veriyorlar.
Kapalı kapılar ardında yapılan provada acaba avantanın gündeme geldiği hiç olmuş mudur?
Otoyollara, köprülere verilen araç garantileri nedeniyle yüklenicilere her yıl milyarlarca dolar para ödeniyor. Böyle giderse Osmangazi, Yavuz Sultan Selim köprüleri ile Avrasya tüneli için sözleşme süresinin sonuna değin 50 milyar dolar ödeneceği hesaplanıyor.
Neden böyle bir şeye başvurmuş olabilirler?
Milyarlarca lira tutarındaki kamu fonlarını kimseye hesap verme zorunda olmaksızın diledikleri gibi harcayabiliyorlar. Öyleyse neden ayrıca milyarlarca lira tutarında gizli hizmet ödeneği kullanıyorlar?
2014 yılında TIR’larla taşınan, ayakkabı kutularında saklanan dolarlar; Zencani’nin 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttım sözleri; bütün Dünyaya dinletilen ses kayıtlarıyla ortalığa saçılan yolsuzluklar….
Bunlar, FETÖ denilen bir bilinmezliğin üzerine atılıp unutturulmayı hak edecek düzeydeki iddialardan mı ibaretti?
Binali Yıldırım’ın oğullarının vergi cennetindeki yatırımları, denizciliğin gereği olarak nasıl sunulabilir?
Man adasında 1 sterlin sermaye ile kurulan bir şirkete 2011-2012 yıllarında Tayyip Erdoğan’ın oğlu, eniştesi, özel kalem müdürünün gönderdiği 15 milyon dolar tutarındaki parayı kimi AKP’liler olağan ticari işlem olarak açıklamaya çalışıyor, kimileri ise belgelerin sahte olduğunu öne sürüyor. Hangisi doğru?
Kamu İhale Yasasının maddelerinde yüzlerce değişiklik yapıldı. İhalelerin istenilen kişilere verilebilmesi şimdi çok daha kolay.
Denetim kurumları, bu olanakların kötüye kullanılmadığına güvence verebilir mi?
Son olarak şunları söyleyelim: Hiç kimse elinde kanıt olmadan bir başkasını suçlayamaz. Ama kuşkulu işlemlerin varlığını gösteren belgeler ortaya çıkmışsa, bunların hepsi yalan deyip kimse kurtulamaz.
Üstelik siyaset yapanlar, yolsuzluk iddiaları olmasa bile denetim kurumlarına hesap vermek zorundadır.
Hesabını veremiyorlarsa, yok demektir!
Kadir Sev / SOL
Rapora göre; “New York, Tokyo, Şanghay ve Sydney gibi finans merkezlerini içine alan 8 G20 ülkesinde bankaların, paranın arkasındaki özel kişiyi bulamasalar bile işlemi tamamlamaları” yolsuzluğa ortam hazırlıyor. Bu nedenle de; “yolsuzluğa bulaşmış bir politikacının fonlarla bağlantısını gizlemek için basit önlemlere başvurması durumunda kamu hazinesinden çalınmış paralarla lüks bir malikane satın alması…” önlenemiyor.
Gelelim Türkiye’ye: Örgütün Türkiye’deki kolu Uluslararası Şeffaflık Derneği, 2016 yılında “Türkiye’de Yolsuzluk: Yasalar, Uygulamalar ve Riskli Alanlar” adlı bir rapor yayımladı.
Raporda özetle şunlar yazıyor:
Büyük ölçekli politik yolsuzluklar giderek artıyor. Önceki yıllarda yapılan reformlarla hiç olmazsa “küçük çaplı yolsuzluklar” bir miktar azaltılabilmişti. Yolsuzlukla mücadele eylem planı 2016 yılında askıya alındı. Askıya alınması, mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelir. Yolsuzluğun gelecek yıllarda daha da artması beklenmelidir.
Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesine uyulmamaktadır. Ne yürütme ve yargı ne Sayıştay ne de teftiş kurulları kendilerini bağımsız hissetmektedir. Böyle bir ortamda yolsuzlukla mücadele stratejisinden söz edilemeyeceği açıktır.
Resmi tamamlamak için Rapordan küçük bir alıntı yapalım, Türkiye’de olan biteni çok güzel anlatıyor: “Hükümete yakın ve üst düzey yöneticilerle organik bağları bulunan şirketlerin kamu mal ve hizmet alımlarında sürekli boy göstermesi ve Türkiye ekonomisinin en önemli unsurlarından olan inşaat sektörünün aynı şirketlerin oyun alanı haline gelmesi bu bulguları doğrular niteliktedir.”
Böyle bir ortamda yolsuzluk devasa boyutlara ulaşır elbette. Lüks malikane gibi örnekler çerez kalır.
İnatla şu soruları sorup hesap vermelerini istemeliyiz:
Özelleştiriyoruz diye Cumhuriyetin 90 yılda biriktirdiklerini 70 milyar dolara sattılar.
Hazine ve belediye topraklarını da satıyorlar?
Satmalarını bir yana bir yana bırakalım; acaba gerçek değerleri neydi?
Milyar dolar tutarında kamu taşınmazlarını, yatırım yapsınlar diye, bir kişinin sözüyle yandaş şirketlere bedava veriyorlar. Söylediklerine göre “yatırımları”, terzi yöntemiyle desteklemeye başlamışlar. Yaptıkları işi, üzerine en uygun takım elbiseyi dikebilmek için terzinin prova yapmasına benzetiyorlar. Aslında yaptıkları şu: Devletle şirket karşılıklı oturuyor, ne tür teşviklerden yararlandırılacağına birlikte karar veriyorlar.
Kapalı kapılar ardında yapılan provada acaba avantanın gündeme geldiği hiç olmuş mudur?
Otoyollara, köprülere verilen araç garantileri nedeniyle yüklenicilere her yıl milyarlarca dolar para ödeniyor. Böyle giderse Osmangazi, Yavuz Sultan Selim köprüleri ile Avrasya tüneli için sözleşme süresinin sonuna değin 50 milyar dolar ödeneceği hesaplanıyor.
Neden böyle bir şeye başvurmuş olabilirler?
Milyarlarca lira tutarındaki kamu fonlarını kimseye hesap verme zorunda olmaksızın diledikleri gibi harcayabiliyorlar. Öyleyse neden ayrıca milyarlarca lira tutarında gizli hizmet ödeneği kullanıyorlar?
2014 yılında TIR’larla taşınan, ayakkabı kutularında saklanan dolarlar; Zencani’nin 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttım sözleri; bütün Dünyaya dinletilen ses kayıtlarıyla ortalığa saçılan yolsuzluklar….
Bunlar, FETÖ denilen bir bilinmezliğin üzerine atılıp unutturulmayı hak edecek düzeydeki iddialardan mı ibaretti?
Binali Yıldırım’ın oğullarının vergi cennetindeki yatırımları, denizciliğin gereği olarak nasıl sunulabilir?
Man adasında 1 sterlin sermaye ile kurulan bir şirkete 2011-2012 yıllarında Tayyip Erdoğan’ın oğlu, eniştesi, özel kalem müdürünün gönderdiği 15 milyon dolar tutarındaki parayı kimi AKP’liler olağan ticari işlem olarak açıklamaya çalışıyor, kimileri ise belgelerin sahte olduğunu öne sürüyor. Hangisi doğru?
Kamu İhale Yasasının maddelerinde yüzlerce değişiklik yapıldı. İhalelerin istenilen kişilere verilebilmesi şimdi çok daha kolay.
Denetim kurumları, bu olanakların kötüye kullanılmadığına güvence verebilir mi?
Son olarak şunları söyleyelim: Hiç kimse elinde kanıt olmadan bir başkasını suçlayamaz. Ama kuşkulu işlemlerin varlığını gösteren belgeler ortaya çıkmışsa, bunların hepsi yalan deyip kimse kurtulamaz.
Üstelik siyaset yapanlar, yolsuzluk iddiaları olmasa bile denetim kurumlarına hesap vermek zorundadır.
Hesabını veremiyorlarsa, yok demektir!
Kadir Sev / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder