Atatürk için isim vermeden “ayyaş” diyenleri duymazdan geleceksin...
Cumhuriyet’e “reklam arası” denmesine göz yumacaksın…
Her fırsatta Cumhuriyet’i ve onun üzerinden kurucusu Atatürk’ü hedef alacak, itibarsızlaştırmaya çalışacaksın...
Memleketin her köşesinde Atatürk adını silecek, sildirteceksin...
“Keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar gözü dönmüş “cisimleri” saray sofranda ağırlayacaksın...
Ve elbette en önemlisi; Atatürk mirasının vazgeçilmezi laikliği ayaklarının altına alacak, bu ülkenin çocuklarını imam hatiplere mecbur bırakacaksın…
Sonra da Atatürk’ü hatırlayacak, partililerini Anıtkabir’e çağıracak (hatta otobüslerle taşıyacak) ve Cumhuriyet’e övgüler düzeceksin.
Medyadan siyasete, sanat dünyasından sokağa bu YEPİSYENİ VİZYONUN alıcısı çıkmaz mı!
Çıkar kuşkusuz.
Nasıl ki bir vakitler, birileri, AKP / RTE’nin Avrupa Birliği konusunda, Kürt açılımı konusunda “samimi” olduğunu zannetmişlerdi. Aksini söyleyenleri “niyet okuma” ile suçluyorlardı. Bugün de eleştirileri aynı biçimde “niyet okuma” diye niteleyecekler. “Fena mı Atatürk’e sarıldı işte, Cumhuriyet’i kucaklıyor…” diyecekler.
Yok öyle yağma.
Aydının, siyasetçinin, sanatçının işi niyeti / geleceği / bagajlardakileri / karanlık zihinlerin arkasını okumaktır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada bu böyledir.
Aksi zaten, her algıya açık sünger beyin olmaktan ibarettir.
Nasıl ki, bir vakitler, iktidarın “kendisine ait olmayan bir proje ve niyet” ile Kürt açılımı yapamayacağını iddia etmiştim, etmiştik... Bugün de RTE ve iktidarının Atatürk’ü / Cumhuriyet’i kucaklayamayacağını apaçık görüyorum, görüyoruz.
Ayrıca, çok uzağa gitmeye ya da örneğe gerek yok. Anıtkabir’deki törenden sonra Beştepe’de yaptığı konuşma her şeyi apaçık sergiledi. Shakespeare’in Sezar’ın ölümünden sonra Antonius’a attırdığı tiradı (tersinden) hatırlatan bir nutukla Atatürk’ü önce övdü, ardından gömdü! Düşünmeye bile dayanamadığı açık Cumhuriyet ilkelerine saldırdı. Yetmedi, Misak-ı Milli’ye sahip çıkma adına, neredeyse bölgede savaş ilan etti.
•••
Muhtemelen gayet yakından izleyip farkında olduğunuz verilere girmeyeceğim. Birkaç başlıkla yetineceğim.
»RTE, yeni bir Soğuk Savaş dönemini hatırlatan cepheleşmede sıkışmış durumda. Ne ABD eksenli cepheye yaranabiliyor veya o bloktan kopabiliyor ne de çok çeşitli nedenlerle Rusya’dan vazgeçebiliyor… İki tarafa birden yaranmaya çalışıp, füze ticaretiyle gönül almaya uğraşıyor...
»Dış politikada ayağının altından çekilen halı, etkisini en çok elbette ekonomik anlamda gösteriyor. Ülkenin de tek tek bizlerin de borcu ayyuka çıkıyor... İşsizlik, enflasyon, döviz kuru büyürken özellikle gençlerin umutları azalıyor.
»Bütün bunların üzerine, 16 Nisan referandumunun sonuçları, RTE’nin canını pek bir sıkıyor. Öyle ya, onca orantısız kampanya, baskı, rüşvet gibi sadaka ya da sadaka gibi rüşvet... Yanı sıra mühürsüz pusulalar... Yüzde 50 zor geçilebildi. Başta Melih Gökçek ve Kadir Topbaş gibi ağır başkanlar da bu yüzden gitti.
»RTE, şimdi daha büyük bir seçimin / sınavın eşiğinde. Ve görüyor ki, kendi tabanı bile Cumhuriyet’ten, laiklikten kopma konusunda rahatsız. Söylenecek slogan, sarılacak ip de kalmadı! AB hayalleri mi?
Kürt / Alevi vs açılımları mı?
Bölgenin abiliği mi?
Hepsi tarihin çöplüğünde...
»Üstelik... Üstelik şimdi çok ciddi bir tehlike kapıda. Sarraf dosyası 27 Kasım günü açılacak. Sarraf hâkim karşısına çıkacak. Batı medyasının haftalardır iddia ettiği üzere, belki de “TÜRKİYE ÇOK UTANACAK”.
»İktidar, işte bütün bu başlıkların toplamı ve yarattığı korku yüzünden ülkede “dışarıya karşı tek yumruk” olmanın yolunu arıyor. İçerdeki düşmanlığı erteleyip, dünyaya ve özellikle Batı eksenli cepheye düşmanlığı körüklüyor. Kirli çamaşırlar ortaya serilirse kokusu buralara kadar ulaşmasın diye!
»Bu (tehlikeli) çıkışın yolunu da, Atatürk ismi ile harekete geçirebileceği kitlelerde arıyor. Atatürk’e sığınıyor.
Dedim ya, elbette alıcısı çıkacaktır, hatta çoktan çıkmıştır bu politikanın. AKP karşıtlığı ile bilinen kalemlerin döktürdüklerine bakın: “Kızarız ama, Cumhurbaşkanımızı dünyaya yedirmeyiz” tadındalar.
Yok öyle yağma!
Ahmet Şık ve nice gazeteci içerde.
Osman Kavala akla ziyan iddialarla içerde.
Selahattin Demirtaş içerde.
Nuriye, hâlâ ömründen yiyerek içerde.
Berkin ve sevgili çocuklarımız yıllardır toprak altında.
Binali Bey’in çocukları tanker filoları ile vergi cennetlerinde servete servet kapma peşinde. Yoksul vatandaşın çocukları ise cenneti ölümden sonraya erteleyip imam hatip sürgününde.
Yok öyle yağma!
Atatürk deyince aklınıza balolar falan gelmesin yalnızca. Atatürk Cumhuriyet’ti. Cumhuriyet ise, bu ülkeyi yaratan güç / zenginlikti. Kadınla erkeğin birlikte var olabilmesinin adıydı. Akıldı, bilimdi. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyebilmekti. Bütün bunları bir arada tutabilen LAİKLİKTİ.
Dün,
erkek yaşıtlarından ve çağdaş eğitimden / bilimden kopartıldıkları
okulda, koreografiyle Atatürk adını yazdırdıkları genç kızların tablosu
değil!
Ayşenur Arslan / BİRGÜN
Cumhuriyet’e “reklam arası” denmesine göz yumacaksın…
Her fırsatta Cumhuriyet’i ve onun üzerinden kurucusu Atatürk’ü hedef alacak, itibarsızlaştırmaya çalışacaksın...
Memleketin her köşesinde Atatürk adını silecek, sildirteceksin...
“Keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar gözü dönmüş “cisimleri” saray sofranda ağırlayacaksın...
Ve elbette en önemlisi; Atatürk mirasının vazgeçilmezi laikliği ayaklarının altına alacak, bu ülkenin çocuklarını imam hatiplere mecbur bırakacaksın…
Sonra da Atatürk’ü hatırlayacak, partililerini Anıtkabir’e çağıracak (hatta otobüslerle taşıyacak) ve Cumhuriyet’e övgüler düzeceksin.
Medyadan siyasete, sanat dünyasından sokağa bu YEPİSYENİ VİZYONUN alıcısı çıkmaz mı!
Çıkar kuşkusuz.
Nasıl ki bir vakitler, birileri, AKP / RTE’nin Avrupa Birliği konusunda, Kürt açılımı konusunda “samimi” olduğunu zannetmişlerdi. Aksini söyleyenleri “niyet okuma” ile suçluyorlardı. Bugün de eleştirileri aynı biçimde “niyet okuma” diye niteleyecekler. “Fena mı Atatürk’e sarıldı işte, Cumhuriyet’i kucaklıyor…” diyecekler.
Yok öyle yağma.
Aydının, siyasetçinin, sanatçının işi niyeti / geleceği / bagajlardakileri / karanlık zihinlerin arkasını okumaktır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada bu böyledir.
Aksi zaten, her algıya açık sünger beyin olmaktan ibarettir.
Nasıl ki, bir vakitler, iktidarın “kendisine ait olmayan bir proje ve niyet” ile Kürt açılımı yapamayacağını iddia etmiştim, etmiştik... Bugün de RTE ve iktidarının Atatürk’ü / Cumhuriyet’i kucaklayamayacağını apaçık görüyorum, görüyoruz.
Ayrıca, çok uzağa gitmeye ya da örneğe gerek yok. Anıtkabir’deki törenden sonra Beştepe’de yaptığı konuşma her şeyi apaçık sergiledi. Shakespeare’in Sezar’ın ölümünden sonra Antonius’a attırdığı tiradı (tersinden) hatırlatan bir nutukla Atatürk’ü önce övdü, ardından gömdü! Düşünmeye bile dayanamadığı açık Cumhuriyet ilkelerine saldırdı. Yetmedi, Misak-ı Milli’ye sahip çıkma adına, neredeyse bölgede savaş ilan etti.
•••
Muhtemelen gayet yakından izleyip farkında olduğunuz verilere girmeyeceğim. Birkaç başlıkla yetineceğim.
»RTE, yeni bir Soğuk Savaş dönemini hatırlatan cepheleşmede sıkışmış durumda. Ne ABD eksenli cepheye yaranabiliyor veya o bloktan kopabiliyor ne de çok çeşitli nedenlerle Rusya’dan vazgeçebiliyor… İki tarafa birden yaranmaya çalışıp, füze ticaretiyle gönül almaya uğraşıyor...
»Dış politikada ayağının altından çekilen halı, etkisini en çok elbette ekonomik anlamda gösteriyor. Ülkenin de tek tek bizlerin de borcu ayyuka çıkıyor... İşsizlik, enflasyon, döviz kuru büyürken özellikle gençlerin umutları azalıyor.
»Bütün bunların üzerine, 16 Nisan referandumunun sonuçları, RTE’nin canını pek bir sıkıyor. Öyle ya, onca orantısız kampanya, baskı, rüşvet gibi sadaka ya da sadaka gibi rüşvet... Yanı sıra mühürsüz pusulalar... Yüzde 50 zor geçilebildi. Başta Melih Gökçek ve Kadir Topbaş gibi ağır başkanlar da bu yüzden gitti.
»RTE, şimdi daha büyük bir seçimin / sınavın eşiğinde. Ve görüyor ki, kendi tabanı bile Cumhuriyet’ten, laiklikten kopma konusunda rahatsız. Söylenecek slogan, sarılacak ip de kalmadı! AB hayalleri mi?
Kürt / Alevi vs açılımları mı?
Bölgenin abiliği mi?
Hepsi tarihin çöplüğünde...
»Üstelik... Üstelik şimdi çok ciddi bir tehlike kapıda. Sarraf dosyası 27 Kasım günü açılacak. Sarraf hâkim karşısına çıkacak. Batı medyasının haftalardır iddia ettiği üzere, belki de “TÜRKİYE ÇOK UTANACAK”.
»İktidar, işte bütün bu başlıkların toplamı ve yarattığı korku yüzünden ülkede “dışarıya karşı tek yumruk” olmanın yolunu arıyor. İçerdeki düşmanlığı erteleyip, dünyaya ve özellikle Batı eksenli cepheye düşmanlığı körüklüyor. Kirli çamaşırlar ortaya serilirse kokusu buralara kadar ulaşmasın diye!
»Bu (tehlikeli) çıkışın yolunu da, Atatürk ismi ile harekete geçirebileceği kitlelerde arıyor. Atatürk’e sığınıyor.
Dedim ya, elbette alıcısı çıkacaktır, hatta çoktan çıkmıştır bu politikanın. AKP karşıtlığı ile bilinen kalemlerin döktürdüklerine bakın: “Kızarız ama, Cumhurbaşkanımızı dünyaya yedirmeyiz” tadındalar.
Yok öyle yağma!
Ahmet Şık ve nice gazeteci içerde.
Osman Kavala akla ziyan iddialarla içerde.
Selahattin Demirtaş içerde.
Nuriye, hâlâ ömründen yiyerek içerde.
Berkin ve sevgili çocuklarımız yıllardır toprak altında.
Binali Bey’in çocukları tanker filoları ile vergi cennetlerinde servete servet kapma peşinde. Yoksul vatandaşın çocukları ise cenneti ölümden sonraya erteleyip imam hatip sürgününde.
Yok öyle yağma!
Atatürk deyince aklınıza balolar falan gelmesin yalnızca. Atatürk Cumhuriyet’ti. Cumhuriyet ise, bu ülkeyi yaratan güç / zenginlikti. Kadınla erkeğin birlikte var olabilmesinin adıydı. Akıldı, bilimdi. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyebilmekti. Bütün bunları bir arada tutabilen LAİKLİKTİ.
Ayşenur Arslan / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder