Erdoğan, parayı elinde tutanların kendileri için daha uygun bir Türkiye yaratmak için önünü açtıkları bir isimdi; hatta evet Erdoğan bir projeydi.
Parayı elinde tutanlar, yerli ve yabancı tekeller ya da daha doğru bir ifadeyle uluslararası tekeller, Erdoğan’ın arkasına ellerindeki bütün kuvveti yığdılar. Bir bölümü asli unsur haline gelirken, bir bölümü de “uyumlu” unsurlar olarak bu uğursuz projeye katkı koydu. Solcuyum diye ortada dolanan liberalleri de, bu güruhtan kopmayarak suça ortak olanları da burada sayın.
Erdoğan ve arkasındaki kuvvet misyonunu yerine getirdi. Yıllar boyunca örselenmiş; piyasacılığın ve NATO’culuğun ve de antikomünizmin kirlettiği Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923’ten geriye kalan ne varsa, hepsinden kurtuldular; parayı elde tutanları rahatlattılar.
Ancak Türkiye’de ya da dünyada sermaye sınıfının ne yapsa çözemeyeceği büyük bir sorun var: Bugünkü düzenin, yani kapitalizmin bir geleceği yok. Erdoğan’ın projesi, “yıkarken” başarılıydı ama yerine ne konacak?
Erdoğan’ın kendince bir çözümü vardı: Osmanlı’yı 21. yüzyılda diriltmek!
Halk buna geçit vermedi, Suriyeliler buna geçit vermedi, dahası emperyalist sistemin içindeki dengeler buna izin vermedi.
Ne ki Erdoğan, parayı, zenginlikleri elinde tutan sınıf adına bir yıkımı gerçekleştirirken Yeni-Osmanlıcılıktan yararlanmıştı. Dış politikada sınırların yeniden belirlenmesi daha doğrusu belirsizleşmesi, ümmetçilik, serbest bölgeler, özel ordular, kabileleşme… İç politikada kuralsızlık ve dinselleşme… Ekonomide giderek daralan bir ekibin ya da Erdoğan ailesinin denetlediği ve her durumda emekçi halkın ezildiği bir yağma düzeni…
Padişahım çok yaşa!
İşler iyiyken böyleydi ama bu fantezi duvara tosladığında proje adına aşırı güçlendirilen baş aktörü denetlemek, mütevazı bir role ikna etmek gerekecekti. Ancak ne içeride-dışarıda yaratılan onca kir ne de ailede biriken ve kutulara sığmayıp bütün dünyaya yayılan milyarlarca dolar denetime tâbi olabilirdi.
Bir de üstüne ABD-Rusya-Çin-Almanya denklemindeki karmaşa eklenince Erdoğan’ı kontrol etmekten ona diz çökertmeye ve bu becerilemiyorsa ondan kurtulmaya dönük bir stratejiye geçildi.
Projede ABD’nin ağırlığı vardı, bugünkü stratejide de ağırlık Vaşington’da. Ama sadece ağırlık… Meseleyi ısrarla Amerikan emperyalizmine daraltmak isteyenler, o çıkar şebekesinin başka büyük aktörlerini örtmek isteyenlerdir. Emperyalizm çok katmanlı bir sistemdir; iç çelişkileri onun aynı zamanda bir bütünlüğü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dahası, emperyalist sistemde iç çelişkiler ülke sınırlarını gösteren siyasi haritalara bakarak anlaşılmaz. Sadece bir örnek: Bugün ABD ile bilek güreşine giren Putin Rusyası’nda çıkarları Amerikan tekellerinkine daha yakın büyük sermaye grupları vardır.
Bir eğilim olarak, dünya sistemi bu Erdoğan’la yapamaz. “Uyum”lu aktöre dönüşmek için büyük bir manevra yapmaya kalkarsa (ki bunun yollarını arıyor) Erdoğan, eskisi gibi olamaz.
Zarrab davasının geldiği nokta ve dün Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ve açıklamadığı belgeler, Erdoğan’ın bu manevrayı yapmakta zaten geciktiğini gösteriyor.
Kimsenin kuşkusu olmasın, dava ve belgeler aynı operasyonun parçasıdır. Erdoğan’a, pazarlık amacıyla da olsa, emperyalist dünya içindeki dengelerle bu kadar oynama iznini vermezler.
Hâlâ FETÖ kavramı etrafında bir tartışma sürüyor. Bugün yine yüzlerce asker hakkında yakalama kararı çıktı. Ne demiştik?
Ortada dar anlamıyla bir örgüt yok. Daha açık söyleyeyim, Fethullah Gülen zamanında Erdoğan’ın arkasında konumlandırılan büyük kuvvetin birleştirici unsurudur ve Rasim Ozan Kütahyalı “o olmasa yeni Türkiye’yi yaratamazdık” derken mutlak olarak haklıdır.
Burada bizim anladığımız anlamda bir örgüt yok; imamlar, ablalar filan bunlar işin elbette önemsiz olmayan “teknik” yanları.
Eğer bu kavramda ısrar edilecekse, o zaman söyleyelim, Erdoğan projesinin arkasına yığılan herkes FETÖ’cüdür.
“Ağlak imamın peşinden gidenler”le dalga geçenler oturup bir düşünmelidir.
Şimdi de Erdoğan projesinden geriye kalanı toparlamak için yapılan hamleleri dar anlamıyla FETÖ ile ilişkilendirmek saçma. Türkiye’nin patronları, AKP’nin ağırlıklı bazı isimleri, Almanya ve ABD ve her zamanki gibi daha sessiz bir biçimde İngiltere Erdoğan’ın dansına son vermek istiyorlar. Ya bir yere sabitleyecekler ya da ve daha güçlü olasılık müziği kesecekler. Daha önce de yazdık S-400’ler Erdoğan’ı korumak için üretilmedi; Putin’in Erdoğan’a sunacağı kaçış yolunun tamamen açık olduğu büyük bir efsanedir.
2002’de bizler AKP iktidara gelirken projeye dikkat çekmiş ve buna karşı mücadeleye çağırmıştık. Bu mücadelenin asla mevcut düzeni ya da önceki iktidarları savunmak anlamına gelmediğini vurgulayarak. Kimileri o zaman “AKP asker vesayetini yıksın hele bir” havasındaydı. O hava bir uzun hava oldu ve Türkiye’de solculuğun tarihine kara leke olarak kaydoldu.
Şimdi de “hele bir Erdoğan gitsin”ciler peydahlandı. Bunların önemli bir bölümü 2002’de “AKP’ye yol verelim”ciydi…
Türkiye biraz da bu kafa yüzünden 15 yılını kaybetti.
Parayı elinde tutanlardan, emperyalizmden, tekellerden kopmayan hiçbir strateji meşru değildir. Ortaya konan yolsuzluk belgelerine bu nedenle göz kapatacak değiliz. Dört yıl önce de kapatmadık, bunlar bildiğimiz şeyler.
Erdoğan kuşkusuz ve derhal istifa etmelidir; yol arkadaşları da…
Ancak aynı anda ve çok güçlü bir biçimde geçmişte AKP projesinin arkasına yığınak yaptıran ve yığınak yapanlarla hesaplaşacak bir iradeyi yaratamazsak vay Türkiye’nin haline…
Man Adası’na yollanan dolarlar ne kadar kirliyse, TÜPRAŞ’ın, TELEKOM’un, Sümerbank’ın, SEKA’nın ve diğerlerinin yağmalanmasıyla elde edilen kârlar da o kadar kirlidir. Ve bu kirler birbirine bağlıdır, birbiriyle ilişkilidir. Türkiye’de ve dünyada düzen Erdoğan ve çevresinin aşırı zenginleşmesine yıllar boyunca “hizmet karşılığı” göz yummuştur. Bunu sorgulamadan dekont sallamak riyakarlıktır.
Sonra, “Türkiye’yi batı ittifakından koparıyor” iddiasıyla yapılan muhalefet Erdoğan’a madalya takmaktır.
Türkiye cemaatlerle, Gülen’le, Erdoğan’la, Koçlarla, Sabancılarla, Avrupa Birliği lobicileriyle, NATO’cularla bir bütün olarak hesaplaşmadıkça kendi kuyruğunu kovalayan kedinin durumuna düşecektir.
Susmayalım, örgütlenelim, boyun eğmeyelim… Ve “hele bir…” diye emperyalist projelere destek vermeyelim.
Halkımıza bu yakışır.
Kemal Okuyan / SOL
Parayı elinde tutanlar, yerli ve yabancı tekeller ya da daha doğru bir ifadeyle uluslararası tekeller, Erdoğan’ın arkasına ellerindeki bütün kuvveti yığdılar. Bir bölümü asli unsur haline gelirken, bir bölümü de “uyumlu” unsurlar olarak bu uğursuz projeye katkı koydu. Solcuyum diye ortada dolanan liberalleri de, bu güruhtan kopmayarak suça ortak olanları da burada sayın.
Erdoğan ve arkasındaki kuvvet misyonunu yerine getirdi. Yıllar boyunca örselenmiş; piyasacılığın ve NATO’culuğun ve de antikomünizmin kirlettiği Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923’ten geriye kalan ne varsa, hepsinden kurtuldular; parayı elde tutanları rahatlattılar.
Ancak Türkiye’de ya da dünyada sermaye sınıfının ne yapsa çözemeyeceği büyük bir sorun var: Bugünkü düzenin, yani kapitalizmin bir geleceği yok. Erdoğan’ın projesi, “yıkarken” başarılıydı ama yerine ne konacak?
Erdoğan’ın kendince bir çözümü vardı: Osmanlı’yı 21. yüzyılda diriltmek!
Halk buna geçit vermedi, Suriyeliler buna geçit vermedi, dahası emperyalist sistemin içindeki dengeler buna izin vermedi.
Ne ki Erdoğan, parayı, zenginlikleri elinde tutan sınıf adına bir yıkımı gerçekleştirirken Yeni-Osmanlıcılıktan yararlanmıştı. Dış politikada sınırların yeniden belirlenmesi daha doğrusu belirsizleşmesi, ümmetçilik, serbest bölgeler, özel ordular, kabileleşme… İç politikada kuralsızlık ve dinselleşme… Ekonomide giderek daralan bir ekibin ya da Erdoğan ailesinin denetlediği ve her durumda emekçi halkın ezildiği bir yağma düzeni…
Padişahım çok yaşa!
İşler iyiyken böyleydi ama bu fantezi duvara tosladığında proje adına aşırı güçlendirilen baş aktörü denetlemek, mütevazı bir role ikna etmek gerekecekti. Ancak ne içeride-dışarıda yaratılan onca kir ne de ailede biriken ve kutulara sığmayıp bütün dünyaya yayılan milyarlarca dolar denetime tâbi olabilirdi.
Bir de üstüne ABD-Rusya-Çin-Almanya denklemindeki karmaşa eklenince Erdoğan’ı kontrol etmekten ona diz çökertmeye ve bu becerilemiyorsa ondan kurtulmaya dönük bir stratejiye geçildi.
Projede ABD’nin ağırlığı vardı, bugünkü stratejide de ağırlık Vaşington’da. Ama sadece ağırlık… Meseleyi ısrarla Amerikan emperyalizmine daraltmak isteyenler, o çıkar şebekesinin başka büyük aktörlerini örtmek isteyenlerdir. Emperyalizm çok katmanlı bir sistemdir; iç çelişkileri onun aynı zamanda bir bütünlüğü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dahası, emperyalist sistemde iç çelişkiler ülke sınırlarını gösteren siyasi haritalara bakarak anlaşılmaz. Sadece bir örnek: Bugün ABD ile bilek güreşine giren Putin Rusyası’nda çıkarları Amerikan tekellerinkine daha yakın büyük sermaye grupları vardır.
Bir eğilim olarak, dünya sistemi bu Erdoğan’la yapamaz. “Uyum”lu aktöre dönüşmek için büyük bir manevra yapmaya kalkarsa (ki bunun yollarını arıyor) Erdoğan, eskisi gibi olamaz.
Zarrab davasının geldiği nokta ve dün Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ve açıklamadığı belgeler, Erdoğan’ın bu manevrayı yapmakta zaten geciktiğini gösteriyor.
Kimsenin kuşkusu olmasın, dava ve belgeler aynı operasyonun parçasıdır. Erdoğan’a, pazarlık amacıyla da olsa, emperyalist dünya içindeki dengelerle bu kadar oynama iznini vermezler.
Hâlâ FETÖ kavramı etrafında bir tartışma sürüyor. Bugün yine yüzlerce asker hakkında yakalama kararı çıktı. Ne demiştik?
Ortada dar anlamıyla bir örgüt yok. Daha açık söyleyeyim, Fethullah Gülen zamanında Erdoğan’ın arkasında konumlandırılan büyük kuvvetin birleştirici unsurudur ve Rasim Ozan Kütahyalı “o olmasa yeni Türkiye’yi yaratamazdık” derken mutlak olarak haklıdır.
Burada bizim anladığımız anlamda bir örgüt yok; imamlar, ablalar filan bunlar işin elbette önemsiz olmayan “teknik” yanları.
Eğer bu kavramda ısrar edilecekse, o zaman söyleyelim, Erdoğan projesinin arkasına yığılan herkes FETÖ’cüdür.
“Ağlak imamın peşinden gidenler”le dalga geçenler oturup bir düşünmelidir.
Şimdi de Erdoğan projesinden geriye kalanı toparlamak için yapılan hamleleri dar anlamıyla FETÖ ile ilişkilendirmek saçma. Türkiye’nin patronları, AKP’nin ağırlıklı bazı isimleri, Almanya ve ABD ve her zamanki gibi daha sessiz bir biçimde İngiltere Erdoğan’ın dansına son vermek istiyorlar. Ya bir yere sabitleyecekler ya da ve daha güçlü olasılık müziği kesecekler. Daha önce de yazdık S-400’ler Erdoğan’ı korumak için üretilmedi; Putin’in Erdoğan’a sunacağı kaçış yolunun tamamen açık olduğu büyük bir efsanedir.
2002’de bizler AKP iktidara gelirken projeye dikkat çekmiş ve buna karşı mücadeleye çağırmıştık. Bu mücadelenin asla mevcut düzeni ya da önceki iktidarları savunmak anlamına gelmediğini vurgulayarak. Kimileri o zaman “AKP asker vesayetini yıksın hele bir” havasındaydı. O hava bir uzun hava oldu ve Türkiye’de solculuğun tarihine kara leke olarak kaydoldu.
Şimdi de “hele bir Erdoğan gitsin”ciler peydahlandı. Bunların önemli bir bölümü 2002’de “AKP’ye yol verelim”ciydi…
Türkiye biraz da bu kafa yüzünden 15 yılını kaybetti.
Parayı elinde tutanlardan, emperyalizmden, tekellerden kopmayan hiçbir strateji meşru değildir. Ortaya konan yolsuzluk belgelerine bu nedenle göz kapatacak değiliz. Dört yıl önce de kapatmadık, bunlar bildiğimiz şeyler.
Erdoğan kuşkusuz ve derhal istifa etmelidir; yol arkadaşları da…
Ancak aynı anda ve çok güçlü bir biçimde geçmişte AKP projesinin arkasına yığınak yaptıran ve yığınak yapanlarla hesaplaşacak bir iradeyi yaratamazsak vay Türkiye’nin haline…
Man Adası’na yollanan dolarlar ne kadar kirliyse, TÜPRAŞ’ın, TELEKOM’un, Sümerbank’ın, SEKA’nın ve diğerlerinin yağmalanmasıyla elde edilen kârlar da o kadar kirlidir. Ve bu kirler birbirine bağlıdır, birbiriyle ilişkilidir. Türkiye’de ve dünyada düzen Erdoğan ve çevresinin aşırı zenginleşmesine yıllar boyunca “hizmet karşılığı” göz yummuştur. Bunu sorgulamadan dekont sallamak riyakarlıktır.
Sonra, “Türkiye’yi batı ittifakından koparıyor” iddiasıyla yapılan muhalefet Erdoğan’a madalya takmaktır.
Türkiye cemaatlerle, Gülen’le, Erdoğan’la, Koçlarla, Sabancılarla, Avrupa Birliği lobicileriyle, NATO’cularla bir bütün olarak hesaplaşmadıkça kendi kuyruğunu kovalayan kedinin durumuna düşecektir.
Susmayalım, örgütlenelim, boyun eğmeyelim… Ve “hele bir…” diye emperyalist projelere destek vermeyelim.
Halkımıza bu yakışır.
Kemal Okuyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder