10 Aralık 2017 Pazar

Sahte hayatımızın hakiki komedisi: ‘Aile Arasında’ - TAYFUN ATAY

Nazım Hikmet nasıl vatan hainliğine devam ediyorsa hâlâ…
Gülse Birsel de yalan dünyamızın ipliğini pazara sermeye devam ediyor hâlâ!..

***


Gülse’nin “Yalan Dünya”sı, televizyon dizi tarihimizin başyapıtları arasında yer almayı hak etmiş çalışmadır. Reyting sistemine dinbaz-politik müdahale marifetiyle ekrandan kovuldu. Yine Nazım’dan çağrışımla yazmıştım zamanında, o, bir “memleketimden insan manzaraları” idi.
Dizide bir kültürel parçalanma içinde akıp giden hayatımızın doğudan batıya, kentten kıra, mondenlikten zontalığa her tarafına zıplayarak ürettiği karakterleri, sosyolojik ilgiye değer bir beceriyle seyrimize sunmaktaydı Gülse.
Aile, evlilik, akrabalık, komşuluk, töre, âdet ve geleneğin, en önemlisi de “erkekliğin” iç yüzüne sondajlar yapıp bunların hâlihazırdaki samimiyetsizliklerini ifşa etmekten hiç mi hiç kaçınmamaktaydı Gülse.
Ancak bunu yaparken hâlâ insandan umudu kesmemenin de;
Suçu, “Sistem” denen bir kocaman yanlışlığın kurbanı bireylerde aramamak gerektiğinin de;
Aile, akrabalık, dostluk ve arkadaşlığın, kısacası tümüyle insan toplumsallığının hâlâ dayanışma, paylaşma, sevgi, güven, umursanma ihtiyacımız açısından varlığının ve öneminin altını çizmekten de geri durmamaktaydı Gülse…

***
 
Gülse bu minval üzere, Türkiye’nin gündelik hayat sosyolojisini müthiş eğlenceli bir ciddiyetle yazmaya devam ediyor hâlâ…
Televizyondan “politik zor”la kovulmuş “Yalan Dünya”yı sinemaya, üstelik çok daha özgür, eleştirel, zengin, özellikle hayatımızda bir “direniş stratejisi” olarak mevcut argo ile zengin ve argoyu da tatlı tatlı estetize etmiş şekilde taşıyarak, yoluna devam ediyor.
Vizyondaki filmi “Aile Arasında”nın ilk izleme sonrası düşündürdükleri bunlar.
Daha, çok izleyeceğim.
Elime not defterimi alarak gidip izleyeceğim!..

***
 
Filmde bitmiş bir evliliğin ve hiç-başlamamış bir evliliğin (yani 21 yıl uzatmalı, “Sistem’ce gayrı-meşru” meyvesi de olan bir ilişkinin) iki iyi huylu karakteri (Demet Evgar-Engin Günaydın) baş rolde buluşturulmakta. Onlara her iki ilişkiden kötü huylu karakterlerle takviye yapılmış (Gülse Birsel-Şevket Çoruh). Cihangir’den Adana’ya açılan ve kültürel açıdan “parçalı-bulutlu” bir mekân yelpazesinde, o uzatmalı ilişkinin “gayrı-meşru” meyvesinin (Su Kutlu) yine “Sistem”ce imkânsız evlilik macerası, kahkahalandırıla kahkahalandırıla anlatılarak yol alınıyor.
Şu “Sistem” dediğin de ne ola mı diyorsunuz?..
“Sistem”, karı-kocalığın da, babalığın da, analığın da, evlatlığın da, evlilik, aile, akrabalık ve dostluğun da “para” olduğu bir ekonomi-politik örüntü.
Bu örüntüden ustalıkla süzdüğü karakterleri önümüze koyuyor Gülse: Monden, koket ve felaket Mihriban (Gülse Birsel); hönkürdek fakat hödük Adanalı zengin kebapçı Haşmet (Erdal Özyağcılar); onun karısı, hem fettan hem de “oynak” Mükerrem (Devrim Yakut); Mükerrem’in kocasından değil “sütçü”den olma saftirik oğlu Emirhan (Fatih Artman); “yanlış hayat”ın sillesine dayanmayı hırtlıkta bulmuş uzatmalı “dost” ve vefasız baba, klarnetçi Necdet (Şevket Çoruh); hem onun kafasını sopa ile kırmak için, hem de aynı “yanlış hayat”ın kıçına bir “doğruluk” sopası sokmak istercesine tabloya yerleştirilmiş pavyon şarkıcısı, trans birey Behiye (Ayta Sözeri); ve içerisinde ne aşkın ne de sevginin, sadece ve sadece paranın bulunduğu bir evlilik cenderesinde hâlâ nefes alıp vermeye çalışan, “Antidepresanların Gülümser” (Devin Özgün Çınar)…
Dahası var ama bu kadarı bile Nazım’ın romantik-dramatik “Memleketimden İnsan Manzaraları” destanını Gülse’nin şu kıyamet çağında trajik-komik mahiyette nasıl güncellediğini işaret etmeye yeter de artar.

***
 
Tabii “Aile Arasında”, bize “memleketimden insan manzaraları” yanı sıra, bununla bağlantılı, ilişkili, titreşimli mahiyette yaşadığımız hayatın “sahtelikler silsilesi”ni de sunuyor.
"Kutsal" aile, "yüce" evlilik kurumu, "değerli" akrabalık ve hemşehrilik bağları… Bunların hepsinin birer “serap”tan ibaret olduğunu içten içe bilsek de kendimize dahi itiraf edemiyoruz çoğu zaman… “Kamusal senaryo” buna izin vermiyor.
Gülse, hepimizde “saklı senaryo”yu açığa çıkarıyor.
Filmde izliyoruz: Evlilikler sahte, aile ilişkileri sahte, akrabalık bağları sahte, düğünler sahte, kına geceleri sahte, ölen dedenin arkasından ağlamalar sahte…
Yani gösteri, yani “şov”…
Gülse, bu sahteliği, bu hayatımıza hâkim, koskocaman “realite-şov”u yapıbozuma uğratıyor.
Ve bu “şov”un realitesi ile bizi çatır çatır yüzleştiriyor.
Heyhat, hem de hepimizi kahkahalara boğarak yapıyor bunu!
Aşk olsun ona, aşk olsun!..

***
 
Kişiselleştirerek bitireceğim ama yine de bir başka küresel-toplumsal “sahtelik” haline göndermeyle yapacağım bunu…
Yıllar yılı “1 Kadın 1 Erkek”te (ki o da dinbaz-politik müdahaleye kurban bir dizi) tutkunu olduğum Demet Evgar’ı filmde gayet yaşlanmış halde izledim.
Yalnız, üzülerek değil, sevinerek izledim!..
Sevinçle, neşeyle, mutlulukla ve daha da büyük bir tutkunlukla izledim.
Demet, yaşına, yaşlanmasına, yaşlılığına o kadar güzel sahip çıkmış ki!..
O kadar güzel yaşlanmış ki!..
Yaşlandıkça o kadar daha olgun ve çekici bir güzellik eklemiş ki kendine…
İnsanlık adına içim ferahladı.

***
 
Demet belli ki yaşlandıkça güzelleşecek, yaşlandıkça güzelleşecek, yaşlandıkça güzelleşecek…
Ve böylece yaşlandıkça ölümsüzleşecek.
Malûm, yaşlılık, “yaşarken ölmek”tir diye bellettiler bize hanidir ve şu yalan dünyada hepimize “Yaşasın anti-ageing” dedirtir oldular.
Ben filmden çıkarken bir de Demet’i hayal ettim sokaklarda, caddelerde, meydanlarda…
Yaşlandıkça kusursuzlaşan, daha da komik, daha da sevimli, daha da seksi, daha da “kutsî” hale gelen güzelliğiyle…
“Yaşasın Yaşlılık, Kahrolsun Anti-Ageing” diye slogan atıp yürürken!..

Tayfun Atay / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder