10 Ocak 2018 Çarşamba

Açık konuşmak gerekirse üniversiteyi bilmiyor - TAYFUN ATAY

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Boğaziçi Üniversiteliler Derneği’nin toplantısında, “Açık konuşmayı severim” diyerek bu üniversitenin kendi gönlünden geçen konuma ulaşamadığını şöyle belirtmiş: 
Bu üniversitemiz açıkçası biraz zayıf kalmıştır. Bu ülke ve milletin değerlerine yaslanamadığı için küresel bir marka haline gelme çabalarında hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır. Çok seslilikle, kendi ülkesine ve milletine yabancılık arasındaki çizgi doğru çizilmeden bunu başaramayız. Batı ülkelerindeki üniversiteler çok sesli değil mi? Bunlardan hangisinin kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü gördünüz?” 

Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerine onun üslubunca “Açık konuşmayı severim” diye başlayan geri bildirimlerde bulunmaya kalkmanın tek sakıncası, ifadelerin hangi birinden başlama yolunda yaşayacağınız zorluk ve kararsızlık olabilir. 

Sondan başlamayı deneyelim! 
Bugün Erdoğan’ın lideri, daha doğrusu sahibi olduğu iktidar makinesi AKP içinde görevli kimileriyle de yolumun kesiştiği, lisans-üstü eğitim yaptığım Londra’daki okulun kantininde bir sohbet esnasında; 
Londra Üniversitesi’nin meşhur “LSE”sinde (“London School of Economics and Political Science”) ders veren (2010 yılında kaybettiğimiz) İrlanda asıllı FredHalliday için, aramızdan birinin sarf ettiği şu söz hiç hatırımdan çıkmaz: 
Yahu, adam tam bir İngiliz düşmanı, ha!..” 
Halliday, dünyada siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler denince de, LSE denince de, ama en önemlisi “İngiltere” denince de akla gelen ilk isimlerden biriydi o sıralar.
 
Geçelim Amerika’ya... 
Dünyanın en saygın üniversitelerinden Columbia’da İngiliz Tarihi ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü olup “Oryantalizm” üzerine yazdıklarıyla çığır açmış Filistin asıllı Arap-Hristiyan, (2003’te kaybettiğimiz) Edward Said, tarihe Lübnan’dan İsrail sınır koruma birliklerine simgesel taş atma eylemi gerçekleştirirken çekilmiş fotoğrafıyla geçti. 
Yahudi lobisi, yaşadığı ülkenin yüksek milli değerlerine ve uluslararası çıkarlarına aykırı ve de “terör destekçisi” bu davranışı nedeniyle Said’in defterini dürdürmek için yapmadığını bırakmadı üniversiteye... 
Ama üniversite, adeta “Said, Columbia’dır” dercesine püskürttü bu girişimleri. 

Fransa’da (1984’te kaybettiğimiz) Michel Foucault, Collège de France’ta “Düşünce Sistemleri Tarihi” kürsüsünde dersler verirken 1970’lerin sonunda İran İslam Devrimi’ni savunan, Humeyni’yi anlamaya çağıran makaleler yazdı. Onu tabii ki çok kınayan oldu ülkesinde de, Batı’da da, ama ne Fransa’da, ne de Amerika’da ders/konferans verdiği üniversiteler onu dışladı. 

Bu saydığım örnekler çoğaltılabilir ve bu insanların hiçbiri, çalıştıkları üniversitelerin bulunduğu ülkelere ihanet eden insanlar değildi. 
Onlar, bilim ve düşünce insanıydı. 
Elbette üniversiteler sütten çıkmış ak kaşık değil. 
Hele Türkiye’de hiç değil; ne bugün, ne de dün, hiçbir zaman olmadı. 
Ben yaklaşık 40 yıldır üniversitenin içindeyim ve bunun 6 yılı da Londra’da, o yukarıda zikrettiğim LSE’ye hemen hemen komşu konumdaki SOAS’ta (“School of Oriental and African Studies”) geçti. Bu okulda “ülkenin milli menfaatleri”, “İngiliz halkının değerleri” şeklinde genellenebilecek bir tavır ve motivasyona rastlamadım hiç. 
Aksine, milli-manevi değerlerin de, milliyetçiliğin de, yabancı düşmanlığı, ırk ayrımcılığı, İslamofobinin de lime lime edildiği bir yerdi SOAS... 

Erdoğan’ın, dini iyi bilen bir arka plâna sahip olduğunu (birtakım eleştirilere muhatap olma pahasına) hep söyleyegeldim. Onu, Erbakan’dan özellikle tarikat-cemaat çevreleri nezdinde farklılaştıranın bu olduğunun altını çizdim. 
Evet, Cumhurbaşkanı, ulemadan değilse de teolojiye hâkim diyebiliriz. 

Ama Cumhurbaşkanı sosyoloji bilmiyor. 

Cumhurbaşkanı, üniversite nedir, ne değildir, bunu da bilmiyor. Üniversite, “vatan-millet-sakarya” müessesesi değildir. 
Üniversite biat-itaat değil merak; inanç değil kuşku; duygu değil sorgu diyarıdır. Üniversite, bir ülkede “milli-manevi değerler” retoriği etrafındaki 
“etnosantrik”(bizmerkezci) duyarlılıklara en fazla mesafeli olunması icap eden kurumdur. 
Üniversite yerli değil, milli de değil, ama evrensel bilgi, düşünce, eleştiri “site”sidir... 
“Şeyh uçmasa da mürit uçurur” sözünü bilen bilir. 

Bu, bir karizmatik şahsiyete körü körüne bağlı kitlelerin ona nasıl olağanüstülükler, olmadık meziyetler yüklediğini anlatan bir deyiştir. 
Fakat böylesi liderlik pozisyonunda olan bazı “mahir” şahsiyetler, o sözün çekimine karşı temkinli ve ihtiyatlıdır. 
Çünkü onun büyüsüne kapılmanın en büyük tehlikeyi kendilerine doğuracağını bilirler. 
Cumhurbaşkanı, üniversite konusunda uçtukça uçuyor. 
Kendisine bağlı, büyük bir kitlenin “uçurması” doğrultusunda uçuyor. 
Çevresinde ona üniversite konusunda makulü arz edecek birileri yok mu, var. Ama susuyorlar. 
Herhalde azımsanmayacak yüzdedeki “bağlılar” kitlesinin (“müritlerin”“lider”i uçurması, onları da savrulma riski, kaygısı, korkusuna ittiği için susuyorlar. 
Kraldan çok kralcılık, içinde bulundukları iklimde geçerli olduğundan susuyorlar. 
Biz ise her daim olduğu gibi “üniversite” bahsinde de bütün hışmı üstümüze çekme pahasına yine diyoruz ki... 

Kral çıplak!..

Tayfun Atay / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder