"Çılgın Proje" olarak lanse edilen Kanal İstanbul'un nihai rotası açıklandı. Kanal, Avrupa ve Asya kıtaları arasında iki yarımadadan oluşan İstanbul'un "merkez"ini koparıp denize bırakıyor ve İstanbul artık iki yarım ada ve bir adadan oluşuyor. Yaklaşık 45 km uzunluğundaki bu proje 65 milyar lira gerektiriyor.
Türkiye bu projeyi finanse edecek maddi güce elbette ki sahip değil. O halde adres belli: Avrupa'dan yüksek faizle borç alınacak. Tamamlanması en az beş yıl sürecek bu proje, devamlı bütçeyi sömürecek.
Peki, 65 milyar lira gerektiren kanal, ne sebeple yapılıyor?
Bunca borca değecek mi?
Yandaş basın tarafından, 1936 Montrö Sözleşmesi sebebiyle Boğaz'dan geçen gemilerden ücret alınmadığı, Kanal İstanbul'un inşa edilmesiyle gemilerden net ton başına 5,5 ABD Doları alınacağı ve Türkiye'nin bu vesileyle çok para kazanacağı iddia edildi.
Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım, boğazdan transit geçiş yapan yabancı ticaret gemisinin net ton başına yaklaşık 0,90 ABD doları ücret ödediğini, kılavuz ve kurtarma hizmetlerinden ayrıca ücret alındığını açıklayarak, bu iddiaları yalanladı. Ayrıca, Montrö'den farklı olarak Kanal İstanbul'dan ton başına 5,5 ABD doları alınacağı iddiasının gerçekleşmesinin mümkün olmadığını belirtti ve ekledi "Süveyş Kanalı'ndan geçen gemiler bile ton başına yaklaşık 2 dolar öderken Kanal İstanbul'dan 5,5 dolar nasıl alınacak?"
Kanal'ın gerekliliği için, İstanbul Boğazı'nda meydana gelen kazalardan, iki yakadaki yerleşim yerlerini koruma amacı ileri sürüldü. Ancak, Kanal İstanbul'un ÇED raporunda 3 boyutlu modellerde kanala sıfır evler yer alıyor.
O halde buradaki insanlarla birlikte daha fazla hayat riske girmeyecek mi?
Kanal İstanbul projesinde, bilimsel olarak çevresel risklerinin göz ardı edildiği zaten ortaya çıkan ekolojik tahribat senaryolarından belli oluyor…
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu sekreteri Cevahir Efe Akçelik, Kanal İstanbul projesi için yapılacak kazının gerektirdiği en az 5 yıllık hafriyat çalışmasının tozlarının havaya karışmasının büyük çaplı hava kirliliği sorunu oluşturacağı uyarısını yapıyor.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye, akademisyenlerin katkılarıyla hazırlanan raporunda, Karadeniz'in kirli sularının Marmara'ya dolacağını; bunun neticesinde ise denizin dibindeki oksijenin azalarak Marmara Denizi'nin, canlılar için yaşanamaz hale geleceğini belirtiyor.
Benzer tehlike Karadeniz için de geçerli. Denizbilimci Prof. Dr. Cemal Saydam, alt akıntı ile gelen Akdeniz'in tuzlu suyunun Karadeniz'deki canlı yaşamını olumsuz etkileyeceği ve ticari balıkçılığın sona ereceği ihtimaline karşı uyarıyor.
Bilim Akademisi Üyesi Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, kanalın Marmara'ya açılan kısmının fay hattıyla yakın temasta bulunacağını belirtiyor ancak, kanalın depremde görülecek yanal ve düşey hareketlere karşı nasıl tolerans göstereceğinin bilinmediği konusunda da uyarıyor.
Bunlar, uzmanların uyarılarından bazıları. Ancak bu kadarı bile projenin sorgulanması için yeterli değil mi? Ki bunlar bilinen senaryolar…
Projenin çevre için olumsuz sonuçlarının önüne nasıl geçileceğini bilmiyoruz. Yap-işlet-devret modeliyle inşa edilmesi düşünülen projede kimlere, ne kadara ne tür garantiler verileceğini; kanal çevresinde oluşacak ranttan kimlerin faydalanacağını da henüz bilmiyoruz. Projenin, bölgede yol açacağı nüfus yoğunlaşmasının İstanbul'a ne gibi etkisinin olacağını da bilenimiz yok.
Yani özetle İstanbul'dan bir dilimi koparıp denizin ortasına bırakıyoruz ama bunun ne faydası olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz.
Zaten bu tür projeler yalnızca kısıtlı kamu kaynaklarının, sınırlı bir gruba fayda sağlaması için kullanılır, onun dışında da kimseye bir yararı olmaz.
Görünen o ki, kanalın boğaz olarak pazarlanması sonucu, iki yakasında genişleyecek yerleşim yerleri ile İstanbul tamamen betonlaşacak ve şehrin nüfusu iyice artacak. Yapılan yanlış geç anlaşılacak; yıllar sonra yine "İstanbul'a ihanet ettik" denilecek.
Ancak iş işten geçmiş olacak…
(FATMA ÇELİK/YENİÇAĞ)
Türkiye bu projeyi finanse edecek maddi güce elbette ki sahip değil. O halde adres belli: Avrupa'dan yüksek faizle borç alınacak. Tamamlanması en az beş yıl sürecek bu proje, devamlı bütçeyi sömürecek.
Peki, 65 milyar lira gerektiren kanal, ne sebeple yapılıyor?
Bunca borca değecek mi?
Yandaş basın tarafından, 1936 Montrö Sözleşmesi sebebiyle Boğaz'dan geçen gemilerden ücret alınmadığı, Kanal İstanbul'un inşa edilmesiyle gemilerden net ton başına 5,5 ABD Doları alınacağı ve Türkiye'nin bu vesileyle çok para kazanacağı iddia edildi.
Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım, boğazdan transit geçiş yapan yabancı ticaret gemisinin net ton başına yaklaşık 0,90 ABD doları ücret ödediğini, kılavuz ve kurtarma hizmetlerinden ayrıca ücret alındığını açıklayarak, bu iddiaları yalanladı. Ayrıca, Montrö'den farklı olarak Kanal İstanbul'dan ton başına 5,5 ABD doları alınacağı iddiasının gerçekleşmesinin mümkün olmadığını belirtti ve ekledi "Süveyş Kanalı'ndan geçen gemiler bile ton başına yaklaşık 2 dolar öderken Kanal İstanbul'dan 5,5 dolar nasıl alınacak?"
Kanal'ın gerekliliği için, İstanbul Boğazı'nda meydana gelen kazalardan, iki yakadaki yerleşim yerlerini koruma amacı ileri sürüldü. Ancak, Kanal İstanbul'un ÇED raporunda 3 boyutlu modellerde kanala sıfır evler yer alıyor.
O halde buradaki insanlarla birlikte daha fazla hayat riske girmeyecek mi?
Kanal İstanbul projesinde, bilimsel olarak çevresel risklerinin göz ardı edildiği zaten ortaya çıkan ekolojik tahribat senaryolarından belli oluyor…
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu sekreteri Cevahir Efe Akçelik, Kanal İstanbul projesi için yapılacak kazının gerektirdiği en az 5 yıllık hafriyat çalışmasının tozlarının havaya karışmasının büyük çaplı hava kirliliği sorunu oluşturacağı uyarısını yapıyor.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye, akademisyenlerin katkılarıyla hazırlanan raporunda, Karadeniz'in kirli sularının Marmara'ya dolacağını; bunun neticesinde ise denizin dibindeki oksijenin azalarak Marmara Denizi'nin, canlılar için yaşanamaz hale geleceğini belirtiyor.
Benzer tehlike Karadeniz için de geçerli. Denizbilimci Prof. Dr. Cemal Saydam, alt akıntı ile gelen Akdeniz'in tuzlu suyunun Karadeniz'deki canlı yaşamını olumsuz etkileyeceği ve ticari balıkçılığın sona ereceği ihtimaline karşı uyarıyor.
Bilim Akademisi Üyesi Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, kanalın Marmara'ya açılan kısmının fay hattıyla yakın temasta bulunacağını belirtiyor ancak, kanalın depremde görülecek yanal ve düşey hareketlere karşı nasıl tolerans göstereceğinin bilinmediği konusunda da uyarıyor.
Bunlar, uzmanların uyarılarından bazıları. Ancak bu kadarı bile projenin sorgulanması için yeterli değil mi? Ki bunlar bilinen senaryolar…
Projenin çevre için olumsuz sonuçlarının önüne nasıl geçileceğini bilmiyoruz. Yap-işlet-devret modeliyle inşa edilmesi düşünülen projede kimlere, ne kadara ne tür garantiler verileceğini; kanal çevresinde oluşacak ranttan kimlerin faydalanacağını da henüz bilmiyoruz. Projenin, bölgede yol açacağı nüfus yoğunlaşmasının İstanbul'a ne gibi etkisinin olacağını da bilenimiz yok.
Yani özetle İstanbul'dan bir dilimi koparıp denizin ortasına bırakıyoruz ama bunun ne faydası olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz.
Zaten bu tür projeler yalnızca kısıtlı kamu kaynaklarının, sınırlı bir gruba fayda sağlaması için kullanılır, onun dışında da kimseye bir yararı olmaz.
Görünen o ki, kanalın boğaz olarak pazarlanması sonucu, iki yakasında genişleyecek yerleşim yerleri ile İstanbul tamamen betonlaşacak ve şehrin nüfusu iyice artacak. Yapılan yanlış geç anlaşılacak; yıllar sonra yine "İstanbul'a ihanet ettik" denilecek.
Ancak iş işten geçmiş olacak…
(FATMA ÇELİK/YENİÇAĞ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder