Herkes Buddy adlı şirin köpeğin peşinden koşuyor: Sahibi Steve (Bruce Willis) için, her sabah kız kardeşi Kate ve yeğeni Taylor’a bıraktığı Buddy ‘aile’ demek. Köpek Kate ve kızı Taylor için de önemli, çünkü dağılmış bir ailenin kusursuz tamamlayıcısı gibi görünüyor. Bu durumda Buddy’nin Latin kökenli bir çete tarafından çalınması aileye yönelik en büyük tehdit olacaktır tabii…
Ana karakter Steve’in hem Buddy’yi hem de zamanında satmak zorunda kaldıkları aile evini geri almak için uğraştığı Once Upon a Time in Venice (2017) adlı bu matrak dedektif hikayesinde bir tek doğru düzgün aile yok; aile yanılsaması yaratmak için hep birlikte aynı evde yaşayan Latin çete üyeleri, seks bağımlısı kız kardeşlerini eve geri götürmek için uğraşan Hawaili abiler, karısı tarafından terk edilince depresyona giren sörfçü Dave gibi bir ailesizler topluluğunun ortasında Buddy, ailenin ve daha derinde ‘beyaz Amerika’nın simgesi olarak hikayenin merkezine oturuyor -filmdeki suçlu karakterlerin tamamını Latinler, siyahlar, Ruslar vd. oluşturuyor. Benzer bir durum John Wick (2014) isimli abartılı derecede saçma aksiyon filminde de vardı: İşten elini eteğini çekmiş eski katil John Wick, Rus mafyası karısından kalan tek yadigar olan yavru köpeği öldürünce yeminini bozup ortalığı kan gölüne çeviriyordu -Amerika’yı Ruslardan temizliyordu.
Tarih boyunca sadakat ve yuva bekçiliğinin sembolü olan köpek, ‘Amerikan rüyası’yla biçimlenmiş ve o rüyayı yeniden biçimlendiren Hollywood sayesinde artık ideolojik bir formül bileşenine indirgenmiş durumda: Banliyöde bahçeli ve garajlı bir ev, en az iki araba, en az bir köpek… TV köpeği Lassie’den koca Saint Bernard Beethoven’a, Polis köpeği K-911’den Garfield gibi bir köpek düşmanı bir tembeli bile harekete geçiren Odie’ye kadar irili ufaklı yüzlerce örnekte diğer evcil hayvanların asla sahip olamayacağı bir sembol gücüne tanıklık ederiz; köpek aileyi oluşturur, biçimlendirir, bir arada tutar.
Bu durum Hollywood’la sınırlı değil tabii; mesela ‘köpek’ denince akla ilk gelen filmlerden Amores Perros’taki işlevsiz aile hikayesi Cofi adlı köpeğin etrafında örülmüştür. Son iki filmini sürgünde çeken Tarkovsky’nin Stalker (1979), Nostalgia(1983) ve Kurban’ında (1986) melankolik karakterlerin aile ve yurt özleminin en önemli sembolik göstereni rüyalarla gerçek dünya arasında gidip gelen köpeklerdir.
Angelopoulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün’ünde (1998) kanserden ölmek üzere olan Alexander’ın köpeği aynı zamanda ailesidir. Az ömrü kaldığını bilen Alexander köpeği emanet bırakacak bir yer bulamaz bir türlü, kızı bile kabul etmez Alexander’ın anılarında sürekli ziyaret ettiği deniz kıyısındaki evi müteahhite satan damat Nikos filmde köpek sevmeyen tek kişidir zaten. Bir yandan da Selanik sokaklarına düşmüş küçük bir Arnavut çocuğu kurtarmak için uğraşan Alexander sonunda köpeği hizmetçisi Ourania’ya, tam da kadın oğlunu evlendirirken emanet eder. Böylece köpek yeni bir ailenin kuruluşunun mührü olur.
Köpekler iyidir, sokak ya da ev köpeği olmaları önemli değil, sembolik köpekler bile iyi olabilir. Ama gördüğünüz gibi bu köpek öyküleri arasında dehşetli bir fark var: Avrupa hikayelerinde köpek savaşlarla çalkalanan Avrupa tarihinin, dağılan yuvaların nostaljisini taşıyan hüzünlü bir yoldaş iken son yılların Hollywood örneklerinde, Reagan-Bush-Clinton-Bush-Obama-Trump çizgisine epey uygun biçimde, gerekirse kurşunlar ve bombalarla ulaşılması gereken Amerikan değerlerine denk düşüyor.
Once Upon a Time in Venice Türkiye’de gösterime girmeyecek sanırım, ama biz zaten 70 yıldır bu köpek hikayelerinin içindeyiz. 2. Savaş’tan beri ABD dünyanın bir kısmını arka bahçesi, geri kalanını da o bahçedeki köpek kulübesi gibi görüyor, malum. Bizimki gibi en makbul hayvanın ‘koyun’ olduğu ülkelerle ilişkisi ise ‘güdülecek sürü’nün ötesine geçmiyor. Böylece, ve son günlerde yaşanan gelişmelerin de ışığında, deli çobanlarla en az onlar kadar deli köpeklerinin sürüleri doğruca mezbahaya götürdüğü bir başka anlam düzeyiyle karşılaşıyoruz.
Sonuç olarak, Amerika’nın peşinden koştuğu köpek şirin Buddy değil. Köpek var, köpek var; cehennem bekçisi Kerberos da bir köpek sonuçta…
Uğur Kutay / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder