“Emperyalizm, her yere özgürlük değil egemen olma eğilimini taşıyan mali sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu, siyasal rejim ne olursa olsun, her yerde gericiliğin doğması ve bu alanda var olan çelişkilerin aşırı ölçüde ağırlaşmasıdır”[1]
Amazon çoğumuzun özellikle kitap alışverişlerinde kullandığı kocaman bir çok uluslu tekel. Yirmi yıldan az bir süre içinde, Apple, Google ve Facebook gibi dijital ekonomi alanındaki diğer tekellere karşı verdiği mücadelede kendisini ön saflara taşıdığı ve cirosunu muazzam ölçüde arttırdığı görülüyor. Sadece bulut verisi depolama servisi alanındaki pazar payının yüzde 33’ünü denetlemekte; bu rakam Microsoft, Google ve IBM’nin birlikte oluşturdukları toplam paydan fazla. Yüzün üzerinde ülkeye mal taşıyan insansız hava aracı da dahil olmak üzere dev bir iletişim filosunun sahibi olan Amazon, sadece bir online pazarlama şirketi değil. Onun da ötesinde pazarın altyapısına da ele geçirmekte. Algoritmaları her gün dünya çapında milyarlarca dolar değerinde ürünün akışını gerçekleştiriyor. Online pazarındaki egemenliğini diğer sanayi dallarını da avucunun içine almak için kullanmakta. Böylelikle ufak şirketleri piyasadan silip atmakta ve tekel gücünü gittikçe arttırmakta. 150 milyonu aşkın müşterisi arasında CIA, Amerikan Ulusal Ajansı ve Amerikan Savunma Bakanlığının da bulunduğu tekelin kurucusu ve CEO’su, dünyanın en zengin 19’uncu kişisi olan ve 2012’de sermaye sınıfının ünlü dergilerinden Forbes tarafından yılın adamı seçilen Jeff Bezos. Şirketin 2012 yılındaki cirosu ise 62 milyar dolar. Amazon’un yüzde 62’sinin sahibi ise BlackRock, Vanguard ve State Street isimlerini taşıyan üç finans firması. Bu firmalar yaklaşık olarak Amerika’nın gayrisafi yurt içi hasılasına eşit bir pazar kapitalizasyonuna sahip ve 23 milyon emekçi çalıştırmakta.
Tekeller kahkaha atıyor! Ya işçiler?
Tüm işyerlerinde “Sıkı çalış, neşelen, tarih yaz” sloganıyla çalışanlarına seslenen Jeff Bezos’un büyük servetinin kaynağında büyük bir işçi sömürüsünün yattığını söyleyebiliriz, ama yetmez. Çünkü günümüz kapitalizminin, dünya emekçilerinin tümüne olduğu gibi, Amazon çalışanlarının yaşamlarına getirdiği değişiklikler gerçekten çok ağır ve insanlık dışı.
Şirket, metropoller dahil olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmış olan yüzlerce iş yerinde, aralarında tarihçiler, dişçiler, avukatlar ve doktorlar gibi nitelikli elemanların da bulunduğu, kırk dört ülkeden yaklaşık dört yüz bin emekçi çalıştırmakta. Şimdilik robotlardan ucuz olduğu için kısa süreli kontratlarla kiralanan, güvencesiz, yarını belirsiz bu “uluslararası işgücü” genelde kent dışındaki işyerlerinde istihdam edilmekte. Amazon emekçileri, Almanya’da kış soğuğunda ısıtması olmayan bungalovlarda, ancak bir çocuğun sığabileceği yataklarda yatırılmakta, ısıtma olmadığından depolarda çalışırken parka, eldiven ve şapka giymek zorunda kalmakta. Yazın pencerenin, ışık girecek bir delik ve havalandırmanın olmadığı, hava sıcaklığının 40 derece santigrada ulaştığı ülkelerdeki işyerlerinde ise bir karnaval elbisesi giymeleri istenmekte, hastalanan işçileri taşımak için sedyenin bile bulunmadığı koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar[2].
Depolardaki çalışma düzeni, işçilerden mümkün olan en yüksek verimi almaya yönelik planlanmakta ve bu amaçla en son teknolojik gelişmelerden yararlanılmaktadır. Örneğin malların yerini ancak barkodlu tarayıcıların belirleyebildiği “kaotik depolama” sistemine göre stoklama departmanında çalışan bir işçi, kilometrelerce uzunlukta olan raflar arasında koşturup durmakta ve her vardiyasında yaklaşık 20 kilometreden çok yol yürümek zorunda kalmaktadır. İşçinin malı almasıyla birlikte tarayıcı üzerindeki bir aktivatör çalışmaya başlamakta ve işçi hemen diğer malı bulmak üzere yola çıkmaktadır. İşçinin kullanacağı yol da bilgisayarla saptanmaktadır. Tuvalet kullanımları bile sınırlı olan emekçi çok hızlı olmak zorundadır. Çünkü Bay Bezos, malların artık alıcıya sipariş edilen günde ulaşmasını istemektedir. Dolayısıyla her üç dakikada, bir Amazon kamyonu oldurulmakta ve yola çıkmaktadır. 2012 yılbaşı döneminde Amazon ABD’de her dakikada 300 mal satmıştır. Bu işler için kullanılan dev metal kutular bazen yaklaşık yüz bin metre karelik yani 14 futbol sahasını kaplayan bir alanı kaplamaktadırlar. Çok mal talebi olan sezonlarda koşullar daha da ağırlaşmakta ve geçici işçi sayısı kat kat artmaktadır. Bu dönemlerde işçiler boş hangarlarda ve döşeme üzerinde çalışıp uyumak zorunda bırakılmaktadırlar.
‘Elektronik kelepçe’li emekçiler
İnsan onurunu kıran bir başka uygulama da her çalışanın potansiyel hırsız sayılması ve güvenlikçiler tarafından sürekli olarak aranmasıdır. Uygulamanın onur kırıcı olmasının yanı sıra, çalışma sırasında ara verdiklerinde ve işten çıktıklarında üstleri aranan emekçilerin, mesai ve mesai dışı boş zamanlarına el konulmaktadır. Hakları gasp edildiği için kendilerine ek ödeme yapılması talebiyle mahkemelere başvuran Tennessee, Washington ve Kentucky’li Amazon işçilerinin davaları reddedilmiştir. İşçilerin tüm kişisel verileri ve verimlilikleriyle ilgili detaylar, bilgileri dışında kaydedilmekte ve şirketin Seattle’daki bilgi depolama merkezine gönderilmektedir. Dev tekel, bununla da yetinmemekte, patentini aldığı bir “elektronik kelepçe” ile emekçilerin tüm hareketlerini izlemeye hazırlanmaktadır. Bu “robot” işveren polisi, işin yavaşlaması ya da iş dışı bir ihtiyacın görülmesi durumunda işçiyi anında titreşimle uyaracaktır[3].
İşçilerin aileleriyle, gazetecilerle, arkadaşlarıyla konuşmaları, kontratlarında yazılı bir maddeye göre yasaklanmıştır. Amazon işçileri bu yasaklamanın üretim sırlarıyla ilgili olmadığını çünkü bunlara ulaşmalarının zaten olanak dışı olduğunu, amacın insanlık dışı ve ağır çalışma koşullarının kamuoyuna iletilmesinin engellenmesinden kaynaklandığını belirtmektedirler.
Düşme, hastalık, konveyör kayışlarının neden olduğu parmak kırılmaları, aşırı yorgunluk gibi iş kazaları da sıklıkla yaşanmaktadır. Ne var ki bunlar basında yer almamaktadır.
Örgütlenme ve Günter Wallraff[4]
Bir işçinin ifadesiyle “Amerikan rüyasının kabusa dönüştüğünü gören” emekçilerin tüm baskılara karşın çıkış yolunu sendikalarda örgütlenmekte buldukları görülmektedir. Özellikle Avrupa’daki işyerlerindeki işçiler, sendika üyesi olmanın işverene karşı duyulan korkuyu azalttığını ve bir aşağılanma olayı ile karşılaşan işçinin hemen sendikalı olmayı seçtiğini söylemektedirler. Grevlerin de eksik olmadığı Amazon işyerlerinde, işveren sendika temsilcilerine baskı uygulamakta ve sendikalarla pazarlık sonunda ödenmesine karar verilen saat ücretini kesintiye uğratarak ödemektedir.
Amazon’un işçi düşmanı politikalarını protesto eden ve Almanya’daki Ver.di sendikasının yönettiği grevleri destekleyen Alman gazeteci Günter Wallraff’ın başına gelenler trajikomiktir. Amazon’daki çalışma koşullarını öğrenen gazeteci hemen yayıncısını arar ve kitaplarının Amazon sitesinden kaldırılmasını talep eder. Yayıncı önce karşı çıkar ama Wallraff’ın ısrarı karşısında bu boykotu kabul etmek zorunda kalır. Ne var ki Amazon bu kez gazetecinin kitaplarını toptancılardan alarak satmaya başlar ve Wallraff tekeli durdurmayı başaramaz. Dahası, Wallraff’ın çabalarından habersiz olan insanlar gazeteciyi sadece gevezelik etmekle ve bu arada da kitaplarını Amazon üzerinden satmaya devam etmekle suçlarlar! Wallraff yaptığı açıklamada şunları söyler;
“Gerçekte, Amazon ile bireysel olarak mücadele etmek olanaksızdır. O, iyi tanımlanmış bir ideoloji temelinde örgütlenmiş çok uluslu bir tekeldir. Temsil ettiği düzen ise önümüze sadece onun sitesinden alışveriş edip etmemeyi istemek gibi tarafsız bir sorun koymuyor. Bu düzen nasıl bir toplumda yaşamak istediğimize dair siyasal sorunları gündeme taşıyor”[5].
Walraff yerden göğe kadar haklıdır. İnsanlığın sorunu bir çok uluslu şirketin onur kırıcı, lanetli uygulamaları değildir. Sorun siyasaldır ve patron Bezos’un iyiliği ya da kötülüğü de değildir. Sorun, içinde yaşadığımız, “üreyip çoğaldıkça canlı bir canavara dönüşen” sermayenin düzeninden kaynaklanmaktadır. Ne Yapmalı’nın yanıtı ise 150’inci yazılış yılını kutladığımız Marx’ın Kapital’indedir:
“… Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.”
Evet, yapılması gereken, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, ekonominin sosyalist dönüşümüdür. Bilimin, teknolojinin sermaye sınıfının değil, emekçi iktidarının hizmetine verilmesidir. Ancak böyle bir düzen kurulduğunda insanı insan kılan değerlerin, barışın hüküm süreceği güzel bir dünyada yaşamak mümkündür.
Bunun da tek yolu, bu düzeni kuracak olan dünya emekçilerinin kendi siyasal örgütlerinde birleşmeleridir.
Yani örgüt, örgüt ve yine örgüt…
Serpil Güvenç / SOL
[1] V.I. Lenin (1969),”Emperyalizm”, s. 150, Sol Yayınları, Ankara
[2] Jean-Baptiste Malet, 31 Ekim 2013, “Amazon-the Future of Retail?”, Le Monde Diplomatique
[3] Jeff Sorel, 13 şubat 2018, “Devastation in Retail Points to Deepening Crisis in Capitalist Economy”, Workers World
[4] Alman gazeteci Günter Wallraff, Yunanistan’a gidip Yunan Cuntasını protesto ettiği için işkence gördü ve bir buçuk yıl hapis yattı. İzlenimlerini “Komşumuz Faşizm” adlı kitabında anlattı. Silah taciri kılığında Portekiz’e gitti ve darbeci general Spinoza’nın planlarını açığa çıkardı. Bir dönem BİLD’de redaktör olarak çalıştı. Tröstler aleyhine yayın yaptığı için gazeteden atıldı. Nikaragua’ya gitti ve Somoza rejiminin devrilmesi sonrası edindiği izlenimleri “Nikaragua’nın içten görünümü”nde topladı. 1974 yılında “yabancı işçiler” projesi adı altında yaptığı çalışma kapsamında bir Türk işçi kılığında Mc Donald, Thyssen gibi firmalarda ve inşaatlarda çalışarak Türk işçilerin yaşadıklarını “En Alttakiler” adındaki kitabında yazdı. Kitap 1986’da Milliyet Yayınları’nda yayınlandı.
[5] Jean- Baptiste Malet, 31 Ekim 2013, “Amazon-the Future of Retail?”, Le Monde Diplomatique
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder