27 Şubat 2018 Salı

İktidar şekerde kimden yana? - OĞUZ OYAN

Yanıtı belli olan bir soru olabilir. Ama bıkmadan sormalı ve şeker pancarı üreticisinin, şeker işçisinin, şeker tüketicisinin (dolayısıyla herkesin) zihninde sorular oluşmasını, bunların yanıtlarını aramasını sağlamalıyız. Ulaşabildiğimiz kadarına. Sosyal mücadeleler tarihine geçirmek adına. "Millilik ve yerlilik" üzerinden kof milliyetçilik propagandası yapanların ulus-ötesi tekellerin taşeronundan başka bir şey olmadıklarını göstermek adına.

4 Nisan 2001'de TBMM'de kabul edilerek yürürlüğe giren Şeker Kanunu gerçi AKP öncesinin yasası. 15 günde 15 yasa şeklinde özetlenen IMF/Derviş yasalarından biri. 22 Haziran 2001'de kapatılacak olan Fazilet Partisi o tarihte 102 milletvekiliyle Meclis'te, muhalefette (Saadet Partisi 20 Temmuz, AKP 14 Ağustos 2001'de kurulacak). Fazilet Partisi, bu yasaya muhalefet ediyor. Doğru itirazları da var. Ama yalnızca bir yıl sonra hepsinin tamamen tersini yapmak üzere.

Fazilet'in AKP kanadı 2002'de iktidar olunca, tüm zamanların en azgın neoliberal /özelleştirmeci siyasi hareketi olarak sahneye çıkıyor. Kendisinden önceki 16 yılda gerçekleştirilmiş olan toplam 8 milyar dolarlık özelleştirmenin üstüne, 15 yılda 60,5 milyar dolarlık (Ağustos 2017 verisi) özelleştirme ekliyor. Bu sayıya, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve Ulaştırma Bakanlığı'nın Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) dışında gerçekleştirdikleri özelleştirmeler dahil değil. Onlar da eklendiğinde, AKP döneminde 75 milyar dolara yakın özelleştirme yapılıyor.

Cumhuriyet'in çeşitli dönemlerinde sanayi ve hizmet sektörlerinde bin bir güçlükle gerçekleştirilmiş, birçok bölgenin, ilin, ilçenin ama özellikle toplumun çeşitli kesimlerinin (işçi, mühendis, memur, köylü, hatta esnaf ailesinin) kaderini değiştirmiş, ülke kalkınmasında okul olmuş, toplum refahına (eğitimine, kültürüne) katkıda bulunmuş olan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) bir bir kamudan koparılıp satılıyor veya kapatılıyor. Büyük bir talan uygulanarak, gerçek değerlerinin çok altında, yabancı ve yerli sermayedarlara çoğunlukla peşkeş fiyatlarıyla sunularak. Yolsuzluk ve kayırma kapıları ardına kadar açılarak.

Ağustos 2017 tarihine kadar ÖİB tarafından gerçekleştirilmiş toplam 68,7 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin 47,5 milyar dolarlık bölümü de Hazine'ye aktarılıyor. Bütçe açıkları buradan kapatılıyor. Ayrıca KİT'lerden/üretimden çekilen devlet, yollara yatırım yapıyor. Bu arada, kârlı KİT'ler özelleşince geriye kalan daha sorunlu (zarardaki) kuruluşlara da 15,8 milyar dolar borç ve sermaye olarak aktarılıyor. (2018 Bütçe Gerekçesi: 302). Bu aktarmalar, eldeki kuruluşların albenisi arttırılarak özelleştirilmesi için de kullanılıyor.

ÖİB sitesine girip de "özelleştirmenin felsefesi" başlığını tıklarsanız, karşınıza sadece şu tanım çıkıyor: "Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir."  
Ne kadar özlü değil mi? 
Devletin asli görevleri adalet ve güvenlik gibi zor unsurlarının kullanımı ile dışsal faydası en çok sermayeye yarayacak olan altyapı yatırımlarından ibaret. Dikkat ediniz eğitim ve sağlık bile yok. Ve bu zihniyet, tüm iktidarı boyunca bıkmadan usanmadan (Goebbels yöntemleriyle) "Bunların çakılı bir çivisi bile yok"... kara propagandasını yapıyor. Cumhuriyetin ilk gününden itibaren çakılan bütün çivileri söküp talan edenler, tam tersine ikna etmek için zihinleri ele geçirmeye çalışıyor. Cahil avını bir sürek avına çeviriyor. (Etkisiz olduğunu sakın düşünmeyin; 2009 yılında Tire'nin Gökçen beldesindeki bir toptan karpuz pazarında yaşlıca bir köylünün, verdiğimiz bütün örneklere rağmen CHP'yi suçlamak için bu sloganı tekrarlamaktan geri adım atmadığını, nihayet ancak İl Özel İdaresi'nin kendi köyüne yaptığı basit bir yatırımı Özel İdare Meclis üyesi bir arkadaştan öğrenip bunu gözüne sokunca bu nakaratı söylemeyi kestiğini belirtelim).

                                                           ***
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin (Türkşeker) kuşkusuz sanayileşmede ve bunun Anadolu'ya yayılmasında tarihi bir önemi vardır. Türşeker'e bugün Şeker İş Sendikası yanında en çok Makine Mühendisleri Odası'nın sahip çıkması nedensiz değildir; bu fabrikalar aynı zamanda Türkiye'de makine sanayisinin gelişmesinin de okullarıdır. Osmanlı'dan hiç şeker fabrikası devralmayan Cumhuriyet'te, 1925-26'da Uşak ve Alpullu (Babaeski/Kırklareli) Şeker Fabrikalarının, 1933-34'te de Eskişehir ve Turhal Şeker Fabrikaların kurulması, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde sanayileşmenin ilk fitilini ateşledi. Böylece gene 1930'ların ilk yarısında Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'nin yani ilk KİT'lerden birinin ortaya çıkışı, devlet öncülüğünde ülkenin birinci sanayi devrimine girişi, 1930'lardaki sanayileşmenin önceliği olan "üç beyaz"ın yani un, şeker ve pamuklu mensucatın yerli imkanlarla sağlanmasının sac ayaklarından birinin oluşturulmasına zemini hazırlanmış oldu.
İzleyen dönemlerde farklı iktidarlar bu fabrikaların şeker pancarı ekilen bütün alanlara yayılmasını sağladılar. 

Ülkede artık 25'inin sermayesinin tamamı devlete ait olmak üzere 27 şeker fabrikası faaldi. Ayrıca Türkşeker'e bağlı dört alkol fabrikası, altı makine fabrikası, bir tohum işleme fabrikası, iki tarımsal işletme, bir araştırma enstitüsü bulunuyordu ve tümü bir entegre sistem oluşturuyordu. Türkiye, Türkşeker aracılığıyla şekerde gıda  güvenliğini en üst noktaya taşıdığı gibi türev sanayilere de yol açıyordu. Tarımsal alana sadece bir destekleme kurumu olarak değil, sınai üretimiyle de destek veriyordu; şeker pancarı küspesi de zaten hayvancılıkta en önemli yem girdilerinden biriydi.

Esasen bütün bu nedenlerle de Almanya, Fransa, ABD gibi Batılı gelişmiş ülkeler şeker pancarı üretiminden asla vazgeçmiyorlardı. Oysa şekerkamışından şeker elde etmek çok daha düşük maliyetliydi ve dünya şeker üretiminin yüzde 70'i şekerkamışı temelliydi. İthal yoluyla daha ucuza temin edebilecekleri bir temel besini kendi ülkelerinde üretmeye devam etmeleri gıda egemenliği bakımından stratejik bir karardı. Türkiye de, tıpkı bugün olduğu gibi, 2000'lerin başlarında dünyada ilk sıralarda yer alan bir şeker üreticisi ve tüketicisiydi. Birçok gıda ürününün aksine, Türkiye'de kişi başına şeker tüketimi Avrupa ortalaması düzeyindeydi. Türkiye üzerindeki iştahları kabartan nedenlerden biri de buydu.

Bu arada 1990'lara gelindiğinde dünyada şeker arz-talep dengesi başka bir gerçekliğe işaret ediyordu: Arz talebi aşmaktaydı ve bunun fiyatlar üzerindeki etkisi 1995'ten sonra büyümüştü. Londra Beyaz Şeker Borsası'nda ortalama fiyatlar şöyle gelişmişti: 1995: 396 $/ton ; 1996: 367; 1997:316; 1998: 255; 1999: 200 $/ton... (Veriler, 08.06.2001 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yazdığımız "Şeker Yasası Kimin Yasası" başlıklı yazımızdan alınmıştır). Fiyatlar beş yılda yarı yarıya gerilemişti. Gıda tekelleri için alarm çanları çalıyordu.

Kısa dönemde talebi arttırmak pek mümkün olamayacağına göre, arzın kısılması gerekiyordu. Daha da iyisi, üretimi kısılan ülkelere şeker ihraç edilmesi olacaktı. İşte İMF'nin Türkiye'ye verdirdiği 9 Ocak 1999 tarihli Niyet Mektubu'nun önemli taahhütlerinden biri de mevcut 27 Şeker Fabrikasının özelleştirilmesiydi. 

IMF/DB'nın 1 Ocak 2000 tarihinde başlattıkları istikrar ve yeniden yapılandırma programı, finansal kesim dışında en büyük dönüşüm ve tasfiyeyi tarımda, tarımsal KİT'lerde ve Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri'nde  gerçekleştirecekti.

İzleyen dönemde IMF/DB programını en uzun süre ve en büyük kararlılıkla uygulayan parti 2002'de iktidara gelen AKP oldu. Ama Şeker Fabrikaları'nın özelleştirilmesinde bugüne kadar yeterli başarıyı gösteremediler. Bunda Şeker İş Sendikası'nın hukuk mücadelesinin de önemli payı oldu. 2009'da Danıştay'ın iptal kararından sonra 2011'de çıkılan 10 fabrikanın özelleştirme ihalesi de 2012'de iptal edildi. 2001'de Şeker Kanunu çıktığındaki niyet, kârlı ve verimli Şeker Fabrikalarının öncelikli satışıydı. Oysa bu, daha önce KİT'lerin bütünü için söylediğimiz gerçekle yüzleşilmesine yol açacaktı: Şeker Fabrikalarının konsolide bilançosu özelleştirme sonrasında negatife dönecekti. Bugün de bu habis niyetlerden vazgeçilmemiş olup, bugün 14 fabrika için açılmış olan ihale de aynı sonuçları getirecektir. Şeker İş Sendikası Başkanı İsa Gök buna tepkisini gösterirken, şeker fabrikalarının bölgesel olarak şeker üretim maliyetlerinin çok farklı olduğunu, özelleştirme sonrasında bunların önemli bir kısımının kapatılacağını, çünkü bunlara kapasite ve teknoloji yükseltme yatırımı yapılmadığını hatırlatıp, "Türkşeker bunların paçal maliyetiyle ayakta durabiliyordu. 

Eğer bunlar satılırsa Türkşeker'in maliyeti çok daha fazla artar" diyor ve şöyle devam ediyordu: "Daha önce tohum fabrikamız vardı, Anadolu coğrafyasına uygun tohumlar üretiyorduk. Şimdi ise bu alanda tamamen Almanya'ya bağımlı hale geldik." (Dünya Gazetesi, 22.02.2018).

Nişasta bazlı şekere alan açmak için kotaları alabildiğine arttıran bir "iş bitirici" iktidar türünün millilik ve yerliliği de herhalde ancak bu kadar olabilmektedir.

Oğuz Oyan / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder