Haklı olarak herkes tedirgin. Tekellerin tarımı ele geçirmiş, yerli tohumu yok etmiş olmaları. GDO’lu ürünlerin, nişasta bazlı şekerin piyasayı sarmış bulunması. Çevre kirliliği. Nükleer felaket riski. İlaç şirketlerinin tıp ortamına yön verebilen gücü…
Liste uzar.
Tekeller dünyamızı kirletiyor, sağlımızı yok ediyor, sağlık sektörü ticarethaneye, hastaneler şirkete dönüştürülmüş durumda. Bu yapının halk sağlığını koruyup geliştirmesi, topluma ve hastalara güven vermesi olanaksız.
Ama… Bu güvensizlik genel olarak bilimin, özel olarak da tıbbın kazanımlarına karşı da gelişiyor, birileri tekellere karşı olacağım derken bilim karşıtı bir çizgiye düşüyor: İlaç yerine doğal ürünlerle mi beslensek, tansiyon için her gün iki çeşit ilaç yerine sarımsak mı yesek, gripten korunmak için nane limon mu kaynatsak, …?
Sonra bu iş giderek bir çılgınlığa dönüşüyor: Sağlıklı kalmak için her gün atılan adımı saymaya başlamak, ısırgan otunun, ıspanağın, portakalın, zerdaçalın kaç tutamının, ne kadar suda, kaç dakika kaynatılarak, hangi miktarda karıştırıldıktan sonra, günde bardak tüketileceği konusu yaşamları ele geçiriyor.
“Sağlıklı yaşam” ideolojisi böyle gelişiyor. İnsanlar sağlığı bozan kapitalizmle mücadele edeceklerine, sağlık diye içlerine kapanıyorlar.
Enteresan bir şekilde bilim karşıtı gericilerin bilime yönelik siyasal saldırısıyla, doğalın tekeller tarafından kirletildiğini, yok edildiğini düşünen güya halk sağlığından yana çevreler hemhal oluveriyorlar. Postmodern haller olarak değerlendirilmeyi hak eden bir durum.
Aşıların otizme yol açtığı iddiası giderek aşı karşıtlığının en önemli kozu haline geliyor. Robert De Niro’nun oğlu tiomersollü (civa) kızamık aşısı nedeniyle otizm olmuşmuş ve bu gerçeği haberleştirme cesareti gösterecek gazeteciye 100 bin Dolar ödül verecekmiş. Nereye meyledeceği, kimlerin, ne için kullanacağı çok açık bu mesajı tam 1.5 milyon takipçili Soner Yalçın twitter hesabından paylaşıyor.
Kızamık-kızamıkçık-kabakulak (KKK) aşısının otizme yol açtığını bulgulayan makalenin yazarı araştırmasının yöntemsel hatası olduğunu kabul ederek yayınını geri çekmiş olsa da bu dedikodu hala devam ediyor. Bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak için uğraşıyoruz yıllardır.
Bu devirde halkın sağlığına ve bizim bu işe ayırmak zorunda kaldığımız zamana yazık oluyor.
Bilim gözlemle başlar. Sıradan gözlemler, anketler, derinlemesine görüşmeler, katılımcı gözlemler, odak grup görüşmeleri veri toplamaya yarar. Halkın deneyimleri, hastaların kullandıkları ilaçların yan etkileri konusundaki bildirimleri, bunlar da veri toplama dünyasının araçları arasına dahil edilebilir.
Ancak tam burada iki önemli noktanın altını çizmeliyiz:
1- Veri toplama sistematik biçimde yapılmalıdır,
2- Toplanan verilerle oluşturulan hipotezler deneye tabi tutulmalı ve o noktaya kadar hiç kimse daha fazlası için ağzını açmamalıdır. Hipotezin sahibi hipotezini kanıtlamakla mükelleftir.
Doğal beslenme denilen alemin ve bununla bağlantılı tıp sorgusunun ve giderek düşmanlığının sorunu tam burada.
Sarımsak hipertansiyona iyi gelir, kırmızı üzümün içindeki resveratrol hem beyin fonksiyonlarının bozulmasını önler hem de kalp damar sistemi üzerinde olumlu etki gösterir. Bu hipotezler bu halleriyle hiçbir şey ifade etmezler.
Sarımsağın, kırmızı üzümün, kırmızı şarabın, zencefilin, hangi işlemlerden geçirilerek elde edilmiş özütünün ne kadarının işe yaradığı konusunun kontrollü araştırmalarla kanıtlanması ve biyokimyasal mekanizmalarının aydınlatılması gerekir. Yetmez, aynı sonucun farklı araştırmalarla da teyit edilmesi ve bu da yetmez bu sonuçları yanlışlayacak başka herhangi bir sonucun da saptanmamış olması zorunluluğu vardır.
Robert de Niro’nun oğlunun kızamık aşısındaki civaya bağlı olarak otizm olduğu iddiası Robert de Niro’nun kendisine ait olup bu haliyle dedikodudan hiçbir farkı yoktur.
Dün de yazdım: Bu tür gözlemleri, iddiaları uluslar arası kuruluşlar zaten toparlıyor. Yani Robert De Niro’nun iddiası en iyi ihtimalle tekil bir duruma dair bir gözlemken (en iyi ihtimalle, zira canı yanmış bir babaya ait olduğu için subjektif olma ihtimali gayet yüksektir), örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün toparladığı veriler şüphesiz çok daha tarafsız bir karakter taşıyor ve üstelik benzer pek çok iddiayı içerdiği için de analiz edilebilir bir gözlem havuzu oluşturuyor.
Sonuç: Aşılardaki civa dozu herhangi bir sağlık sorununa, otizme yol açmaz. Üstelik artık aşıların hemen hiç birisinde civa yok. İçinde civa olan (örneğin karma aşı) aşılardaki civanın da sağlığa zararı yok. Bunlar bilimsel araştırmalarla saptanmış gerçekler. Ama tabi ki yine de aşıların yan etkileriyle ilgili gözlemlerimizi, veri toplamayı sürdüreceğiz.
Bu kadar.
Sene olmuş 2018. Baktım: De Niro’nun oğluyla ilgili haber 2016’da basına düşmüş. Hatta bu konuda Vaxxed isimli bir film de çekilmiş ve De Niro bu filme destek de vermiş. O zaman oğlu 18 yaşındaymış. Anlaşılan oğlu 1980’lerin sonunda aşılanmış. İddiası Soner Yalçın’ın dediği gibi kızamık aşısının değil, kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının oğlunda otizme yol açtığı yönünde. Üstelik De Niro olayı kendisi hatırlamıyor, karısının anlatısı üzerinden aktarıyor: Oğlu aşı olduğu günün gecesinde aniden değişmiş: Ama, en başından itibaren bu aşı (1980’lerin sonunda yaygın olarak kullanıma girdi) civa içermiyordu.
Bilgi gerçekliğe dair bilimsel bir sonuçtur. Gözlemden başlayan bir araştırma süreciyle elde edilir. Eğilip, bükülemez, her niyete yenemez. Şüphesiz milyonlarca insanın, milyonlarca yıldır deneme yanılmaya dayalı olarak ürettiği bilgiler de vardır. Ancak ne olursa olsun bilgi üretimi sistematik araştırma gerektirir. Bilimde, bilgi üretiminde, gerçekliği kavramada “bana göre”, “benim açımdan”, “ben böyle düşünüyorum” gibi cümlelerin hiçbir anlamı yoktur. Tekil gözlemlerin, tam olarak doğru olsalar bile, tamamen rastlantısal olarak ortaya çıkmış olma, yani hiçbir şey ifade etmeme ihtimalleri yüksektir. Bilgiye giden süreçte aynı şeyi ifade eden farklı gözlemlerin yapılmış olması asgari koşuldur.
Bilim tekellerin egemenliğindeyse yapacağımız şey tekellere karşı çıkmak, bilime değil. Bilimi tekellerin egemenliğinden kurtarmak, bunun yolu da açık: Kapitalizmin yerine sosyalizmi kuracağız, bilimi halk için, halkla birlikte gerçekleştireceğiz.
“Ulusalcı sol”da giderek antitekel tutumla bilim karşıtı tutum iç içe geçmeye başladı.
Bilimin yöntemi diyalektik materyalizmdir. Tekel denilen yapı kapitalizmin ürünüdür.
İlker Belek / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder