3 Mart 2018 Cumartesi

Fabrikalar, tarlalar…- ORHAN GÖKDEMİR

“Yağmalanmış Fındık Bahçesindeki Bok Böcekleri” başlıklı yazıda Monsanto imalatı  “herbesit”lerle fındık bahçelerinin nasıl tarumar edildiğini anlatmıştık hatırlayacaksınız. O yazının üzerinden iki yıl geçti neredeyse, fındığın ve fındık üreticisinin hali ortada. Saldırı kesintisiz sürüyor.

Monsanto “fındık üreticisi”ni “ısırgan ilacı” ile zehirliyordu. Bugünkü konumuz o fındıkları alıp, işleyip, satan Cargill şirketi. Rastlantı değil bu ilişki. Cargill ile Monsanto iş ortağı. Şekerpancarına el atan ortaklardan Cargill, fındıkta olduğu gibi şekerpancarı tarlalarını zehirlemeye kalkışmadı. Daha kolay bir yolunu buldu; O pancarların işlendiği fabrikaları yağmalamak. İktidarı şeker fabrikalarının 14’ünü satışa çıkarmaya ikna ederek çözdüler sorunu.

Getirisi böyle yüksek olunca üşenmemiş, iktidarın “aydınlanması” için rapor hazırlamış şirket. Adı “Şeker Piyasası, Mevcut Durum ve Değerlendirme Raporu.” Raporda dedikleri şu; Şeker üretiminin kamunun elinde bulunması olabilecek en kötü durum. O halde? Derhal özelleştirilmeli. Bu raporun yayınlanmasının hemen ardından hükümet Şeker Kurulu'nu kapatıp 14 şeker fabrikasını özelleştirme kararı aldı. Hesaplamalara göre bu özelleştirmelerden sonra Cargill 10 yıl içinde Türkiye şeker piyasasının yaklaşık yarısını ele geçirmiş olacak.

Hepimiz biliyoruz ki o şeker fabrikalarının yerinde az zaman sonra yeller esecek. Sadece kötü niyetten değil. O fabrikaların üzerinde durduğu arsalar fabrikalardan daha kârlıysa kaçınılmaz sonuç bu olur. Yık fabrikayı, üzerine yapacağın AVM ile fabrikadan kazanacağının on katını kazan. Kapitalizmin amacı kâr değil mi? Piyasa mekanizmasının mantığı böyle. Fabrikalar yıkılacak, hem fabrikayı alan yerli kompradorlar kazanacak hem de Cargill amacına ulaşmış olacak. Atanmış başbakan Binali Yıldırım’ın deyişiyle “ özelleştirmeden sonra her şey eskisinden güzel olacak.”

                                                                   ***

Peki, nedir bu Cargill? Girin Cargill’in sitesine, şu ibareyle karşılaşacaksınız: “Cargill dünyanın güvenli ve sürdürülebilir bir şekilde beslenmesinde lider olmayı amaçlar.” Devamı da var: “Cargill dünyanın kalkınmasına katkı sağlamak için küresel gıda sistemi kapsamında bağlantılar oluşturmaktadır. Çiftçilerin piyasalarla bağlantıda olmasını, müşterilerimizin sürdürülebilir gıda çözümlerine ulaşmasını sağlıyor ve dünyanın gıda ihtiyacını karşılıyoruz.” Ne kadar ulvi bir amaç değil mi? En hoşu da “çiftçiler ile piyasa arasında bağlantı” kurulmasına aracılık ettikleri iddiası. Piyasa ile bağlantı, çiftçinin yok edilmesi ile sonuçlanıyor her zaman!

ABD menşeli bu şirket 1865 yılında kurulmuş. Çevreyi kirleten fabrikaları, genetiği değiştirilmiş mısır ve nişasta esaslı şeker üretimi ile ün salmış bir kurum. Tarım gıda alanında ABD'nin ilk beş, dünyanın ilk on şirketi arasında yer alıyor. Dünyanın en büyük tahıl şirketi. 70 ülkedeki faaliyetleri ve 150 bini aşkın çalışanı ile 150 milyar dolara yaklaşan yıllık ciroya sahip. Yol açtığı çevre felaketleri dışında şirketin, gelişmiş ülkelerde kabul görmeyen bir takım "deneysel" ürünleri, gelişmekte olan ülkelerde kullanıma sunduğu da iddialar arasında.

Dünya tahıl ticaretinin dörtte birini kontrol eden Cargill, tohum ve ilaç üreticisi Mansonto ile ortaklık kurarak tohumların geliştirilmesinden üretimine, ekiminden hasat sürecine, hasadın işlenmesinden gıda ürünü olarak tüketiciye sunulmasına, hayvan yeminden et pazarlamasına kadar bütün safhalar üzerinde söz hakkına sahip büyük bir tekel oluşturdu.
Bizde Marmara bölgesine konuşlanmış durumda, 1960'lı yıllardan beri iş yapıyor. Yakın zamanda Alemdar Kimya ve Turyağ gibi bazı şirketleri satın alarak genişledi. Ülker ile ortaklık kurdu. Ayrıca Hendek'te bulunan tesisinde işlediği fındıkları yurtdışına satıyor. İktidar üzerindeki etkisi büyük. Birinci sınıf tarım arazilerinin sanayi bölgesi ilan edilmesini istedi, AKP şak yerine getirdi. Şimdi şeker yasası ile getirilen kotadan glikozun çıkarılmasını ve früktoz için kotanın nişasta esaslı şeker üreten 5 fabrikanın tüm kapasitelerini kullanabilecekleri şekilde genişletilmesini istiyor. İsteyenin bir yüzü…

                                                                   ***

Türkiye, dünya pancar şekeri üretiminde dördüncü. Yani bu alanda önemli bir yer tutuyor. Ortadoğu'daki üretimin yüzde 65'ini tek başına yapıyor. Cargill'in şeker piyasasındaki gücü yapay şeker üretiminden. Yapay şeker ise mısırdan üretilmekte. Şekerpancarı üretiminde dünya dördüncüsü olan Türkiye mısır üretiminde ancak kendine yeter halde. Yani “mısırı Türkiye çiftçisinden satın alıyorlar” iddiası bir palavradan ibaret. Ayrıca Cargill'in amacı sadece Türkiye pazarı değil, o yolla bütün Ortadoğu pazarını ele geçirmek.

Bu durumda ülke için şekerpancarı üretimine devam etmek en akıllıcası olur değil mi? Evet de “Şeker Yasası”na göre bunun kararını Şeker Üst Kurulu veriyor. İnanılır gibi değil ama Cargill, Şeker Üst Kurulu'nun da üyesi. Yani, doğal ya da yapay şeker üretim kotalarını yurtiçi talebe göre belirleyen, şeker üretimini ve ticaretini düzenleyen kurulun içinde o da var. Ülke Cargill’in onayını almadan şekerpancarı üretimini arttırmaya karar veremiyor anlayacağınız. Ama şekerpancarına dayalı şeker üretiminden mısıra dayalı yapay şeker üretimine geçilme kararını kolayca verebiliyor. Veriler ortada. Şekerpancarı ekim alanları yüzde 40 daralırken tatlandırıcı üretim kotası önce yüzde 10, sonra yüzde 15, daha sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 50 arttırılmış. Yakında kotanın bütünüyle kaldırılacağından emin olabilirsiniz.

Türkiye’de çiftçi para etmeyen ürünlerini tarlada gübre olsun diye bırakırken, Cargill ta Amerika’dan GDO’lu mısır getiriyor, işliyor ve Türkiye’de tatlandırıcı olarak satıyor. Türkiye’de tarıma ve çiftçiye işte böyle darbe vurulmaktadır.

                                                                     ***

Cargill ve Monsanto çiftçinin kullanacağı tohumu da tekellerine almış durumda. Çiftçiye satılan tohumlar üzerinde hak iddia ediyorlar ve çiftçilerin tohumluk ayırmasını engellemeye çalışıyorlar. Böylece, kendilerine bağımlı bir çiftçi topluluğu oluşturmaya çalışıyorlar. Cargill bu amaçla, bazı bölgelerdeki tohum faaliyetlerini işbirliği anlaşması imzaladığı Monsanto şirketine bıraktı. Çünkü Monsanto tohumların yeniden kullanılmasını önleyecek kesin bir çözüm bulmuş, tohumlara “terminatör” (yok edici) geni eklemişti. Çeşitli gen teknolojileriyle dönüştürülmüş bu tohumlar verimli ürün alınmasını sağlıyor ama bu ürünlerin tohumları yeniden kullanılamıyordu. Tohum bir kez ürün verdikten sonra intihar ediyordu.

Monsanto firmasının yarattığı o ucube tohumlar ülkemizde yıllardır cirit atıyor. Kimse ses çıkarmasın, çığlık atmasın diye milletvekillerini okyanus ötesi bedava gezilere götürüyor, küçük tatlı rüşvetçikler dağıtıyor, yerli işbirlikçileri ile kârlı ortaklıklar kuruyorlar. Böylece Monsanto ile Cargill’i, Cargill ile Ülker’i, Ülker ile iktidarın prenslerini birleştiren, besleyen müthiş bir mekanizma ortaya çıkmış oluyor.

Köylüye ne oluyor diyorsunuz değil mi? O, ya büyük şehirlere göçüp varoşlarına yerleşerek ucuz iş gücü ordusuna katılmayı kabul ediyor, ya da AKP’nin kapısını çalarak dilenmeye başlıyor. Müthiş bir düşkünleştirme makinasıdır.

                                                                  ***

Karşı karşıya olduğumuz yıkımı Burhan Özalp’in soL’daki “Türkiye’de tarımın çöküş hikâyesi” başlıklı yazısından aktarıyorum. Çiftçilerin yoksullaşması, borçlanması, tarımın itibar kaybetmesi, gittikçe büyüyen hizmet ve inşaat sektörünün tarım arazilerine hücum etmesi tarım alanlarının AKP’li yıllarda hızla daralmasına neden oldu. 1987 ile 2002 yılları arasındaki 15 yılda 1 milyon 348 bin hektar (yüzde 5) azalırken, 2002 ile 2017 yılları arasındaki 15 yılda ise 3 milyon 203 bin hektar (yüzde 12) tarım arazisi yok oldu. Tarım politikalarında 1980 sonrasında başlayan serbestleşme süreci 2000’li yıllarda en üst seviyesine çıktı. Bu sürece Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye tarım politikalarının serbestleşmesine toplu katkıda bulundu. Türkiye bu kurum ve kuruluşların kapısını her çaldığında tek bir reçete ile karşılaştı: “Serbest Piyasa.”

Özetle, son 30 yılda yok olan tarım topraklarının yüzde 70’i AKP’li yıllarda gerçekleşti. Geri kalanı da AKP’nin tasallutu altında. Ağaca, ormana, kurda, kuşa tahammülü yok iktidarın. Ayakta kalmak, iktidara tutunmak için sürekli beton üretip, sürekli beton dökmek zorunda. Koşuyor o nedenle, yol yapıyor, yaptığı yolları köprülerle birbirine ekliyor. Köprü yapacak su kalmadıysa kanal açmaya kalkışıyor. O sırada Monsanto fındık bahçesini zehirlemiş, Cargill fabrikayı talan etmiş, şekerpancarı üreticisinin üzerine GDO’lu mısır dökmüş umurunda değil haliyle.

"Petrolü kontrol edersen ülkeyi kontrol edersin; gıdayı kontrol edersen insanları…” Söz Amerikan emperyalizminin has adamı Henry Kissinger’in sanırım. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ile Suriye içlerinde çıktığımız maceraya yeniden bakmanızı öneririm bu sözden sonra. Emperyalizm bu kadar saldırgan, halkımız bu kadar mazlum ise bilin ki ülkemizi ve insanlarımızı kontrol etmek isteyenlerin işbirlikçileri yüzündendir.
Biz mi? O tarlaları da, o fabrikaları da alacağız ellerinden, mecburuz!

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder